- 1730 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -24 -
Az sonra sürpriz Ali Paşa’nın huzurundaydı. Tam karşısında iki çift simsiyah göz biraz heyecanlı, biraz tereddütlü, biraz da muzipçe bir gülümsemeyle Ali Paşa’ya bakıyordu. Ali Paşa ‘’ Ömeeerr’’ diye seslenirken Nur Efşan protokolü filan unutup ‘’ Seheeerrr’’ diye ayağa fırladı ve Seher’e sarıldı. Seher de Nur Efşan’a sarılarak ellerinden öpmeye başlamıştı.
-Vay benim cebeci erim Ömer vay. Demek sonunda döndün ait olduğun yere ha?
Ömer de Paşa’nın elini öptükten sonra konuştu.
-Döndüm Paşam. Ama cebeci olarak değil. Medreseli Ömer olarak döndüm. Duramadım Tebriz’de.
-Neden? Biz gittikten sonra zulüm mü yaptılar.
-Yok Paşa’m zulümden değil. Seher’in ailesinden kaçtık. Razı olmadılar evliliğimize.
-Ya bak onu da soracaktım? Seher’i ikna etmişsin sonunda.
-Evet Paşam…Seheri ikna etim ama Demirci Rüstem’i ikna edemedim. Sonuçta kaçırmak zorunda kaldım.
-Neyse…Bir daha nasip olur da Tebriz’e girersek artık Demirci Rüstem’i de ikna ederiz.
-O laf anlamıyor Paşam. Beynini o derece doldurmuşlar ki. Lafla, sözle yola gelmesi mümkün değil.
-Eh o zaman biz de sopayla ikna ederiz…Ne demişler: ‘’Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdirden anlamayanın hakkı kötektir’’… Böyle güzel ve manalı bir günde seni burada gördüğüme çok sevindim.
-Ben de çok sevindim Paşam. Sadrazam oluşunuza da bir o kadar sevindim.
Ali Paşa daha sonra Seher’e seslendi:
-Bre sahte Han Kızı…Sizde büyüklerin elini öpmek yok mudur?
Seher koşarak geldi. Ali Paşa’nın elini öptü. Daha sonra Ömer ve Seher tekrar içeri çekildiler. Ali Paşa bu güzel günde adeta coşmuştu. Güzel bir şiiri okumaya başladı
Esti nesîm-i nevbahar açıldı güller subh-dem,
Açsın bizim de gönlümüz, saki medet; sun câm-ı Cem.
Erdi yine ürdibehişt, oldu hava anber-sirişt,
Âlem behişt ender behişt, her gûşe bir bağ-ı irem.
Gül devri ayş eyyamıdır, zevk u safa hengamıdır,
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde-dem
-Tövbe Ya Rabbim tövbe..Günaha mı giriyoruz ne? Ne dersin Molla?
-Paşam şiir niçin günah olsun ki? Yeter ki yazılan şiir bizi Allah’tan uzak etmesin. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz zamanında bile ona güzel şiirler yazıp karşılığında ihsana mazhar olan şairler varmış.
-O dönemden bildiğin şiir var mıdır molla?
-O dönemden hatırımda yoktur Paşam. Ama sana Pirimiz Üstadımız Aziz Mahmud Hüdayi’nin Peygamberimiz Sallalahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz için yazdığı bir şiiri okuyayım istersen.
-Çok memnun olurum Mollla..Buyur.
Molla Ali Osman başladı okumaya:
Sadr-ı cemî’ mürselîn
Sensin Yâ Rasûlallâh
Bedr-i eflâk-i yakîn
Sensin Yâ Rasûlallâh
Nûrun sirâc-ı vehhâc
Alemler sana muhtâc
Sâhib-i tâc u mi’râc
Sensin Yâ Rasûlallâh
Ayîne-i Rahmânî
Nûr-i pâk-i sübhânî
Sırr-ı seb-a’l-meânî
Sensin Yâ Rasûlallâh
Şâhidin leyl-i isrâ
Sübhânellezî esrâ
Câmi-i cümle esmâ
Sensin Yâ Rasûlallâh
Ey menba-ı lutf u cûd
Yerin makâm-ı mahmûd
Yaradılmışdan maksûd
Sensin Yâ Rasûlallâh
Canlar içinde cânân
Ma’den-i ilm u irfân
Ceddim ü pîrim sultân
Sensin Yâ Rasûlallâh
Açan râh-ı tevhîdi
Bulan sırr-ı tefrîdi
Hüdâyî’nin ümmîdi.
