- 395 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dili sahipleniş argümanı üzerine 2
Tüm cevahir oluş çıkışları şu gibi sözcük kullanımlarınadır. Örneğin; “Tarihsel sözüne tarihi ve tarihsellik söylemine de, neden "tarihilik" denmediğini sormak gibi sorulardır.
Oysa ben; okuduğum bir çalışmada, yüzde yüz "tarihi" sözünü kullanan cümleler okusam da; "bu yazar niye tarihsel sözcüğünü kullanmamıştır," demem. Demek te aklımdan geçmez. Beni zorlayan sözcükleri araştırırım. Araştırma öğrenmelerime göre o cümleleri yeniden okurum.
Bir sözcük anlam genişlemesi olmayıp, o sözcüğün anlamdaşı da olsa; o sözcüğün dildeki o sözcüğe özgü farklı kullanımlı olan anlam zenginliğini düşünüşle, o konuyu ben yine de yeniden okurdum.
Daha doğrusu, her şeyi; kendi darlık düzeyime göre indirgetmem. Eğer o şey benim ilgi alanım içindeyse, çevre ufkunu bana göre daraltmam, kendimi çevrenin ufkuna doğru geliştirirdim.
Böyle bir eleştiri; ancak, kendi bom boş argümanları gibi bizim de onlara bom boş olurdu bir argümanla cevap vermemizi icbar kılmaktadır.
Yani onların söylemiyle "tarih" gibi sözcüklere, Tarih’ilik’teki gibi kelimelere "ilik" açıp, gelişen, genişleyen; yeni anlam eklenip; eski yetersiz anlam ifadeleri çıkarılan sözcük anlamlarını, anlamazdan gelip; eskiye takılıp kalışları kelimelere "ilikler" oldular(!) Yani kelimelere ilik ekiyle ilik açıp, kelimeleri ilik’lediler.
Kimi sözcüklerdeki ta-ti ekleriyle, sözcüklere "tati" yaptırdılar. Ta, tata; ti, titi diyerekten sözcüklere boru üfürttüler. Lak-luk ekleriyle ile de kelimelere "lakluk" ettirdiler (ne güzel söylemiş şair gibi parantez açan) denişlerin abukluğuyla karşılık verilir.
Okunan konuya dek eğer illa bir şey denecekse; okunan konu içeriğinin, ortaya konuşuna dek anlama, anlatma tartışmaları olmalıdır.
Bu boş argümanlı tavır, konu içeriğinden çok biçimsel olana takılıp kalmaktır. Bu takılıp kalınış, hiçte getirisi olmayan bir öznel dirençtirler. Gerçek ilişkileriyle sözcüklerin kullanımını göremeyip, sözcük kullanımlarını girişimsiz, gerçeklerden koparan bir sözcükleri idealize edişin şikâyetnamesidirler.
Evet, anlam içermesi geçirmeyen, yeni açıklama ve anlam düzenlemesini içermeyen; güncel kategorize edişe uğramamış sözcüklerin, eski kullanım sözcük çağrışımları karşılığı olan yeni kelimeler sonlarına, sal-sel yapım eki almış oluşla güya kurnazlıkla; bu gibi eski kullanımlı sözcüklerin, mevta edildiğini şifre ederler.
Bu şifre edişle, mevtalar sala konur, sele verilir. Ya da yeni kullanımlı sözcükler, kendi anlamlarını, yeni kullanımlı sözcükleriyle, sala koyup, sele verildiğini de ifade ederler!
Böylece de sal, sel eki ile ifade edilen sözcükler tarihilik gibi eski, görece anlamlı devri sabık (!) ölü sözcüklerin yerine geçtiklerini, okuruna imaj ederler.
Kendisi Türkçe olmayan tarih sözcüğüne, kökeni olan dildeki kuralla; "i" eki getirilerek, sözcük ’tarihi’ gibi olur. Bu sözcük benim dil kalıbım içinde de bana göre sel eki alarak "tarihsel" olur. Bu demek değildir ki tarih sözcüğü Türkçe olmuştur! Niye böyle bir şey yapayım ki?
Her anlama, her mâl etme, her kullanım gibi sözcüklerde kimi kez, dıştan ithal edilenin, kendi anlama öznellikleriniz içinde sizin kalıplarınıza göre eğilip bükülür. Dıştan ithal kaçınılmazdır. Dıştan ithal edersiniz ama bu ithalin değişirlik, dönüşürlük bünyeye yararlı oluşunun kalıp hazımlarını; vücudunuz belirler ve kendisi sindirirle, yeni sentezler yapar.
Vücuda dayatma yapamazsınız. Etnikti olma bu yüzden ölür ve ölmüştür. Bundan tabi ne olabilir ki! Bir kompütüre, bilgisayar demekle de; bilgisayar Türkçeleşip, Türklerin; olmaz herhalde. Dil bir araç kullanımdır. Şimdiki diller, içte kapalı olurlu süreci kalmamış bir dolaşımdırlar.
Bir anlamalar dizisi olan cümleyi, kim fark edip bir özlü kullanım dili olurla, sözcük oluşla; ilk kez kim kullandı ise bu sözcük onlarındır. Siz izafiyeti, rölativite karşılığını, görecelik diye Türkçeleştirseniz de, bu böyledir. He görecelik deyişimde benim aklıma hep, Einstein gelir.
