- 2235 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEVRİLDİ KAZAN , SÖNDÜRDÜ OCAĞI
DEVRİLDİ KAZAN , SÖNDÜRDÜ OCAĞI
Yeniçeri Ocağı , asker sayısı 3 bin ile 10 bin arasında değişen özel bir askeri birlik idi. Osmanlı ordusunda padişahın en yakınında ve merkezde yer alan bu askerler ilk zamanlar Müslüman olmayan ailelerden küçük yaşta alınıp Müslüman aileler tarafından belli bir yaşa kadar Türk ve İslam terbiyesiyle büyütülür sonra askeri Yeniçeri Ocağı için eğitilerek profesyonel askerler olarak yetiştirilirdi.Zamanla Müslüman ailelerden de alınmaya başlandı. Disiplin azaldı,ocak bozuldu. Üç ayda bir aldıkları ulufe denilen bir maaşa bağlıydılar. Osmanlı devletinin merkezindeki bu silahlı güç siyasi entrikalarda ağırlıklı olmuş , Veziriazam(Başbakan) indirip Padişah katline kadar her türlü entrikanın içinde rol almışlardı.
Yavuz zamanında padişahın çadırına ok atılmış, Kanuni’ye kafa tutulmuş, Genç Osman katledilmiş ve sayısız isyanlarla devlet içinde devlet olarak Türk milletinin kaderinde uğursuz bir rüzgar olarak esmişlerdi .
Milletin devletin başına bela olan bu bozguncu ocağın isyan parolası mutfaktaki çorba kazanlarının devrilmesiyle başlardı. “Kazan kaldırıldı” demek isyan var demekti. Yeniçeri Ağaları (generalleri) “İstemezük ! Sen bilürsün Padişahım ! “ demeye başladımı “tehlike var” demekti.
Bu ocak ,Padişah III.Selim’in de canını aldıktan sonra Cevri Kalfa isimli bir harem görevlisi kadın tarafından saldırganların gözüne kül atılarak sarayın damına kaçırılan çocuk veliaht II Mahmut’un padişahlık döneminde 1826 yılında imha edildi.
Ocağı yok eden ağa da yine bir yeniçeri ağası olan Ağa Hüseyin Paşa idi. Yeniçerilerin kışlaları topa tutularak çökertilirken halkın da katılımıyla binlerce yeniçeri katledildi ve İstanbul sokakları cesetlerle doldu. Tarihçiler bu olaya “Vaka yı Hayriye” adını verdiler. Şairler tarih düşürdüler.
“Koyup kaldırmada ikide birde”
“Devrildi kazan söndürdü ocağı “
Osmanlı Devletinin çöküş döneminde askerlerin devlet yönetiminde yine etkin olduğunu görüyoruz. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde ve intihar süsü verilerek katledilmesinde askerler vardır . II.Abdülhamid “Şeriat isterük” diyen ve çoğunluğunu gayrimüslim unsurları oluşturduğu bir çapulcu ordu “Hareket Ordusu” tarafından tahttan indirildi . Kurmaybaşkanı Mustafa Kemal idi. 1909 tarihinden itibaren Sadrazam katli ve siyasi cinayetlerin perde arkasında Enver Paşa’yı ve yine askerleri görürüz. Mason güdümlü İttihat ve Terakki Partisi denilen ihanet örgütü sonunda koca Osmanlı Devletini tarihe gömdü.
İttihat ve Terakki Partisinin B takımı kan ve can pahasına kurulan yeni Cumhuriyetin yönetim kadrosunda etkin rol aldılar . Devrimleri yerleştirmek amacıyla binlerce idam sehpası kuruldu. Mustafa Kemal , Cumhuriyet’in demirbaş Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın sırtını okşarken “ Benim dağım” diyerek güven tazelerdi. Buna rağmen Karabekir Paşa’nın hapsedilerek idamı istendiğinde Meclis sıralarını işgal eden üniformalı askerler kılıçlarını zemine tempolu olarak vurarak !Ali! Ali ! “ diyerek gövde gösterisi yaptılar. Kamal Atatürk’ün ölümünden sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Meclis’e gelen silahlı subaylar Mareşal’in arzusu istikametinde İsmet İnönü’nü tek aday olarak koltuğa oturttular .
