- 878 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
RIZA AKDEMİR’İN ARDINDAN
Ben, O’na, ismiyle hiç hitap etmedim. Hep “ Ağabey” dedim. Esâsen; büyüklerime, isimleriyle hitâp etmek, bana hiç hoş gelmedi/gelmiyor. Meselâ: Feyzi (Halıcı) Ağabey, Çınarlı (Mehmet) Ağabey, Nevzat (Türkten) Ağabey, Yavuz (Bülent Bâkiler) Ağabey,Bahtiyar (Vahapzâde) Ağabey, Kabaklı Ağabey,Niyazi Yıldırım Ağabey...bunlardan birkaçı!
Rıza Ağabey’le ilk defa, 28 Haziran 1997’de, Niksar Belediye Başkanı Ahmet Duran Ünverdi’nin tertip ettiği “Şiir Şöleni”nde tanıştık.
Niksar Kalesi’ndeki fotoğrafımızdakilerden, artık, ne Hüseyin Yurdabak , ne Halil Soyuer, ne Göktürk Mehmet Uytun ve ne de Rıza Akdemir yaşıyor!..
Allahü teâlâ Âl-i İmrân sûresinin 185.âyetinde: “ Her nefs ölümü tadıcıdır.” Buyuruyor. Herbiri, kendilerine tayin edilen zaman dilimini tamamlayıp, ardarda Hakk’a yürüdüler.
Hepsi güzel insanlardı!.. Hepsine, rahmet diliyorum.
Rıza Ağabey, bir başka güzeldi; sevgi doluydu, heyecanlıydı, fikir yüklüydü,muhabbetliydi, fedâkârdı, azîmliydi, çalışkandı...Yüksek bir “İslâmî-millî şuûra sâhip”; dâimâ kılık- kıyafetine itinâ gösteren, kibar; fikri ,heyecanı kadar ve heyecanı da fikri kadar mükemmel ve makbûl, ateşli bir hatip, nezâkete numûne bir beyefendi insandı. Milletseverdi, vatan severdi, bayrak severdi,insan severdi!..
1930 yılında Rize/Anzer ( Ballıköy)’de başlayan fâni hayat yolculuğu, 9 Nisan 2012’de Ankara’da son buldu. Birçok ilimizde valilik yaptı, İçişleri Bakanlığı Müşteşar Yardımcılığı’nda bulundu. Devlet idâresindeki üstün hizmetleri yanında, yazdığı şiir ve fikir eserleriyle gönüllere taht kurdu. Yirmi beşin üzerinde eser yazdı.
Son defa, 23 Ekim 2010 târihinde, Samsun Şiir Günleri münâsebetiyle geldiği Samsun’da görüşmüştük. Rahatsızdı. Fakat, bunu, hiç kimseye belli etmek de istemiyordu. Hep neş’eliydi.
Sanıyorum, Samsun Türk Ocağı’nın merdivenlerinden inmek üzereydik. Rıza Ağabey’le benim aramda Yavuz Bülent (Bâkiler) Ağabey vardı. Kolundan tutup ve beni kestederek, müşfik ve samimî bir ifade ile:
-Bu adamı tanıyor musun? Dedi.
Bu cümleyi dalgınlıkla söylediğini ikimiz de anlamıştık. Ben, tebessüm ettim. Yavuz Ağabey, gayet ciddî bir şekilde, tavrını hiç bozmadan:
-Kimi? dedi; bu adamı mı? Kim ki, bu adam?
Rıza Ağabey, ikimizin de yüzüne baktı. Durumu hemen kavramış olacak ki, üçümüz de gülüşerek el ele tutuşup merdivenleri indik.
O, bir kültür adamıydı. Önde yürümesini bilen “ nâdirler”dendi.
İlk, orta ve lise öğrenimini Samsun’da yapmış ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra da ilk meslek hayatına “ Maiyet Memuru” olarak Samsun’da başlamıştı. Bu sebeple olacak, Samsun’un O’nda çok önemli bir yeri bulunuyordu.
Seneler sonra, yazdığı “ Samsun Hâtıraları” başlıklı şiirini, benimde bulunduğum bütün toplantılarda okuduğunun şâhidiyim.( Ammâ; esefle söyleyeyim ki, Samsun, Rıza Ağabey’i vefâtında bile hatırlamadı. ( “ Vefâ” denilen şeyin mânâsını anlamakta gerçekten zorlanıyorum!..)
