İÇİMİN CAN SESLERİ
Soğuk bir mevsimin ilk günlerindeydik henüz…Kapı aralığından sızan bir ışık gibi girmişti içime.Kelimelerimi seçerek konuşmak zorunda hissediyordum kendimi.Sanki ağzımdan kaçıracakmışcasına bir sırrı,sanki
uyku ile uyanıklık arasında bir
zamanda gibi…
Üşümüş,telaşlı,huzursuz ve yalnızca birkaç tek atıp gitmek için kendimi attığım bu köhne meyhanede kalabalık bir gurupla karşılaşmak daha da germişti beni.Sanki tüm gözler üzerimdeymişcesine kadehe uzanan ellerimi saklamak istiyordum,gözlerim kaçamak başıklarla karşılaşmasın diye sırtımı dönmüş, yanmakta zorlanan kirli ,sarı bir mum ışığına teslim etmiştim bakışlarımı.
Yine de boynumun ince yerlerinde bir çift göz geziniyordu.Hissediyordum.Kısa ,tıknaz ve gözleri yuvarlak bir
kadın o kirliliğin içerisinde elinde bir
kahve fincanı fal bakıyordu masada.İçimden geçmedi değil bana da baksada hayatın gerçekliğinden bir parça uzaklaşsam .Saçmalıyorumdum.Fala inanamayalı çok olmuştu.En son bir b
aşka şehirde baktırdığım bir
kahve falında falcı
kadının “dönecek sana “ dediğini hatırlıyorum.
O gün bugün dönmediğine ve ben hala yalnızlığın dibindeysem fallardan da bir şey olmaz dedim kendi kendime…Acaba masadaki hangi umutsuzun umudu olmaya çalışıyor kimbilir diye geçirdim içimden.
Neden birkaç kadehten sonra hayat felsefesi yapar ki insan?
Ülkeler gibi hayallerde içki masasında mı kurtrılıyor artık ? Belki de …
Masanın başında kalın parkasını çıkarmadan saz çalmaya devam eden adam öyle güzel söylüyor ki! İçimden acaba istesem benim içinde sarı gelin i söyler mi diye geçiriyorum.Hay huyum kurusun istemeden duramıyorum.
Hafifçe adama doğru eğilip oturduğum tabureden ;
-Sarı Gelin ‘i söyler misiniz benim için ?” diyorum.
Aslında tanıyorum adamı. Adı Mustafa..Bir hastanede ambulans şöförü .Kürt kökenli bir
çocuk.Bizim Handan’ın uzatmalı
aşkı.
Hep aynı meyhanede içen insanlar bir süre sonra senin benim diye konuşuyorlar işte.
Olur anlamında başını hafifçe oynatıyor Mustafa.
Boynumdaki gözlerin sahibi yanlızca hafif bir el hareketiyle masaya davet ediyor beni.
Sanki dansa kaldıran bir kavalye edasıyla.Salon erkeği gibi öyle naif ki elleri.Sigaramı ve dahil neyim varsa ardımda bırakıp ,yanında ki boş sandalyeye oturuveriyorum.
Tek kelime etmiyor Mustafa şarkıya başlamış,dudak hareketleriyle eşlik ediyoruz.Gözucuyla bakmak istiyorum adama.Esmer,omuzları eğik ,yorgun bir hali var.Sürekli gözlüğünü çıkarıp
gözyaşı siler gibi rahatlatmaya çalışıyor bakışlarını.
Göğüslerinin altında birleştirdiği elleri masanın altından ellerime dokuyor…
Ellerinin büyüsü mü var ne ? öyle üşümüş ki parmak uçlarım.Kendime bile sormadan bırakıveriyorum ellerimi sıcak avuçiçlerine.
Öpüşüyoruz sonra…Öyle dudak dudağa değil …ellerimiz …
Eller de öpüşür elbet.İlk dokunuşu ellerin birbirine ,öpüşmek gibidir.Kokusunu alırsın ,kalp atışlarına tanıklık edersin karşındakinin…
Gözlerine bakamıyorum bile.Karanlık, kalabalık,miskin, çökmüş bir
gecedeyiz .Kadehten bir yudum,bir yudum daha…
Dışarıda
yağmur var!
Sırtımızı yasladığımız pencere pervazından kesik bir rüzgar giriyor,kalmaktan korkuyorum ,kalkmaktan da. Aklımın bir ucunda
yağmurdan sırılsıklam olma korkusu diğer ucunda
aşktan…
Olan oluveriyor oracıkta .Yaralı bir
aşkın koynunda,fırtınalı sularda onlarca gün yol almış,içkisi ve yiyeceği tükenmiş,hastalıkların kol gezmeye hazr olduğu geminin aylar sonra kara göründü diye bağıran tayfası gibiyim.
Yorgun ,bakımsız ve aklımda binlerce soru işaretleriyle girdiğim şu kapıdan onunla çıkarken sorumluluklarımın gölgesi arnavut kaldırımlı,
yağmur sularından geçilmez bir cadede yürürken bile
siyah bir gölge gibi izliyor beni.
Ayrılmamız gerektiğini biliyorum ama içimden bir his biraz daha kalmam gerektiği söylüyor onunla.Sanki doymamıcasına
gecenin o saatinde üçüncü sınıf gaylerin takıldığı blues çalan bir bara giriveriyorum elinden tutup.
Sessizce takip ediyor beni.İtiraz etmez halleri hoşuma gitmiyor değil.Bu
geceyi onunla geçirmek istiyorum,gün ışığına merhaba demek ve bu yorgun adama
dünyanın aydınlandğı ilk ışıklarda bakmak istiyorum yeniden.
Ah o umutsuz,ağır,
siyah gölgem….
(devam edecek)