Sensin Yâ Rasûlallâh
-Allah razı olsun Molla...İçimiz dışımız pür nur oldu. Molla sana bir de sorum olacak. Bazı sofular bu Hıdırellez kutlamalrı için İslam’a mugayirdir (Aykırı ) derler. İslam dininde yeri yokmuş...Eski zerdüşt ve ondan da önce şaman geleneğiymiş. Sen ne dersin bu işe: Öyle midir?
-Paşam...Öncelikle sofu ve softayı birbirine karıştırmayalım. Din-i İslama bağlı, onun yolunda, emir ve yasaklarına riayetkar insana sofu denir. İslam dinini her şeyi yasaklayan, insanların aldıkları nefese bile sınır koyan bir din, Yüce Rabbimiz Celle Celaluhu’yu insanları tututp tutup cehenneme dolduran bir varlık gibi anlatanlara ise softa denir.
-Ne Yani şimdi cehennem diye bir şey yoktur , Allah’ın gazabı diye bir şey mevcut değildir mi demek istersin?
-Hayır Paşam. Öyle demek istemem. Allah’ın azabı ve gazabı da vardır elbette. Ama Rahmeti gazabından çok daha fazladır. Sofu olan Allah’ın rahmetini bin, gazabını bir kez anlatırken softa olan Allah’ın gazabını bin, rahmetini bir kez anlatır...Aradaki fark budur. Bunu anlatmaya çalşırım.
-Peki Molla sana bir soru daha? Kur’anda ‘’ Nefislerinize zulmetmeyiniz’’ diye bir ayet vardır ve dahi Peygamberimiz Aleyhi ve Sellem Efendimiz ‘’Ey Ashabım! Nefislerinize de zulmetmeyiniz! Nefislerinizin de üzerinizde hakkı vardır.’’ Diye buyurmakta iken sen niçin nefsine zulmedersin? Niçin Evlenmezsin hâla.
-Paşam…Evlenmek çocuk sahibi olmak için gerekdir. Oysa benim bir sürü çocuğum var…Hem ben hatunum Mahinur terk-i alem eylemeden önce ona söz verdim ‘’Senden sonra hiç bir kadın olmayacak’’ diye.
-İyi de molla bu nefse zulm değil midir? Senin gibi alim ve fazıl bir insana yakışır mı böyle mecnun halleri? Böyle bağrına taş basmalar.
-Paşam biz derviş ademleriz…Ne demiş Yunus Emre: ‘’Derviş bağrı taş gerek,/ Gözü dolu yaş gerek/ Koyundan yavaş gerek…Dervişin bağrına taş, gözüne yaş gerek Paşam. Yoksa derviş olamazsın.
O ana kadar suskun sukun oturan Nur Efşan dayanamadı artık…O da lafa girdi.
-Peki Molla söyler misin ? O derviş ‘’gözlerimden yaş eksik olmasın’’ isterken onun için göz yaşları dökenler ne olacak? Dervişlikte var mıdır sadece kendini düşünmek.?
Ali Paşa Nur Efşanın böyle ulu orta söze girmesine şaşırmıştı. Molla Ali Osman da beklemiyordu böyle bir soru.
-Han kızı o göz yaşı döken bilmeli ki Derviş adamdan ne yâr olur ne canan...Derviş adama gönül bağlamamalı. Derviş adamın tek cananı vardır o da Allah Zülcelal.
-Molla her soruya bir cevabın vardır. Bakalım buna ne diyeceksin? Sen Hzreti Peygamberden daha mı çok Allah’a aşıksın? Allah’ın yolundasın?
-Hâşa...