Dilinizde 3000 yıldır görecelik kullanılıyor olsak bile, bu üç bin yıllık kullanımdaki anlam ve kullanımlar; hiç bir zaman Einstein’le anlaşılan görecelik ya da bağıntı değildir. Artık şimdiki göreceliğin anlatımı da 3000 yıl öncesinin anlatımı değildir.
Sözcüğe yapılan yapım ekleri 2000 yıl öncesinin İncil sure ve ayet sözcüğünü yorumlar gibi; şu kelime, o dilde şu anlamlara geliyordu, demeli olurla, etnik kült dil açıklamalarıyla söylemelere benzemezler.
Bu metin es kaza görece sözcüğünü kullanmış olsa. Söze şöyle başlanacaktı. Bu görece sözcüğünün eski anlamlarından birisi de, bir şeyin, bir şeye bağlılığı tanımlı olan "bağıntıdır" dersiniz. O halde bağıntı (izafiyet teorisi) İsa tarafından dünyaya 2000 yıl önce söylenmişti gibi söylemlerle, söyler olmanın kendi etnik dilinize göre anlam ve sözcük sahiplenmelerine, hiç benzemez.
Unutmayınız ki etnik anlama, bir etnik anlamalar girişmeli bileşkeler girişmesi olan toplumsal anlamadan ve giderekten de evrensel oluşmalı anlamadan geride ve küçük kalan bir cılızlıktır ve oluşmaların zorunlu bir ön envanteridirler.
Bir zamanlar içinde, uzun bin yıllarla, çok yararlı, gelişmeci, içte kapalı dinamik bir dolaşım olan ve etniğin olan dil; şimdi hızlı bir uluslararası geçişmeler içinde oluşla, bilim ve teknolojilerle ve bunlara dayalı edebi kültürün yansıması olan dil kullanımı olmaktadırlar.
Bu kabil “tarihsel” gibi ek alışlarla güya eleştiriye uğrayan yabancı dilse söylemler de, sizin kolayınız olan anlamalarla kendi mantık kalıplarınızın yapım çekim ekleriyle uyuşabildiği kadarla, sizin diliniz değil, sizin anlama ve anlatımlarınıza değin, kategorize kalıp kullanımınız haline dönüşmektedirler.
Anlam içermesini sizin oluşturmadığınız bir sözcük, dilinize çevirmekle, karşılığını bulup bulmamakla refrigerator buzdolabı yapmakla buzdolabı sizin olmaz. Size özgün bir kültür içermesi değildir.
Şimdiki anlam içeren özelliklede bilim teknik, tıp ve bunlar etrafında gelişen edebiyat sözcükleri tekil olurla hiç kimsenin olmayan ortak bir dünya gücü girişmesi kat kınlıkla oluşma ve evrensel dil gücünün belirmesidirler.
Etnik olanlar, şimdiden beri evrensele doğru kucak açan bir oluşma olduğu zaman; eski etnik yapı içindeki, özel ve özgün anlamalarını, tam olurla muhafaza edemezler.
Siz, kendi dilinizin kullanımı olurla, görecelik sözcüğüne istediğiniz anlama anlatımın kategorize eden kalıp kullanım eklerini getirirsiniz. Siz, göreceliği söylerken; Einstein söylemeniz gerekecektir. Sizin olan bir dille, yani Türkçe bir kelimeyle; Einstein’ı anar olmanın ve Einstein’ın bu sözcüklerle özdeş anılır olması da, neyin nesiydi acaba?
Bu kabil yabancı dil kullanımlarımız; ya da yabancı dil karşılığı olur çevirmelerimiz kendi kullanım kalıplarımıza, illaki dökülür. Belki de sal/sel ekleri de bu tür kimi yabancı dil sözcüklerini; kendi dil kullanımlarımıza daha çok eğip büken ekler kalıbı olaraktan da, kullanmaktayızdır, kim bilir?
Ve sal-sel ekiyle, tedavül olur yabancı sözcükleri, kendimiz anlayışlı olan kategorize zarf kalıplarımızla, işletiriz. Kendi anlamalı kişilerimize dek öğrenmeli olan kişi kategorize kalıplarını bizlere, bu eklerle öğretirler. Sal-sel eklerine dek kategorize edici kalıp eklerle öğrenen bizler; sal-sel eklerini bu tür işlevle de ilişkili kılıp; yabancı sözcükleri de öğrenmenin ve kullanmanın da kalıbı yapmaktayız.
Bir çalışmanın, bir anlatımın önüne; sal dedi, sel ekledi diye, bu şekilde dikil inmez ki? Ben tarih sözcüğünü tarihsel, tarihsellik diye kullandım. Siz de Arapça tarih sözünü, tarih-i, tarih-ilik, tarih-çilik gibi ilik açıp ilik kapama (!) kalıplarıyla yazarsınız, her şey yerli yerinde olur biterdi! Bu kabil öznel kurallar gökte düşmedi ya.
Bırakın, zamanın eleği neyi hangi anlama anlatım kalıbını seçerse, o kurallaşır.
18.04.2012
Bayram Kaya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.