- 2784 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hoşgörü
“Çin’de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı testilerle
dereden su taşırmış evine…
Bu testilerden
birinin yan kısmında çatlak varmış… Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu
suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve… Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki
sene her gün bu şekilde geçmiş.
Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış… Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş:
“Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor…” Adam gülümseyerek dönmüş testiye; “Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.
Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum…
Senin tarafına
çiçek tohumları ektim… Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın… 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim” diye cevap vermiş.
Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz
Her birimizin kendine has kusurları vardır.
Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan, mükâfatlandıran, renklendiren…
Etrafımızdaki her kişiyi, oldukları gibi kabullenin… Onlarda da ki kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün…”
Adında da gizlidir duygu seli!
Her bakmak, görmek değildir. Fakat, hayata görmek için bakmalıyız!
Kişiden kişiye göre her nesnenin, cismin tanımı, tanımlanması değişmekle birlikte, görmek; gördüğümüz ve hissettiğimizi –bazen, bazı şeyler hissedilerek görülür- algılamak, anlamak, anlam yüklemek, tarifi mümkün hale getirmek demektir!
Her hangi birinin, birisinin; bize bir şeyi anlattığı an anlatılanı hayal eder, düşüncesel olarak beynimizde canlandırırız! İşte bu an; görmediğimize, bilmediğimize, görmüş gibi, biliyor gibi beynimizde şekil verme ve tanımlama anıdır.
Hiç bilmediğimiz, görmediğimiz bir nesne, cisim anlatıldığında anlatanın anlattığına göre onu kafamızda şekillendirir, bir boyuta sokmaya çalışır, renkler veririz. Hatta hiç gitmediğimiz, bilmediğimiz bir şehir, yer bile anlatılsa, anlatanın anlattığına göre o şehirde, yerde düşüncesel olarak -beynen- dolaşır, gezeriz!
Hoşgörü duygusu da aynen böyledir!
Hoş görmemiz gerekeni, beynimizde hep iyi ve hoş olan tarafından tanımlamak, yorumlamak, hep hoş olan açısından bakmak, bakabilmektir!
Hoşgörü kelimesini, HOŞ ve GÖRÜ olarak ikiye ayırdığımız zaman, aslında ne yapmamız gerektiğini anlatmaya gerek bile yoktur! Fakat, bu duyguda ortaya konmak, yaşatılmak, bakmamız istenen görüş açısı, hoş olanı hoş görmemiz gerektiği değil, hoş olmayana hoş bir açıdan bakmak, bakmayı bilmek gerekliliğidir; hoşgörü!
Hoş olmayan, beğenmediğimiz her hangi bir şeyi sadece ve sadece kendi kişilik sınırlarımız içinde hoş görmemizin, bakmamızın adıdır hoşgörü!
Başkasının adına görmek, bakmak, fikir üretmek, değerlendirme yapmak ise; bu kez hoş olamayan sonuçların doğmasına neden olur, olacaktır. Yani, kendi kişilik sınırımız aşılarak başkasının kişilik sınırı ihlal edilecektir.
Hoşgörü ile saygının bir birinden bağımsız hareket etmesi imkânsızdır. Göbek bağı ile birbirine bağlı iki kardeş gibidir saygı ile hoşgörü!
İçinde barındırdığı çok geniş anlama ve anlayabilme duygusu olsa bile; saygının kalın olarak çizdiği kişilik sınırı asla aşılmadan, başkasının kişilik sınırları her ne şart altında olursa olsun ihlal ve ihmal edilmez, edilmemelidir!
Bir insanın kişilik sınırlarını aşmama, ihlal ve ihmal etmeme düşüncesi; insanda yaşanan duyguların birbirine nasıl bağlı ve bağımlı olduğunun en belirgin özelliğini burada görmek mümkündür.
Kendi sınırlarımız içinde hoş olmayan bir şeyi hoş görürken, görebilirken; başkasının adına hoş görmek, değerlendirme yapmak, karar vermek, onun kişilik sınırlarına atlamak saygısızlığı meydana getirir.
İnsanlık hali -psikolojisi gereği- insanların genelinde beğendikleri, yani; hoş olanı, hoşlarına giden her şeyi seslerini çıkarmadan, hoş olan duygu seli ile karşılayarak kabul ederler. Hoşlarına gidenin, beğendiklerinin nedeni bazen hiç sorulmaz bile; neden diye? Ama, kabul edilir! Çünkü; hoş olan, beğenilen bir şeydir! Yaşanılması, tadılması güzeldir! Güzel olanı herkes beğenir!