-Peki Hazreti Muhammed evlenmedi mi? Tamam Hazreti Hatice Validemiz ölünceye kadar üzerine başka bir kadınla evlenmedi ama Hazreti Hatice’den sonra yine evlenmedi mi?
-Evlendi han kızı...Ama onun Hazreti Hatice’ye verilmiş bir sözü yoktu ‘’ senden sonra kat’iyyen bir başkasıyla evlenmeyeceğim ‘’ diye.
Tam o esnada talebeler ellerinde sinilerle bahçeye geldiler. Sinilerin içi envai çeşit yiyeceklerle doldurulmuştu. Ali Paşa bir baş işaretiyle Nur Efşanı da haremlik olan kısma gönderdi. Sonra Molla ile başbaşa oturdular sofraya.
-Molla...İyi adamsın hoş adamsın da inatçı adamsın vesselam. Mahinur Hatun cennetmekan dirilip karşına çıkabilseydi sana mutlaka derdi ‘’ Nur Efşan’ı kaçırma ‘’ diye. Onu senin için getirmiştim. Belli ki o da senden hazzetti. Ama öyle bir cevap verdin ki işi başından kestirip attın.
-Paşam...Benim için teveccüh göstermişsin lakin dediğim gibi derviş ademden ne koca olur ne de sevgili...Yazık etmeyin kızcağıza..Hem çok genç daha...Neredeyse sabi sayılır...O gönüle kim bilir nice civanlar girecektir. Hem buralarda kalırsa ileride vatan hasreti, ana-baba hasreti yaşayacaktır. O bakımdan salıverin gitsin. Pır pır bir güzel güvercin gibi konsun memleketinin bağına, bahçesine.
-İyi madem Molla. Allah’ın dediği olur. Ne yapalım nasip değilmiş.
*************************************************************************************************************
6 Mayıs 1732 Osmanlı Devleti toprakları içinde her kes için bir bayram günüydü. Türk, Kürt, Arap, Acem, Arnavut, Boşnak, Çerkes, Abaza daha pek çok Ümmet-i Muhammed o günü Hıdırellez bayramı olarak kutlamakta kardeşçe yiyip içmekteydiler.Gayri Müslim olanlar bile... Ama Aynı 6 Mayıs Sami Öğretmen için çok kötü bir gündü... 6 Mayıs 1979...Hiç unutmayacağı bir gündü Sami Öğretmenin. Evet...267 sene sonrası çok kötü bir gündü.
***************************************************************************************************************
Aşağıdaki Yazıyı daha önce bu sitede ‘’Uyan Sunam Uyan Derin Uykudan’’ başlığı altında yayınlamıştım.
Şafak söktü yine Suna’m uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz
Uyan Suna’m uyan derin uykudan
Çektiğim senin elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan Suna’m uyan derin uykudan
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
O Dönemde Türkiye’de insanlar yaşları ne olursa olsun gençtiler ve dört gruba ayrılıyorlardı 1- Ülkücü Genç ( Kendilerine Bozkurt diyorlardı- Diğer grup insanlarsa Faşist… Renkleri griydi ) 2- Ak-Genç ( Kendilerine şeriatçı diyorlardı. Diğer insanlara göre yobaz idiler. Renkleri yeşildi ) 3- Dev-Genç( Kendilerine Devrimci diyorlardı.Diğer insanlara göre komünist idiler. Renkleri kızıldı çoğunlukla ama sarı olanları da vardı 4-Sev-Genç ( Sev-Gençtiler o kadar. Hiç bir renkleri yoktu. Hiç bir idealleri de yoktu. Onlar bukalemun gibi her renge girebiliyorlardı ) Haa bir de nesilleri tükenmek üzere olan bir grup daha vardı ki onlara da Atatürkçü deniliyordu. Bu kalabalık yığınlar içinde tamamen yok olmamak için yukarıda belirttiğim ilk iki grup insan topluluğunun birinin yanında sığıntı olarak yaşamaktaydılar. Ki ben de bunlardan biriydim ve 1. Grup insanlara daha yakındım.
