- 677 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
YOL-1
İşte o anlar görülen ama unutulan düşlerin arasında suskunca kalırdım pencere kenarımda. Denizi düşünmek yada kenarında bir yerine düşen mavi misketimi düşünmek eş anlamlıydı benim için.
Kemer izinden yanan sırtımın acısını bile unuturdum bunlara dalarken. Gözlerim yorulurdu.Çıplak ayakla beton zemine basarak ranzama yüz üstü uzanırdım üstüme battaniye atmadan.
Sırtımdaki pijama bile yeterince ağırlık yapıyordu yarama.Tanrı’ya dua ederdim.Bana parlak misketler versin diye.Dubardaki tel örgülerin üstünden gökyüzüyle buluşacak bir şeyimin olması için dua ederdim.
Ardından ertesi gün için rahip Martin’den nasıl dayak yemeyi hak edebilirim diye planlar kurardım, uyurken.Misket parlaklığındaki fikirlerim hep işe yaramıştı o yıllarda.Ama her şeye değiyordu sırtımdaki yaralanmalar.
Bu sayede ben her gece Tanrı’ya dua ediyor,Rahibe Rose’un ellerini yanaklarımda anne gibi okşmasına neden oluyordu. En önemlisi de o mavi misket ritüelimi gerçekleşiyordu.
Bir de her gece, yaralı sırtım için, Tanrı nın melekleri gelip kanatlarıyla sırtımı okşamasıydı. Bu yüzden Rahip Martin’i hep çok sevişimdir. En çokta siyah deri kemeriyle sırtıma vurduğu günler. Onun içinde her gece dua ederim çok yaşasın ve beni Tanrı yı unutturmaması için.
Nedenini bilmediğim bir şekilde Rose’ da dua ederdim garip şekilde. Çocukluk işte. Onun en çok evlenmesi bana bir kardeş vermesini isterdim. Kazandığım ikinci parlak misketi onun erkek çocuğuna verecektim.
Ve o küçük kardeşimi ona çelme dolayan arkadaşlarından koruyacaktım.Gerekirse pataklayacaktım ona zarar verecekleri. Rose’un; her gece sırtıma merhem taşıyan bir melekle evlenmesini isterdim.Bazen bunu düşlerimde bile görürdüm.O an uykumda gülümsediğimi gündüz bile hatırlardım.
Sabahları en erken kalkanlardandım geç de olsa yatmış olmam bir şey değiştirmezdi. Planlarımı gözden geçiriken bakır rengi gökyüzüne bakar bir an önce mavi olmasını sabırsızlıkla beklerdim.
Diğer sabırsızlığım ise avluda kazanaçağım birini tel örgünün üstüne atmak, kalanları duvarda parçalamaktı. Bir de kaç kemer yiyeceğimi hesaplamaktı.
O günlerden aklımda kalan şeylerden biride; ya Rahip Martin yaşlanıyordu ya ben alışıyordum kemerli dayaklara ya sırtım nasırlaşmaya başlamıştı yada o sırada ben büyümeye başlamıştım.
Bunu harırlayışım bunları yazarken kullandığım kalemdi elimdeki. Bu aralar sık sık mürekep doldurur kağıt bitirir oldum. Neyse.
Her geçen gün Rahip Martin bana daha şefkatli kemer vurmaya başlamış.Ben ise her yediğim darbede neredeyse gülecek olmuştum.Çünkü artık mavi misketlerim duvara çarpmadan yada tele çarpıp yere düşerken kırılmıyordu.
Kalemle her gün üstten attığım mavi bilyelerin sayısı için son zamanlar çeltik atmaz olmuştum.Artık her birini duvarın ve tellerin üstünde atmaya başarıyordum.İşte o gün bunları yazdığım kalemimi o zamanın anısı olarak saklamaya karar vermiştim. Ama misket atmaya ve dayak yemeye devam ediyordum.
Atacağım en mavi misketimi hiç atmıyordum. Biliyordum okyanusa ulaşmazdı. Ama bir gün ben o okyanuslara büyük bir gemiyle gidecektim.Hemde buz dağlarına çarpmadan. Dokunacaktım.
Hatta çizik attığım kalemime mavi bir okyanus mürekkebi çekecektim.
Rahip Martin, bir gün ilk kez yüzünde bir tebessümle benimle konuştu. Ak düşmüş sakallarının arasındaki dudakları açıldı. Ama o esnada benim kafam yine gökteki mavideydi...
klavye yorgunluğu olsada...PİNK FLOYT diyorum...