Fakat, insanların yine büyük bir kısmı; -psikolojileri gereği- , -bazı kişiler hariç olmakla birlikte- kendi menfaati ve menfaatine olmayan, ucu azıcık da olsa kendisine hoş olmayan şekilde dokunan her şeye tepki gösterip, sorgulamaya başlarlar!
Tepki gösterilen ve sorgulananın bazen kendileri ile hiçte ilgisi olmayabilir! Fakat, onlara göre yapılan, söylenen hoş olmayan, beğenmediği bir şeydir!
Yine, bu konuda duyarlı olan kişi ve kişileri ayırarak, insanların geneli; bir sana iki bana, iki bana bir sana düşüncesiyle, ne beğendiğinin nedenini sorar, ne de beğenmediklerinin! Her halükarda kendilerini düşünürler; bir sana iki bana, iki bana bir sana misali!
Hoşgörünün bakma açısı vardır; gözle bakarsın, gönül gözü ile görürsün! Almayı beklemeden, her seferinde verirsin!
Bazen iyi niyet olur; özünde saf ve sade…
Bazen anlayış olur; katısızdır yorumlar…
Bazen ılım olur; dengede durursun…
Bazen görmemek olur; kör olursun…
Bazen duymamak olur; sağırdır kulakların…
Bazen susmaktır; lal gezersin…
Bilmemek olur bazen; oralı bile olmazsın…
Bazen arka dönmek olur…
Bazen bir tebessümdür :)…
Bazen eğilmek olur; yere kapanırsın…
Bazen merhamet olur; damla damla düşer gözden!
Gözle görülenin, gönülle birleşmesi neticesinde meydana gelen ve hoş olan duygunun yansıtılması, dile getirilme ifadesidir; hoşgörü!
Bu duygunun ifade edilişinde hiçbir zaman olumsuz, olumsuzluk tarafı yoktur; öğretici ve eğiticidir! Öyle bir an gelir ki; yapılana karşılık gösterilen hoşgörü mahcubiyetten insanı yerin dibine sokar, öyle bir an gelir ki; insanı göklere çıkartır!
İnsan hayatında; anlamanın, anlayabilmenin çok önemli olduğunu söylemiştik. Çünkü; hoşgörü duygusunun yaşanabilmesi, yaşananın yansıtılabilmesi için olumsuzluğu, hoş olmayanı anlayarak, nedeni ile birlikte olumlu yönde bakma yetisine ulaşmak ve uygulamak buna bağlıdır!
Bu yeti; meydana gelen olumsuzluğun nedenini araştırarak anlamayı, anladığımızı ise; gönülden gelen yapıcı bir bakış acısı ile olumlu yöne çevirme işidir!
Bazen kendisini eleştiride de gösterse; eleştiren, eleştiriyi yapan kişide art niyet olmadığı sürece, her eleştiri yol göstericidir.
Yıkmak çok kolaydır!
Yapmak ise, çok zaman ve emek ister!
Maddi olarak yıkılanın yerine yenisini koymak, aynını yapmak mümkündür! Fakat, manevi olarak yıkılanın yerine yenisini koymak, eski haline getirmenin imkanı yoktur!
Bazen olduğunu sanarız, eski haline geldi deriz; ama, asla eskisi gibi olmaz, olamaz!
Bazen isteyerek, bazen istemeyerek kendi elimizle, dilimizle koyduğumuz iz sonsuza kadar bir kara leke gibi kalır!
“Ne olursan ol yine gel” diyen, Hz. Mevlana’nın sesine kulak vererek ve hoş görüsüne sığınarak; sonucu ve sebebi ne olursa olsun, hoşumuza gidene veya gitmeyene, giderene veya gidermeyene; “önce insan” düşüncesinden hareket etmeliyiz!
İnsan gönlü bir testi gibidir!
Fakat, herkes karşısındakinin testisinden sulanır! Kırarsan susuz kalırsın! Kırmadan bakarsan; ne susuz kalır, nede susuz bırakırsın!
Testilerimize sahip çıkalım!
Cengiz KORKMAZ & SANℂ⋆KTAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.