Siz şimdi bakmayın her kesin Atatürk’ü Yağma Hasan’ın böreği gibi paylaştığına o dönemlerde On Kasımlarda bile yakalara Atatürk rozetleri yerine başka rozetler takılırdı.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarih : 6 Mayıs 1979
Yer: Manavgat
Bendeki de ne cesaretti. Manavgat’ı ortadan ikiye bölen köprünün karşısına geçecek ve oradan minibüse binerek üç öğrencimle birlikte denize gidecektim. Sabah sabah gelmişler ve ’’ Hocam haydi denize gidelim ’’ demişlerdi. Daha bir senelik öğretmendim. Beni abileri gibi görürler ve evime gelir sık sık çay içer sohbet ederdik öğrencilerimle. Aradaki ilişkiler öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok abi-kardeş ilişkisi...Onları kıracağıma kafam kırılsın daha iyiydi. Öyle de oldu zaten.
Manavgat Köprüsünün öteki tarafı grilere yasaktı. Ben de gri olarak biliniyordum. Öğrencilerim de griydi. Gerçi onlar zaman zaman öğretmenlere göre renk değiştirirlerdi not kapmak için ya neyse. Onların işi daha da zordu.
Biz, boyumuza posumuza bakmadan yasak bölgeye girdik. ’’Oh çok şükür’’ minibüse
sağ salim ulaştık ve yine sağ salim Side’ye vasıl olduk. Yüzdük, güneşlendik, domates,peynir ekmekten ibaret olan muaazzam ziyafetimizi çektik ve dönüş yoluna koyulduk. Büyük bir korku içerisinde minibüsten inip köprüye yöneldik....
Kızıllar, köprü üzerindeydi. ’’Aha da ayvayı yedik’’ diye düşünüyoruk. Yürümeye devam ettik. Çaktırmadan da yan gözle bakıyoruz kızıllara, acaba kalkacaklar mı oturdukları yerden diye...Kalkmadılar. Önce aralarında fısıldaştılar..Biz onların önünden geçip hayli uzaklaştıktan sonra arkama döndüm. Baktım biri bizi işaret ediyorlar. ’ Olsun varsın bizim alanımıza girmiştik. Köprünün Alanya tarafı onlara yasaktı.
- Hocam geliyorlar
- Allah Allah akıllarını mı yitirdi bunlar. Buraya nasıl girerler?
- Hocam koşun. İyice yaklaştılar.
- Bu ayakla mı koşacağım? Siz koşun. Yardım çağırın. Bu gün Pazar. Her yer kapalı diye sokuldular buralara kadar. Çabuk koşun bir iki açık esnaf bulsanız bile yeter bunları geri püskürtmek için.
Öğrencilerim koştular. Ama ne açık bir esnaf ne de caddede kimsler vardı. Meğer herkes biliyormuş o günün Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin yedinci yıldönümü olduğunu. Biz hariç...
Beş dakika sonra etrafımda öğrencilerim de kalmamıştı. Birden gözümün önünde müthiş bir ışık belirdi. Sanki güneş benim gözlerimin içinden doğuyordu. Demir su borusu indi kafamın tam orta yerine önce, dizlerimin tüm dermanını alarak. İki saniye sürmedi boylu boyunca yere uzanmam. Ardından çivili sopa sırtıma sırtıma inmeye başladı. Bir daha...Bir daha...Bir daha...Sonrasını hatırlamıyorum.....
‘’Halkın Kurtuluşu’’ büyük bir zafer kazanmış ve 6 Mayıs 1972nin intikamını almıştı. Halkın Kurtuluşu, bu zavallı ve ezilen halkı kurtarmıştı benim kanımı akıtarak.
Ama daha da ilginç olanı vardı. Hastanede gözlerimi açtığımda başıma biriken arkadaşlarım, Manavgat halkından tanıdıklarım ve öğrencilerim bana’’ Geçmiş olsun ’’ diyeceklerine kutluyorlardı beni. Dava(!)uğruna gazi olmuştum çünkü. ’’Ne davası, hangi dava yahu?’’ demedim. Pisi pisine öleceğimi düşünürken bir kahraman oluvermiştim. Yüce Rabbim şehitliği nasip etmemişti bana. Çünkü bir müslüman evladından esirgediği şehitliği bir başkası için saklamıştı. Ama olsun gazilik de az buz bir şey değildi ve ben bunun tadını çıkarmalıydım.’’ Sağ olasın Halkın Kurtuluşu. Sayende kahraman bir gazi oldum.’’
