- 2247 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Sonsuzluğa Karınca Manifestosu
İçimde bir garip yorgunluk ve boşluğun sahipsiz çığlığı, yıkıyordu duvarlarımı. Güçlükle ördüğüm ve işlediğim yaşam felsefemi alt etmek için çabalıyordu çevremde salınan paslı perçemler ordusu. Uyumak istiyor ve kirpiklerimi, sancağını gökten giydiren bir masalın kahramanı olarak görmek istiyordum sanki!
Toprak ıslaklığını seriyordu teninden firar eden gölgenin gözlerine. Göğün şakağına kollarını saran bir ahtapot gibiydi rüzgârın kanatları. Islık sesi geliyordu dağın ardındaki kayıp kentten. Gün, sonsuzluğun trenini saklıyordu tüm yolculardan.
Bu bir karıncanın yaşamın en kutsal dağına tırmanışının hikâyesiydi!
Toprağın teninden, atlasın göğsüne değecek cesareti gösteren zirveye minik ayaklarının tüm gürültülere aldırmadan başkaldırışıydı sanki! Amacının onu ayakta tutan gücünü bastığı toprağın göbeğine dek sağıyordu minik karınca. Dağ yüksekti, zirvesindeki umudu ona verecek kadar cömertti.
Dağın eteklerindeki üşümüşlük karıncanın varlığını sarıyordu. Bir tufan kopuyor, bir güneş açıyordu bu zorlu yolculukta karıncanın etrafını. En çok da sert rüzgârlar onu üzüyordu. Minik bedeni rüzgârın karşı konmaz esişine kafa tutsa da arada sırada gün boyunca tırmandığı yerden aşağıya yuvarlanıyordu. Ve sanki esinti bittiği zaman yeniden doğruluyor, minik ayaklarına batan dikenleri temizliyor, yeniden başlıyordu tırmanmaya.
Atlasın sahibi olan bulutlar güneşe göz kırpıp hafif bir gülümseme ile karıncaya ara ara yağmurlarını döküyorlardı! Güneşin kavurucu sıcağı onu en çok terleten ve yavaşlatandı.
Yine böyle düşe kalka dağı tırmandığı günlerden bir gün karıncanın karşısına kabuğunun ağırlığında yaşama duruşundaki gücünü ispat eden kaplumbağa çıktı.
_ Karınca kardeş! Sakın yaşadığın zorlukların ve tekdüze anların seni sadece yaşamaya yetecek duygulara dönmeni sağlamalarına izin verme. Bilirsin benim hikâyemi! Sabır ve inanmaktır başarının ve menzile ulaşmanın yolu. Amaçsız bir varlık güneşsiz semaya benzer. Güneşini kimseye verme. Onu sen al ve ona sen koş ki o minik bedeninde barınan dev nehir aksın okyanusuna!
Karınca hem yoluna hem de soluk soluğa kalmış yanıyla kaplumbağa ile sohbete devam eder…
_ Biliyorum zirve çok uzak ama ben yüreğimin ve düşlerime en yakın umudun elinden tuttum ve amacımın kozasına sakladım zor zamanlarda kullanacağım “hadi ninnisini”. Annemin bana yaşamın içindeki koridorları gezdirirken duvarlarımda yansıttığı en değerli nasihat şuydu sevgili kaplumbağa “içindeki ninniyi hiçbir uykuya teslim etme! Uyuma yavrum. Sen uyurken büyür yaşamın kutsallığına sarılan gerçekler. Sakın o gerçeklere geç kalma yavrum. Sakın!”
Kaplumbağa şaşkın bir eda ile
_ Ne yani bir ninni senin yaşam felsefen mi oldu? Aslında haklısın! Geç kalmak diye bir şey yoktur diyorlar ya! Var var sevgili karınca. Ama geç kalanların penceresinin tozunu alıp kendi pencerendeki ışığı yansıtmak var. İşte benim sabrın kehânetinde büyüttüğüm başarım senin o minik ayak izlerinde bereketlenen felsefe ile o kadar alakalı ki. Hadi! Hadi yola devam!
Karınca bu minik sohbetin ona kattığı enerji ile adımlarını daha hızlandırır. Kaplumbağanın siluetine bakarken bir damla yaş dökülür gözlerinden. “Ben teslimiyetin bu tonunu istemiyorum ben minik bedenimi büyük düşlerime kardeş etmek yoldaş etmek istiyorum.” diye kendi kendine konuşarak dağın eteklerinde zirvesinin türküsünü söylemeye başlar…
Gün geceyi, gece sabahı, sabah kendi içinde ki rotayı büyütmeye devam ederken dağın zirvesinde düşlerini gerçeği ile buluşturacak olan karınca diğer karıncalarla karşılaşır. Karıncalardan bazıları kışa hazırlık, bazıları günü yaşamak, bazıları da zirveye düşlerini diken karıncanın adımlarını izleyerek kompozisyonu yaşam olan bir tablonun parçası olmanın bakir ayrıcalığını yaşıyorlardı.