Yüz iki mısralık “ Samsun Hâtıraları” şiirinden,- O’nun hâtırasına hürmeten- birkaç beyit sunmakla iktifâ edeceğim:
“ Uzun bir yolculuktan sonra Samsun’a indim;
Dolaştım sokakları, sâhillerde gezindim.
Gençliğimin cenneti, ey büyük emel şehir!
Ey kutsal bir dâvâyı başlatan temel şehir!
Bağrımın ateşine su veren serin pınar;
Merhaba!...gölgesinde huzur duyduğum çınar! “
(.)Söylendiği zaman bir yerde İstiklâl Marşı,
Dururdu yürüyenler, susardı bütün çarşı.
Tüklüğün gururunu alnımızda taşırdık;
Hele bir bayrak görsek biz de bayraklaşırdık.
(.) Elvedâ…Kurtuluşun eşiği olan şehir!..
Elvedâ, hâtıralar beşiği olan şehir!
Çınarlarında adım, göklerinde sesim var;
Son günlerimi sende yaşamak hevesim var! “
Bu söylediklerine ilâve edecek neyim olabilir ki!..Hiç!..
Gençlik hakkında kitabı olan, sanıyorum ki, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’den sonra ikinci fikir adamı Rıza Akdemir’dir. Başgil Hoca’nın 1949 yılında yazdığı “Gençlerle Başbaşa” adlı küçük, fakat emsâlsiz eserinin bir tâkipçisi olarak, 1977 yılında Damla Yayınevi tarafından neşredilen ve ithâfında: “ Bu eserimi, “ Güneş sağ tarafıma, ay da sol tarafıma konsa, bu dâvâyı terketmeyeceğim”diyen Hazret-i Peygamber’in yolunda hak için, bayrak için şehîd düşen altmış altı vatan evlâdının ölmez hâtırasına adıyorum.” diye başlayan “ Türk Gençliğine Mektuplar” adlı kitabı, başlıbaşına takdîre şâyândır.
Bu vesîleyle; bu kıymetli eserinden de bazı numûneler sunmak istiyorum:
* “ Altı delik bir ayakkabı ile gezmek, derisi yırtılmış bir suratla dolaşmaktan çok daha iyidir.” ( sy.10)
* “ Türkçe, târihin akışı içinde tekâmül etmiş, güzelleşmiş, her mefhûmu, her mânâyı, her fikri ifadeye muktedir, zengin, renkli, şiir dolu bir mahiyet kazanmıştır. Bu lisan, çağlar boyunca Türk zevkinin, irfânının, idrâkinin en güzel tercümanı olmuştur. “ ( sy. 33)
* “ Mevlâna’yı, Köroğlu’nu, Yunus Emre’yi, Battal Gazi’yi, Dede Korkut’u, Ulubatlı Hasan’ı, Mimar Sinan’ı, Hz. Ömer’i, Ebû Zer’i, Kılıç Aslan’ı, Nasrettin Hoca’yı yaşatacağız sahnede…Türk Milleti’nin haşmet dolu sayfalarına, yiğitlik, feragat, cesâret ve irfân dolu günlerine açacağız perdelerimizi…
(.) Öğrenci, ilim kalesine Türklük Bayrağını çekmek için kitaba, kaleme daha çok sarılacak…”(s.59)
Sözlerimi, “ Türk Gençliğine Mektuplar”ın son satırlarındaki nasihatiyle bitiriyorum. Diyor ki:
* “ Son nefesine kadar milletine karşı ebedî bir borç yükü altındasın.
KUR’ÂN,
VATAN,
VE BAYRAK SANA EMÂNET…
Allah, bu milleti, bu vatan sathı üzerinde ve Albayrağın gölgesinde mukaddes kitabını okumaktan mahrûm kılmasın…” ( sy.104)
Daha ne desin, değil mi?
Niyâzım; Rabb’imizin merhametine ve Peygamber Efendimiz’in de şefâatine mazhar olmandır. Rûhun şâd ve mekânın cennet olsun, Rıza Ağabey!.. .
M.Halistin KUKUL