Günler günleri kovaladı. Bir daha saldırıya uğramayayım diye komşum Mehmet abi günlerce elde tüfek kulağı seste benim için nöbet tuttu.
Beni fena halde dövenlerden davacı bile olmadım. Hepsi de tespit edilmişti. Manavgat Lisesinin yıllanmış öğrencileriydi. Hepsi de gariban çiftçi ailelerinin gariban çocuklarıydı. Yok yok onların bir suçu yoktu. Ben bile üç beş öğrenci toplayıp ’’ İndirin şunu ’’ desem uğruma cinayet işleyecek bir sürü beyni benim cebimde olan öğrencim vardı. Onların beyni de kim bilir kimlerin cebindeydi?
Yaz tatili gelmişti.
O günlerde pek çok gıda maddesinin olduğu gibi yemeklik yağın da sıkıntısı vardı. Her nasılsa bir kamyon dolusu teneke kutuda (15 kiloluk ) yağ gelmişti Manavgat’a. Herkes gibi ben de hücum ettim ve aldım. Otobüsün bagajına atarak ver elini İstanbul...12 saat sonra annemin o yumuşacık pamuk ellerini öpüyordum. Annem ise en az benim gelmeme sevindiği kadar o bir teneke yağa seviniyordu. Ama kafama ne olmuştu...Bende bir gariplik vardı ama ne?
Abime durumu anlattım ama anneme asla söylemedim. ‘’Düştüm’’ filan dedim. Sık sık düşerek bir yerlerimi kırdığımı bildiği için inandı garibim. Abim ise ’’ Bırak şu öğretmenliği ’’ dedi ya ,mümkün mü bırakmak?
Eve gelişimin ertesi günü Suna’lara gitmeye karar verdim. Uzun zamandır tek bir haberini alamamıştım. Şimdi o da evde olmalıydı. Bir sürpriz yapmalıydım ona. Hem kim bilir belki birlikte en azından bir sinemaya filan giderdik. ( Yaz günü ? ) Yaaa ne biliyim işte bir şeyler yapardık her halde. Umut bu....
Bana verdiği adresinden Suna’ların evi kolayca buldum. Hem Bakırköy hiç de yabancısı olduğum bir yer değildi. Orada daha önce muhtar katipliği yaptığım için tüm sokakları ezbere biliyordum.
Kapıyı aynen Suna’ya benzeyen bir kız açtı. Sunadan daha yaşlıydı ama...
- Mamaaaaa koş Sami geldi.
Sami mi ? Beni nereden tanıyorlar ki? İlk defa karşılaşıyorum ailesiyle.
Pek de yaşlı olmayan ama hayatın acıları yüzüne adeta yapıştırılmış, esmer bir kadın nefes nefese geldi hemen.
- Hoş geldin Sami evladim. İçeri buyur.
- Suna’ya bakmıştım teyze. Ben onun fakülteden arkadaşıyım. Hem beni nereden tanıyorsunuz şaşırdım doğrusu.
Kadıncağız ve Sunanın ablası başladılar göz yaşı dökmeye.
- Gel, gel, içeri buyur. Bu evde seni tanmayan br Allah’ın kulu yok. Haydi buyur içeri.
Bu kadar sese Suna’nın mutlaka çıkması lazımdı ortaya ama yoktu.
- Teyzeciğim. Rahatsız etmeyeyim. Suna varsa onunla görüşecektim.
Kadın ’’Ah Suna ah ’’ dedi ve daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.
- Gel evladim gel. İçeri gel de anlatayim sana Suna’yi.
Karnıma bir sancı girmeye, yüreğimde bir ezilme duymaya başlamıştım. Kötü bir şeyler olmuştu ama ne?
