- 1049 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Buğulu GÖZLER.
Onu ilk gördüğümde sürmeli gözlerindeki hüzün bulutu içimi burkmuştu. Nedendir bilmem korunmaya muhtaç bir çocuğun savunmaya hazır başkaldırısını hissetmiştim benliğinde. Kısa bir "hoş geldin “ziyaretiydi benimkisi.
Alışılmış makam ziyaretlerinden farkı, onun samimi, ilgili ve kompleksiz sohbetiydi. ziyaretimizi kısa keserek vedalaşıp ayrıldık. Aniden geri dönüp iş arkadaşlarımla yapacağımız yemekli toplantıya davet ettim. Hiç itiraz etmedi, nazlanmadı da. Birlikte gittiğimiz patronum, “gelir mi, ayıp olmadı mı? “diye sordu. Kendimden emin bir şekilde “neden ayıp olsun, sonuçta aynı kulvarda çalışıyoruz ve bizim amirimiz olması bizden farklı olduğu anlamına gelmez, hem çok uzaklardan gelmiş buraya, nede olsa gurbette sayılır “dedim.
Ertesi gün kendi bahçemdeki mangal partisine geldi, diğer meslektaşlarının çeşitli mazeretleri olduğunu, söz verdiği için geldiğini ifade etti umarsızca. Samimiyeti ve dürüstlüğü çok hoşuma gitmişti. Alışılmış kaypak batılılara benzemiyordu. Eşimle birlikte bahçeyi gezdik, aileden biri gibi olmuştu hemen. İş arkadaşlarım da onun sıra dışı, amir saplantısından uzak içtenliğinden çok etkilenmişlerdi.
Sonraki günlerde de sık sık görüşmeye başladık. Engelli kızımla çok ilgileniyordu, eşimle ilişkimi hep gündeme getiriyor “ne inanılmaz bir çiftsiniz, bunun hikmeti nedir “diye espri yapardı sık sık. O günlerin birinde yaşımı sordu, söyledim,inanamadı ve "benim annemden bir-iki yaş büyüksün sadece ”dedi. Hemen yapıştırdım cevabı “neden anne demiyorsun o zaman”, mutlulukla gözlerinin içinin güldüğünü fark ettim. Bu çocuğun hüznü hep içimi acıtıyordu nedense.Anlatmazdı da neden böyle buğuluydu gözleri? Henüz anlatmaya hazır değildi ki her sohbetimizde teğet geçerdi özel hayatını, ben de hiç üstüne gitmiyordum. Zaten o kadar çok benden konuşuyorduk ki ona sıra gelmiyordu.
ALIŞILMIŞ KADIN TİPİNİN dışında. Özgür düşünceli, kendi doğrularında direnebilen, sınırlarını zorlayan bir kadın olarak beni kendisine merkez almış, eşime duyduğum sınırsız sevginin şaşkınlığı içinde sorular sorardı hep.”Nasıl bir kadınsın sen,bütün çerkezler senin gibi mi”? “YOK BEN TÜRÜMÜN TEK ÖRNEĞİYİM”derdim tevazunun yanından bile geçmeden.Çok güzel zamanlar paylaşmaya başlamıştık. Çocuklarımın ağabeyleri, arkadaşlarımın dostları, eşimin biraz mesafeli de olsa arkadaşı olmuştu.
Bir tören sonrası buluştuğumuzda, gözlerindeki hüznün yoğunlaştığını, nemli nemli baktığını fark ettim ve aniden sordum “hiç çocuğun, eşin, annen, baban yok mu? Cevap beklediğimi belirten ısrarcı bir merakla.
"Gerçekten dinlemeye hazır mısın"?dedi."evet “dedim ve konuşmaya başlamasını bekledim merakla. Merakım onun özel hayatını didikleme arzusundan kaynaklanmıyordu. Sadece gözlerindeki hüznün nedenini bilmek ve yardım etmek istiyordum.
"Ben Urfa’lıyım biliyorsun”diye söze başladı. Bir aşiret reisinin tek çocuğuyum. Bizim oralarda erkek çocuklar gelecekleri için anne babalarının umutlarıdır. Yani kendileri değildirler, babalarının oğullarıdırlar. Bende bir dediği iki olmadan büyütüldüm aşiretimin tek varisi olarak. Üniversite de ilk aşkımı yaşamaya başlamış, ileriye dönük hayaller kurmaya başlamışken, babamın ”bize erkek çocuklar doğuracak, aşirete yakışacak bir gelin adayımız var, gelmen gerekiyor" diyen telefonuyla taştan bir duvara çarptığımı anladım çaresizce. Öyle ya! Ben, ben değildim ki, babamın oğlu, aşiretin gelecekteki ağasıydım. İlk yürek sancımla böyle tanıştım ve sevdiğimden yüreğim dağlanarak ayrıldım. Üniversite bittiğinde memleketime döndüm ve çalışmaya başladım ki babam mürüvvetimi görmek, şanını yüceltmek için acele ediyordu.