İsmet Paşa “Milli Şef” sabahın erken saatlerinde Çankaya sırtlarından başladığı at gezintilerinde ilk molayı Harp Okulu’nda verir. Yarının kumandanları olacak Harbiyelilerle sabah kahvaltısı yapardı.1950 yılında yapılan ilk hür seçimde Demokrat Parti kazanınca zamanın komutanı olan Paşa , İsmet İnönü’ne “ Emret Paşam ; seçimleri geçersiz sayalım “ diyerek bağlılık gösterisinde bulunmuş fakat onay alamamıştı.Özgürlüğe kavuşan,ayağı lastik ayakkabı gören , karnı doyan fakir halk üç seçimde de Adnan Menderes’e oy vermişti . CHP’nin seçim kazanma şansı ebediyen kaybolmuştu. Bu manzara eski saltanatları kalmayan sivil ve askeri bürokrasiyi çok rahatsız etti. 1956 yılında ordu içindeki bir askeri cuntanın varlığı ihbar edilmesine rağmen Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes tarafından ciddiye alınmamış ve çark tersine dönerek ihbar eden Binbaşı tutuklanarak ceza görmüştü.
27 Mayıs 1960 öncesi Üniversite ve Basın işbirliğiyle CHP güdümünde müthiş bir propaganda ile gelişen öğrenci olayları sonunda ordu içindeki genç subayların kontrolundaki cuntalar emellerine ulaştılar. 27 Mayıs 1960 sabahı Meclis,Başbakanlık.Radyoevi tanklar tarafından çevrilmiş , Muhafız Alayı Cumhurbaşkanını tutuklamış, Ankara merkezinde aktif görev alan Harp Okulu öğrencileri Demokrat Parti milletvekillerini toplamaya başlamışlardı.
38 kişilik ihtilal cuntası “Milli Birlik Komitesi” adı altında başlarına emekli olmaya hazırlanan bir Orgenerali (Cemal Gürsel) geçirerek yönetime el koydular. Yassıada’da göstermelik bir mahkeme kurarak halkın sevgilisi bir Başbakanı ve iki Bakanı astılar diğerlerini hapsettiler . Bu arada ordu içinde de büyük bir kıyım yapıldı Binlerce subay ve yüzlerce general resen emekliye sevkedildiler.
1961 yılında Genelkurmay karargahında Cunta Başkanı Cemal Gürsel Paşa’nın odasından üç el silah sesi duyuldu. Elinde tabanca ile koridorda yürüyen cunta sekreteri Kurmay Albay ( Alpaslan Türkeş) karargah subaylarının şaşkın bakışları arasında kalın ve gür sesiyle şöyle bağırıyordu “ Biz ihtilali bunun için mi yaptık ?”
Sonra Türkeş ve arkadaşları (14 ler) tutuklanarak olay basına ve kamuoyuna sızdırılmadan örtbas edilerek bu subaylar yurt dışındaki askeri ataşeliklere tayin edilerek uzaklaştırıldılar . Cuntanın güçlü subayı Türkeş Hindistan’a Yeni Delhi’ye gönderildi.
22 Şubat 1961 tarihinde bu defa Kara Harp Okulu komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir bir isyan denemesi yaptı. Çekmecesinde kendisine destek vereceğini söyleyen 5o’ye yakın birlik komutanın imzası olan bir protokol vardı ama gece yarısına doğru saatler ilerledikçe emrindeki Harp Okulu öğrencileri dışında çevresinde kimse kalmadı. Sabah olunca Albay Aydemir ve yanındaki subaylar emekliye sevkedildiler ve Harp Okulu öğrencileri bavullarını toplayıp süresiz izne ayrıldılar. Albay Talat Aydemir elindeki gizli cunta protokolunun hürmetine İsmet Paşa’nın affına uğramış , üniforması soyulmuş ama uslanmamıştı. Bir yıl sonra 21 Mayıs 1963 tarihinde Harp Okulu öğrencilerini bağlantı kurduğu tank birlikleriyle birlikte harekete geçirince bu defa uçaklar ve hükümete bağlı birlikler duruma müdahale ederek Talat Aydemir ve isyancı subaylar tutuklandılar ve isyana katılan Harp Okulu öğrencilerinin hepsi kovuldu . Kara Harp Okulu tarihinde ilk defa 1963 ve1964 yıllarında mezun verilmedi.Talat Aydemir ve iki subay idam edildiler.
12 Mart 1971 tarihinde “Bu memlekette darbe yapılacaksa emir ve komuta zincir içinde bunu sadece generaller yapar” diyen cuntacılar aralarındaki bölünmelere rağmen ,muhtıra vererek hükümeti devirdiler. 12 Eylül 1980 tarihinde yine Paşaların kontrolundaki emir komuta zinciri içinde bu defa daha kapsamlı bir darbe yapılarak memleketin altı üstüne geldi. Meclis kapatıldı .Hükümet devrildi. Sendika ve siyasi partiler başta tüm dernekler kapatıldı . Anayasanın bütün kurumları silah zoruyla kapatıldı ama nedense Anayasa Mahkemesi kapatılmadı . Yüksek Hakimler anayasasız bir ülkede maaşlarını almaya devam ettiler. Askerler memleketi kurtarma adına yıllarca milletin anasını ağlattılar. Kendi anayasa ve yasalarını millete dayattılar .İdamlar,işkence ve sürgünler hep memleketin yüksek menfaatleri için yapıldı.