Karınca dağın tam orta yerine gelmişti ki seslerin cümbüşünde sesini yitiren bir kargaşanın duvağına takıldı ayakları. Çıkar prangasını seslerinde resmedenlerin gürültüsünün ördüğü duvak, onun yolculuğuna devam etmesini engelleyecek bir tehlikeydi artık. Ayağını biraz daha zorlasa minicik bedeninde bir parça kopacak, zorlamasa yoluna devam edemeyecekti! Bir gelinciğin gövdesinde dinlenen bilge uğurböceğine takıldı gözleri. Çünkü ona doğru gelişindeki her ayrıntıda felsefesine yaşamın girizgâhındaki en keskin noktaları yüklemiş bir duruş vardı.
Uğurböceği kendinden emin ve rahat bir tavırla,
_ Karınca kardeş dikkat et ve yum gözlerini! Atacağın adımın dağın zirvesinde melez bir düşün dergâhındaki seni bekleyen o gerçek anlama gitmene engel olma ihtimalini de düşün. Geç git ama hiç gitmemekten yeğdir değil mi?
_ Ama ben biran önce gitmeliyim. Bu kargaşanın beni yavaşlatacak olan duvağından kurtulmalıyım. Ayağımı yitirirsem bir daha yürüyemem duvaktan kurtulamazsam da!...
İç çeker karınca…
Dağın eteklerinden toprağa düşmek ve göğün göğsündeki düşünü öksüz bırakmak işine gelmiyordu. Alnından dökülen ter uğurböceğinin kanadının birine damlıyordu. Uğur böceğinin umut yüklü kanadından cümleler ve cümlelerin göğünden keskin kelimeler dökülüyordu karıncanın ayağının dibine. Göğün alnından sanki bu iki minik bedenden çıkan sohbete eşlik etmek isteyen yağmur tanelerinin edebi çiseleri damlıyordu. Karıncanın ayak izine ıslak alfabesini bırakan gök, onun gölgesini emziren uğurböceğinin cümlelerini işliyordu güne.
Karıncanın dağın zirvesine kavuşmak için çıktığı yolculuk da kargaşanın elçiliğini sürdürerek onu yolundan etmeye çalışan duvak, karıncanın ayağına pranga olmaktan vazgeçiyordu aniden! Ve payına düşeni almanın kârı ile tozu dumana katan bir rüzgârın ıslığına hapsediyordu kendini. Ta ki başka bir gücü tükenenin kuyusunda hüzün kokusu bulana dek!
Karınca duvaktan kurtulan bedeninin coşkusu ile uğur böceğine dönerek
_ Şartsız bir bereketin bendeki mucizesi oldun bilesin. Sen çıkmasaydın karşıma inan ki ya olduğum yerde keşke terennümünü ezber yapacaktım. Ya da dağın eteklerini terk edişimin hazin hikâyesini sayfa sayfa yakacaktım ruhumun küller diyarında. Ve düşlerime değen külün bir daha hiç gül büyütmeyecek çağrısını emzirecektim belki de…
_ Karınca kardeş ben bir şey yapmadım. Sadece içindeki kısık sesi duyman için kanadımdaki umut rengini ayaklarına sağdım o kadar! Hadi! Şimdi zirvendeki düğüne yetişmek için dağın eteklerindeki azim kınasını oraya yetiştirme vakti. Hadi! Amacının kutsal sayfalarını tek tek beni düşünerek oku ve her zaman yanında olacağımı bile bile çık düşündeki zirve makamında seni bekleyen asıl özete…
Karınca, ayak izlerinde beliren aynaya son defa bakıp uğurböceğinin şefkatli sesini de sararak tenine devam eder dağı tırmanmaya. Sinsi bir gölgenin onu takip eden tılsımını hisseder ama arkasına bakmadan ilerler! Gecenin yiğit duruşunun ona kattığı cesaret, uğurböceğinin kanadından kalan umuda hâr düeti ile parçası tamamlanan yapboz parçası gibidir aslında.