İlk kez "beğendiğim bir kızla evleneceğim, kendim seçeceğim“ diye direttim. Onlara da ters gelmemiş olacak ki karşılarına çıkarttığım gelin adayına çok karşı çıkmadılar. Sadece bir Arap aşiretinden olan gelin adayımın, kendi aşiretimizden biri olmadığı için üzüntülerini dile getirmekle yetindiler. Bu kez de kız tarafı istemedi bir kürde kız vermeyi.
Kısacası zar zor evlendik. Eşim inanılmaz bir tutkuyla seviyordu beni. Gönül yaralarım kabuk tutmuş ben de aynı duyguları paylaşmaya başlamıştım. Her şey o kadar güzel gidiyordu ki tek eksiğimiz aşiretin veliahdıydı. “Nasıl olsa olur, acelemiz yok" diye kendimizi avutsak ta eşim, başına geleceklerin önsezisiyle doktorların kapısını aşındırmaya, özel günlerinin çetenesini tutmaya başlamıştı.
Günler aylar geçiyor ama veliahttan hiç ses çıkmıyordu. Aşirette ise yavaş yavaş sızlanmalar baş göstermeye başlamıştı. Babamın bitmez tükenmez sızlanmaları, annemin iğnelemeleri sonucu ilk tüp bebeğimizi denedik. Sonuç hüsran. ’İkinci, üçüncü derken eşim de ben de dayanma gücümüzün sonuna gelmiştik. Birbirimize sadece aşirete bir erkek evlat kazandırabilmek için dokunuyorduk. Arkası gelmeyen görev icabı zorunlu birliktelikler mide bulandırır bir hal almıştı am biz hala çocuk sahibi olamamıştık.
Aşiretin sabrı tükenmişti tükenmesine de biz de onlardan farklı değildik. Babam hafta sonu görüşmeye çağırdı ve emreder bir tonla aşiretin kararını bildirdi. “sana erkek çocuk verecek biriyle evleneceksin “EŞİM ZATEN OLACAKLARI BİLDİĞİ İÇİN HİÇ ŞAŞIRMADI. KADERİNE BOYUN EĞMİŞ BİR ŞEKİLDE"BİR ŞARTIM VAR “dedi.
Cinnetin göstergesi miydi, aklın tavana vurduğu bir an mıydı bilmiyorum ama söylediklerinin şokunu günlerce atlatamadım. Nasıl bir sevgiydi bu, nasıl bir fedakârlıktı yoksa sahip olma arzusunun üst sınırı mıydı? Kulaklarımda hala eşimin söyledikleri çınlıyordu. “Benim seçeceğim biriyle evleneceksin"
Ben garip, ben zavallı, kendisi olmaktan çok oğul olabilmek için seçilmiş ve görevlendirilmiş bir meczup. Bu kez de eşimin arzu ettiği, seçtiği bir kadınla evlendim ve bir yıl sonra da oğlum, veliaht doğdu. Eşim elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışsa da yüreğinin ateşi etrafı aleve salıyordu. İncecik kalmış, kendisini dine adamıştı. Çocuğumun annesi ise kendisine sadece anne olma görevinin verildiğinin bilinciyle rüya gibi sessizce görevlerini yerine getiriyordu.
Günler geçip çocuğun varlığı etrafta neşe kaynağı olarak görünmeye başladığında eşim de huzursuzluğunu açıkça göstermeye başladı. Çareyi çocukla annesini köye, babamların yanına yerleştirmekte bulduk. Önce gitmenin getirdiği kavgalara, sonra sadece eksiğimizi tamamlamak için yerine getirilmesi gereken görevin inanılmaz işkencesine, sonraki günler ise bütün bu işkenceler yetmiyormuş gibi çocuğumun annesine karşı yerine getirdiğim görev nedeniyle yapılan kavgalarla geçiyordu. Ben neydim, kimdim niçin yaşıyordum, nasıl yok olabilirdim, hiç bir soruya cevap bulamıyordum.
GÖREVİMİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE KÖYE GİTMEK İÇİN EŞİMLE SON KAVGAMIZI YAPTIK. Sadece iç güdülerimin esiri olmuştum. Karar veren başkasıydı.
Bedenim her zaman ki gibi görevini yerine getiriyordu. Ne zaman bilet aldım. Ne zaman otobüs hareket etti, nereye gidiyordum hiç düşünmedim, merak ta etmedim. Sadece bir karabasandan uyanmak için çırpındığımı fark ediyordum. Yolculuğun ne kadar sürdüğünü de bilemedim. Son durak burasıydı.
Ailemi bilgilendirdim”sağım”diye. Her iki kadın da benim sadece oğul olmamın, ben olamamamın kurbanıydı. EN MASUMLARI VE TÜM DERTLERİMİN KAYNAĞI OLAN OĞLUM İSE ÇARESİZLİĞİMİN AYNASI İDİ. Şimdilik gördüğün gibi başımı kumlara gömmüş önümü görmeye çalışıyorum. Bu yüzdendir, gözlerimin buğusu."
Dökülmeye yüz tutmuş saçlarını okşarken, hıçkırıkları yavaş yavaş hız kesiyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.