Ama devletin derinlerindeki adamlar boş durmadılar .Her ne kadar memlekette göstermelik bir demokrasi görüntüsü olsa da askerlerin güdümündeki silahlı demokrasi devam etti. Bu memlekette sevilen devlet adamları trafik kazalarına kurban gittiler. Gazeteciler , ilim adamları öldürüldüler. Cumhurbaşkanı Özal önce silahlı saldırıya uğradı ve sonra zehirlendi. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’nın uçağı düşürülerek şehit edildi .
28 Şubat 1997 yılına gelindiğinde cuntacılar,üniversite,yargı , medya,siyaset ve bazı iş adamlarının desteğini alarak sevmedikleri siyaset adamlarını tehdit ve baskı ile uzaklaştırdılar. Hükümet devirdiler. Ve bu işin taşeronluğunu da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yaptırdılar. Genel Kurmay’daki Batı Çalışma Grubu cuntanın yasal adıydı. On binlerce insan fişlendi .On bin sağlam subay emekliye sevk edilerek tasfiye edilirken 2 bin subay da inançlarından ötürü kışla kapılarının önüne konularak ocakları söndürüldü.
Bir askeri tatbikatın seyir çadırında “28 Şubat bin yıl sürecek” diyerek tarihe geçen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’na atılan ( iç hesaplaşmalarla ilgili ) bir M-18 mermisi arkasında oturan Albay’ın göğsüne saplanıyordu. Kafalarına uymayan bir Genelkurmay Başkanı kahvesine konulan zehirle öldürülmek isteniyordu . Başka bir demokrat Genelkurmay Başkanı evinden sefertası ile getirdiği yemekten yiyordu. Ama bir başka Genelkurmay Başkanı cin toniğini içtikten sonra üç dört başörtülü kızın söylediği ilahiden rahatsızlığını beyan ederek önüne konan internet muhtırasının yayınlanmasına onay veriyordu. Cumhurbaşkanlarının hanımıyla tokalaşmamak için kaçan, salona girdiğinde ayağa kalkmayan generaller vardı. Bu memlekette zamanın Başbakanına “ pe…venk” dediği için Cumhurbaşkanı Demirel tarafından takdir gören ve terfi ettirilen generaller vardı .
Sonra İlahi adalet tecelli etmeye başladı . Bir Albay bavula doldurduğu bir sürü melanet belgesini getirip Taraf Gazetesine teslim etti. Bir Yahudi ajanın elindeki gizli belgeler polisin eline geçti. Balyoz,Yakamoz ,Ergenekon derken tutuklamalar ve duruşmalar başladı. Dokunulmazlara dokunuldu. Kazanlar devrilmeye başlayınca altlarındaki ateşi söndürür oldu. Genelkurmaydaki ve İstanbul’daki l.Ordu karargahındaki gizli planlar imha edildi. Bilgisayarların hafızaları silindi .Belgeler yakıldı . Kozmik büroya giren savcı ve hakimin gıyabında “ Ben izin vermeseydim nah girerlerdi “diyen , millete kafa tutan , orijinal belgeye “kağıt parçası” yakalan law silahına “boru” diyen Genelkurmay Başkanları medyada boy gösterdi ama bir aksilik oldu . Cuntanın güvenilir üssü Gölcük’te kendi gemisini batırtan ve Başbakanın sofrasında rakı siparişi veren büyük komutan müteveffa Güven Erkaya’nın özel emriyle ,itinayla saklanan darbe planları İstihbarat subayı Binbaşının odasındaki zulada 9 çuval olarak ele geçince her şey altüst oldu .
28 Şubat döneminde benim gazeteci arkadaşım “Paşalar ve Maşalar” başlıklı bir yazı yazmış Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştı. Savcıya ve mahkemeye gönderilen yazının altında Orgeneral Çevik Bir’in imzası vardı ve şöyle diyordu “… nın yargılanmasını ve neticenin bildirilmesin rica ederim “
Ben de bir vatandaş olarak şerefli Türk hakimlerine diyorum ki “ Tüm cuntacıları ,Çevik Bir’i ve cuntasını yargılayınız ve neticesini aziz Türk milletine açıklayınız .”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.