İçeriye girdik.
Gülvart anne ( Suna’nın annesinin adı buymuş. Gül ,malum Peygamberimizin kokusunu taşıyan çiçek. Vart ise Ermenicede Gül demekmiş.) Elinde bezlere sarılı ufak bir kutu ile geldi içeri az sonra...
- Evladim. Metin ol. Suna şimdi Yüce İsa’nın yaninda... Rabbim onu bizlerden aldi. 6 Mayis günü Deniz Gezmiş adına yapılan bir anma toplantısından dönerken bunların grup ile ülkücüler çatismaya girmişler. Suna gruptan kaçamamiş. Kisacasi oğlum, kör bir kurşun aldi Suna’mizi bizden.
Dünya başıma yıkıldı. Demek ki Manavgat’ta devrimciler beni devirirken aynı anda da bizimkiler (!)de Suna’yı devirmişlerdi kara toprağın üzerine. Yüce Rabbim benden esirgediği şehitliği (!) bir Ermeni kızına nasip etmişti. Ama hepsi keşke bu kadar olsaydı.
Gülvart anne benim gözyaşlarım içinde, elideki kutuyu açtı. İçinden bir hatıra defteri çıkardı. Defterin ortasındaki fotoğrafı uzattı önce bana. Ben, Suna ve fakülteden bir kaç arkadaş… Yarısı komünist, yarısı faşistlerden oluşan bir grup genç vardı o resimde. Benim resmim kalemle bir daire içine alınmıştı.
Daha sonra Gülvart anne defterin bir sayfasını açtı.
- Al oku..
Okudum. Şunlar yazıyordu:
Sami.
Diğer faşistlere hiç benzemiyor. Çok farklı biri. Ona karşı açıklayamadığım şeyler var içimde. Seviyor olabilirim. Ama imkansız ..Bu fikri kafamdan atmalıyım. Hem o katı bir müslüman, ben ise ermeniyim. Olmaz...Olamaz.... Keşke her şey çok farklı olsaydı.
Artık dayanamadım. Kaç saat ya da kaç dakika, belki de bir asır sonra uyandığımda Gülvart anne ve Suzan ( Suna’nın ablası ) kolonya ile şakaklarımı ve bileklerimi ovmaktaydılar.
- Bu fotoğrafı ve defteri bana verebilir misiniz?
- Kusura bakma evladim. Canimi iste onlari isteme benden.
- Peki o zaman. Sizden bir ricada bulunabilir miyim?
- Buyur evladim.
- Sizi bir kez daha ziyarete gelebilir miyim?
- Ne zaman istersen evladim.
Hemen oradan çıktım ve Ayvansaray’daki o 150 yıllık ahşap binaya koştum. Annemin ’’ Ne oluyor oğlum nedir bu telaşın. Hem neden ağlıyorsun böyle ?’’ sorusuna hiç bir cevap vermeden Manavgattan getirdiğim valizimi açtım. İçindeki eski günlüğümü kaptığım gibi tekrar Bakırköy’e doğru koşturmaya başladım. Akşam ezanı çoktan okunmuştu.
- Teyze ben yine geldim.
- Buyur evladim sefalar getirdin. Gel içeri..
- Teyze ben sana bir şey getirdim. Yalnız bu arada akşam namazım kaçıyor. Müsaade ederseniz burada kılabilir miyim namazımı?
- Ne demek evladim. Tabii ki . - Suzaaannnn Sami Bey’e bir seccade getir.
Seccade mi? Bir ermeninin evinde seccade?
Anlamıştı Gülvart anne ...
- Gelen müslüman komşular için..
Ben akşam namazını kılarken Gülvart anne göz yaşları içinde benim defterimdeki şu satırları okuyordu:
Suna...
Diğer komünistlere hiç benzemiyor. Çok farklı biri. O kadar güzel ki her zaman aklıma ’’ Koklamaya kıyamam/ Benim güzel manolyam şarkısını getiriyor. Ona sırılsıklam aşığım. Ama imkansız. Benim gibi bir topalı ne yapsın. Ayrıca sağlam olsam da olmaz. Bir müslümana kız verir mi hiç bir Ermeni aile...Olmaz, Olamaz...Aklımdan silmeliyim.