Rüzgârın dudaklarından akan ateş gözlerine yansıyan rotayı yakıyordu karıncanın. Ama Bilge uğurböceğinin söylediklerini tekrarlıyordu ve anneciğinin söylediği şu cümleler aklından gitmiyordu “içindeki ninniyi hiçbir uykuya teslim etme! Teslim etme...”
Telaşının otağına ektiği sabrı yavaş yavaş ona kocaman bir kale oluyordu. Ne garip! Ne gece, ne rüzgârlar ne de nerden geldiği belli olmayan kuyusu derin fısıltılar onu korkutmuyordu. Düşlerinin gelini olan zirvesindeki düğüne bakıyordu. Az kalmıştı…
Mumyalanmış kısır sancılar sarıyordu zirveye yaklaştıkça ruhunu. Karınca iç sesinin hıçkırığını sökerken gizem ile örülmüş duvardan, ona doğru yaklaşan gölgenin avuçlarında buldu kendini. Çırpınıyordu ve çırpındıkça dağın eteklerine yuvarlanıyordu… O yuvarlandıkça sabrının duvarında uğurböceğinin yansımasını görüyordu. Ve birkaç damla gözyaşı!
Yok yok!...
Akıttığı terler hatırına, inandığı değerler hatırına, kendine verdiği söz hatırına amacının otağında düşlerini bağdaş kurdurup gerçekleriyle kucaklaştıracaktı. O bunları düşüne düşüne minik bedenindeki o koca ağırlığı dağın teninde gezdirirken ayrık otlar ordusunun üzerine geldiğini gördü! Silahları kocaman kocaman dikenleriydi. Bir tanesinin onu kucaklaması bile nefesinin kesilmesine yeterdi. Göğe dikmişti gözünü. Göğün şakağından inen ipi gördü gözleri. İp zirvedeki huzur ve başarı dergâhının kapısına bağlanmıştı ve o ipi tutmalıydı. Tek bir şansı olduğunu fısıldadı kulağına belirsiz ses!...
Yanı başındaki taşın üzerinde beliren yazı dikkatini çekti! Sabrın kehânetini imzalayan cümle şöyle diyordu “Ey Can! Sana bir daralma gelirse yararınadır; Kaygılanma! Sürekli yaz mevsimi olsaydı, güneş bahçeyi yakıp kavururdu… Mevlâna”
Karınca bu yazının ona verdiği son cesaret ile uzandı. İpin ucundan tam tutmak üzereyken elleri kaydı. Aşağısı sonsuz uçurumun kıyamet basamağıydı. Ve yukarıda sadece bir ipe tutunarak çıkabileceği huzur ve umut dergâhı vardı ki!... Gözlerini kapadı bilge uğurböceğinin kanadının yorgun bacaklarını taşıdığını hissetti ve düşerse parçası bile kalmayacak bedenine son vedasını yapmak için kendine dokundu!...
Rüzgârın ıslığını emziriyordu gece. Kirpiklerim uykumdan firar ettiği an gözlerimdeki fer avuçlarımdaki ter ile buluştu. Uyuya kalmıştım! Uyandığım an da elimde kalem ve üzerinde bir karıncanın sonsuzluğu düşleyen bir resmi vardı!...
Mehtap Altan
2012
YORUMLAR
İnsan kendini bir karıncanın yerine koyabiliyor ,rüzgar nereden gelecek ve nereye sürükleyecek
.http://www.youtube.com/watch?v=xfTtUxyjOaE
Mehtap ALTAN
sevgimle Aysu...
KArınca deyince aklıma bir arkadaşımın karıncalı amakötü bir anısı geliyor Mehtap...
Yazını okudum ve kurguna hayran kaldım...
Tebrikler...
Mehtap ALTAN
Teşekkürler düşüncelerin için...
bu arada karıncalarla çok çok özel bir bağım vardır onuda ifade edeyim yeniden.
ve kutlu Doğum haftan hayırlara vesile olsun
sevgiler..
Mehtap ALTAN
Kutlu doğum haftası tüm islam alemine hayırlara vesile olsun dediğin gibi...
Sevgimle...
az önce konferanstan geldim ve öyle çok yorgunum ki adaşım.
bu günlük önce puan verip yazını yarın okuyayım inş.
güzel olduğuna emin olarak
tebriklerimle
Mehtap ALTAN
bu yüzden hep yorulasın diyorum adaşım...
teşekkürler...
Mehtap Yıldız
zor günlerin ardından dökülen köz yorgunluklarımdır bunlar...
hayır üzre hep inş
eyvallah şairem....
Mehtap ALTAN
geç kalmak yok değil mi...