Silemedim be Suna. Silemedim işte ne yapayım silemedim.
YORUMLAR
hdcam sormadan geçemeyeceğim kim haklıydı kim haksızdı o günlerde geriye baktığınızda saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
O günlerde herkes kendisine göre haklıydı...Bu gübn bir futbol takımının taraftarı olduğu için bir başka takımın taraftarını öldürebilen ne kadar saçma bir şey yapıyorsa o gün de bir siyasi görüşün taraftarı olarak bir başka siyasi görüşün taraftarını öldüren o kadar saçma bir şey yapıyordu...Ama yapıyordu işte.
Selam ve sevgiler.
Bu yazıda hem tarih var hem duygular...
Gözyaşlarımı tutamadım hocam...Bu yazı güne gelecek...Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum....
sami biberoğulları
Ben de size selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
sami biberoğulları
Ben de size selam ve sevgilerimi yolluyorum.
Son bölümümdeki kendi öykünüzü daha önce de okumuştum, çok duygulandım. Herkesin kendince bir öyküsü var aşka sevgiye dair. Çok hüzünlüydü.
tebrikler,
ilk bölümde yazdıklarınız da çok etkiliydi. İnşaallah Bu Ali Osman'dan- Ali Osman'ayı kitaplaştırırsı
nız çok güzel gidiyor..
selâm ve saygılar..
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Ah hocam mermerim suyla oyulması gibi yürekteki o acı gitmez.Bir söz bir şarkı alır götürür insanı sana birşey yapamanın üzüntüsü var yüreğim de Allah sabırlar versin temennim.
Yazın her zaman ki güzel şeyleri bize veriyorsun dertlerim benim olsun diyorsun.Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Allah razı olsun.
Selam ve saygılarımla..
Değindiğiniz konular o kadar güzel ve o kadar doğru ki...
Bir o kadarda öğretici...
Aşağıda ki bölümde başınızdan geçen olay ve acı sonla biten bölümse ağlattı hocam. Başka hiç bir şey diyemiyorum. Üzgünüm:((((
Saygılarımla...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Hocam heyecanla takip ediyorum,yine çok güzel bir bölümdü selamlar...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
her yazında güzellikler deste deste hocam..... bahar dalı gibisin.....saygılar sevgiler
sami biberoğulları
O güzellik yazan elin değil ona bakan gözün güzelliğinden. Güzel baktığın için güzel görüyorsun. Allah senden razı olsun
Selam ve sevgilerimle.
seri oldukça güzel gidiyor. Sizin yazılarını bence bir çok kişinin(bende dahil) imla kurallarını öğrenme adına da okuması lazım...Tebrikler...Paylaşıma teşekkürler
sami biberoğulları
Sayfama şeref verdiniz...Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Mümkün olduğunca noktalamalara ve yazım kurallarına dikkat ederek yazmaya çalışıyorum ama yine de çok hatalarım olduğunu görüyorum. O bakımdan arkadaşlara örnek olma konusu haddim değil.
Bu arada ilk kez karşılaşıyor olmamıza rağmen sanki sizi tanıyor gibiyim. Bana kendinizden bahsederseniz çok memnun olurum.
Selam ve sevgiler.
kalbim paramparça yazık değilmi bu kadar zülmez ki
ah hocam yne yapyınız yapacağınızı
sevgi ve selamlarr
kalp acı çekince tekrar tekrar yazıp okumada acı aynı acı keder aynı keder bazende can acıtan pişmanlıklardır kim bilir
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA tarafından 4/21/2012 8:15:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Artık sanal mı, gerçek mi, Hakikat mı, kurgu mu olduğunu bile unuttuğum bu hikayenin el ilginç tarafı nedir bilir misin? Her okuıyuşumda ağlamam...Kim bilir belki de kendi uydurduğum bir yalana ağlayıp duruyorum işte.
Selam ve sevgiler.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler