- 1128 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
HUZUR EVİ 11
Herkes, Hamdi’yi televizyonda görünce çok şaşırmıştı. Hamdi’yi dinliyorlardı, Yaren olan kısmı anlatırken herkes Yaren’e baktılar. Soyguncuların patronu da Yaren’e sert bir bakış attı. Parmağını Yaren’e doğru salladı, ‘’Sen görürsün’’, dedi. Yaren adama sen ne diyorsun, senden korkmuyorum gibilerinden bakış attı.
Patron, polislere kızmaya başladı, ‘’ Hala daha arabayı getirmediler, bizi oyalıyorlar’’, diye söyleniyordu. Bilerek arabayı getirmediklerini düşünüyordu, hatta emindi. Sonra telefon çaldı. Hemen telefonu açtı, karşıdaki ses Komiser Ercan’ın sesiydi. Komiser çok sakin ve rahat bir ses tonuyla konuşuyordu. Sanki soyguncuları sinirlendirmek istemiyordu. Çünkü onlarla pazarlık yapacaktı. Patron hiç de sakin değildi, biran önce arabayı getirmelerini bekliyordu.’’ Biran önce şu araba gelse de şuradan kazasız belasız kurtulsak’’ diyordu. Sinirli bir şekilde konuşmaya başladı.
-Araba nerede sabrım taşmaya başladı, beni sinirlendirme şu araba bir an önce gelsin, dedi.
-Tamam, araba gelecek üstlerime haber verdim, ilgileniyorlar. Araba garajımda değil ya, sana hemen getireyim. Ancak, üstlerim arabaya karşılık rehine bıraksın diyorlar, karşılıklı iyi niyet göstergesi olarak, dedi.
-Rehine falan bırakma yok anlaşıldı mı? Diye bağırdı.
-Bak Mehmet, seninle açıkça konuşalım eğer sen rehine bırakmazsan. Bunlar olabildiğince araba işini yavaşlatırlar. Bunu diğer olaylardan biliyorum. Sonra da sizi bana indirtirler. Sen en iyisi üç tane rehine bırak, dedi.
-Tamam, düşüneceğim. Deyip telefonu kapattı.
Herkes televizyon izliyordu. Dışarısı çok hareketliydi, birden Suna televizyonda oğlunu gördü. Rehin alma olayını herkes televizyondan izliyordu. Bütün ülkenin gözü kulağı buradaydı, izleyenler arasında burada yakını olanlarda vardı. Herkes çok korkmuş panikleyip hemen buraya gelmişlerdi. Suna’nın oğlu da bu gelenler arasındaydı. Suna gözlerine inanamıyordu, yanında gelini de vardı. Oğlu ağlıyordu, sözüm ona gelini de ağlıyordu. Suna, gelinin gözyaşlarının timsah gözyaşları gibi sahte olduğunu biliyordu.
Suna, televizyonda ağlayan oğluna baktı. İçi acıdı, onu ağlarken görmek annesini çok üzdü. ‘’Ah yavrum ağlama lütfen, kıyamam senin gözyaşlarına kurban olurum ’’, dedi. Anneydi nasıl çocuğunun ağlamasına kayıtsız kalabilir, üzülmezdi. Oğlu ağlıyarak annesinden özür diliyordu. Televizyonda milyonların gözü önünde özür diliyordu. Annesine ‘’özür dilerim anneciğim, çok özür dilerim. Buradan kurtulur kurtulmaz seni buradan alıp evimize götüreceğim. Bizimle yaşayacaksın, ben sana bunu nasıl yapabildim’’ diye pişmanlık duyuyordu. Karısı ise kocasının kaynanasını eve götüreceğini duyunca, birden bire ağlamayı kesip kocasına baktı. Sonra kameraya döndü, mikrofona yaklaşıp, ‘’Hayatım bunları sonra konuşsak, önce bir annen kurtulsun. O buraya alışmıştır, belki de gelmek istemeyecek’’, dedi.
Kameraman, kamerayı muhabire çevirdi. Muhabir ,’’Evet sayın seyirciler gördüğünüz gibi bir oğlun pişmanlıkları’’, dedi. Kameramana kes diye işaret verdi, kameraman çekmeyi kesti. Muhabir naklen aracının önündeki sandalyeye oturdu, ayak bileklerini ovdu. Bir yandan da ben böyle işin içine diye sövüyordu. İşinden şikayet ediyordu ama işini de çok seviyordu.
Dışarıda bunlar olurken, içeride ise Suna ağlıyordu. Herkes onu teselli etmeye çalışıyordu. Hepsi ayrı ayrı onu teselli edecek sözler söylüyorlardı. Fatma, Suna’nın yanına oturup, yaşlı gözlerle baktı. Yanaklarına süsülen yaşları silip ‘’Sunacığım bak benim sekiz tane evladım var ve binde bir ziyaretime gelirler. Sende farkındasın doğru düzgün aramıyorlar, bak sende bir evlat var o da nasıl pişman olup buraya kadar geldi. Benim sekiz evladımdan biri bile izlemedi mi sanki ama bak bir tanesi bile anneme ne oldu diye telaşlanıp gelmedi.
Sen çok şanslısın’’, dedi. Fatma sonra da alçak bir sesle’’bende onlara çok haksızlıklar yaptım iyi bir anne olamadım ama yine de üzülüyorum’’ dedi.
Fatma geçmişine gitti. Yıllar öncesine, çok uzun yıllar öncesine gençliğine gitti. Ne kadar genç ve toydu, üstelik de aşık. Gözü hiçbir şey görmüyor, sadece onu görüyordu. Köyün en yakışıklısıydı, bütün kızlar peşinde koşuyordu. Mustafa sadece ona bakıyor, onu seviyordu. Kızlar hasetin den çatlıyorlardı. Mustafa’nın askerlik yaşı gelmişti, vatan borcu gidip yapması gerekiyordu. Tam iki yıl asker yolu bekleyecekti. Eskiden askerlik iki yıl sürerdi. Fatma buna nasıl dayanacak, Mustafasız ne yapacaktı.
Mustafa askere gitti. Fatma daha on beşin de yavuklusunu askere gönderdi. Mustafa askere giderken arkasından ağlamış, çok gözyaşı dökmüştü. Okuma yazma bilmiyordu. Nasıl mektup yazacağım diye düşündü. Köyde okuma yazma bilen birkaç kız vardı. Babası Fatma’yı okula yollamış, ‘’Kız kısmı okuyup da ne yapacak’’ demişti. Kendisiyle aynı yaşta Hacer, ‘’Ben senin ağzından mektup yazarım ve okurum istersen’’ dedi, Fatma çok mutlu olmuştu.
Mustafa gittikten sonra birkaç ay normal geçti. Fatma’nın tek derdi, Mustafa’nın özlemiydi. Mustafa’ya mektupları, arkadaşı Hacer okuyor ve yazıyordu. Hacer’e her hafta mektup yazdırıyor, mektup gelince de okutturuyordu. Hacerin okumasını istemezdi ama mecburdu. Fatma’ya göre her mektup özel aşk nameleriydi her mektubun sonunda gül yanaklarından öptüm derdi. Hacer mektupları okurken kıskanırdı çünkü ona kimse böyle güzel mektuplar yazmıyordu.
Fatma’nın babası despot dediği dedik, cahil bir adamdı. Parayı da çok severdi, para için yapmayacağı şey yoktu. Kızını bile parayla satardı, öylede yaptı. Fatma’yı isteyen çıkmıştı. Babası kızının Mustafa’yı sevdiğini, kızının da Mustafa’yı sevdiğini bildiği halde, kızını başlık parasına satacaktı. Fatma çok ağladı, karşı çıktı, istemiyorum dedi. Babası dinlemedi, dinleyecek gibi de değildi.
Mustafa’ya mektup yazdırdı, mektuplarına cevap gelmiyordu. Sonun da mektubuna cevap geldi. Evlenmesini artık onu sevmediğini söylüyordu, evlen diyordu. Fatma beyninden vurulmuşa döndü, nasıl evlen derdi? Mustafa’yı bekliyordu, askerden gelince evleneceklerdi. Mustafa bunu nasıl yapardı.
Mektup da Mustafa ‘’Ben çok düşündüm Fatma, köyde sadece sen vardın. Sadece seni seviyordum, çocuktuk ikimizde çocuktuk ama büyüdük. Senden uzaktayken çok düşündüm, seni sevdiğimi sanmıştım. Ben seni sevdiğimi sanmıştım ama sevmemişim. Üzgünüm beni bekleme, köye dönmeyi düşünmüyorum. Burası çok güzel kocaman bir şehir, köye benzemiyor. Böyle güzel yerleri gördükten sonra köye dönmem. Sen kısmetini geri çevirme benden ümidini kes. İstersen evlen, sen bilirsin. Kendine iyi bak, yazıyordu. Gül yanaklarından öptüm de demiyordu.
Fatma ne yapacağını şaşırmış yıkılmıştı. Fatma’ya kalsa kimseyle evlenmezdi. Mustafa hayallerini yıktı, oysa onu ne kadar çok seviyordu. Mustafa’ya çok güveniyordu, gelince evleneceklerdi. Askere giderken ‘’Bekle beni gelince seni babandan isteyeceğim ve evleneceğiz’’, demişti. Şimdi ne olmuştu, ‘’Benden nasıl vazgeçer beni sevmediğini nasıl söyler’’, dedi. Aklı almıyordu. Mustafa’sı böyle bir şey yapmazdı ama yapmıştı. Sonunda Fatma, Mustafa’dan ümidini kesti.
Babasına karşı gelemedi ve kendisinden yirmi beş yaş büyük kart adamla evlendi. Hiçbir zaman mutlu olamadı, kocasını sevemedi ama saygı duyuyordu. Kocası Veli den beş tane evladı oldu. Sekiz senede beş bebek çok zordu. Kocası kalp hastasıydı bir kez kalp krizi geçirmiş atlatmıştı. İkinci kalp krizini atlatamamış ve ölmüştü.
Fatma genç yaşta dul kalmıştı. Kocası ölünce yaşlı olan kaynanasının evine dönmek zorunda kaldı. Kaynanası, Fatma’yı hor görüyor, itip kakıyordu. Onu hizmetçi gibi görüyor, sürekli bağırıp çağırıyordu. Çocuklarınla ilgilenemez hale gelmiş, her işe koşturur olmuştu. Her gün hayatı daha da çekilmez olmuştu.
Mustafa askerliği bitince köye dönmedi, askerlik yaptığı şehirde kaldı. Orada işe girdi, çalıştı. İyi de para kazanıyordu tek eksiği, Fatma’nın aklından çıkmayan gözleriydi. Fatma’nın kocasının öldüğünü duyunca köye döndü. Fatma bıraktığı gibiydi, çok değişmemişti aksine daha da güzelleşmişti.
Fatma’yla evlenmek istediğini ve geldiği şehre gitmelerini söyledi. Fatma onu affetmemişti, ona çok kızgındı. Her şey onun yüzündendi, eğer o gelip de Fatma ile evlenseydi şimdi bunları çekmeyecekti. Mustafa, Fatma’yı ikna etmeye çalışıyordu. Ona yaşadığı şehri orada ki güzellikleri, evini arabasını anlatıyordu. ‘’Seni her yere götüreceğim gezeceğiz, seni çok mutlu edeceğim’’, diyordu. Fatma ‘ya, ‘’Orada güzel bir hayatım var’’, diyordu. ‘’Seninde orada çok güzel hayatın olacak. Güzel elbiselerin, ayakkabıların olacak, hem orada saçını açabilirsin’’, diyordu. Fatma’nın gözünü boyadı onu kandırdı.
Fatma, Mustafa’yı unutamamıştı, hala daha onu çok seviyordu. Ölen kocasının ailesi karşı çıktı. Çocukları bırakıp istediğin yere defol git diyorlardı. Fatma çocuklarını bırakmak istemiyordu ama büyük şehrin büyüsü ve sevdiği erkekle olmak vardı. Çocuklarını bıraksa da kocasının ailesi çocuklara iyi bakacaklarından emindi. Mustafa’nın tatlı sözlerine kandı. Bir sabah çocuklarını bırakıp Mustafa’nın peşinden gitti.
Sonra çok pişman olmuştu. Köye dönmeyi çok istedi ama ne kendi ailesi ne de kocasının ailesi onu istemedi. Babası ile kocasının kardeşleri köye gelirse vuracağını söylüyorlardı.
Fatma yinede köye gitti, köye almak istemediler. Çok yalvardı, Sonunda ikna etti ama çocukları artık onu istemiyordu. Kocasının ailesi annelerine karşı kötülemişti, haksızda sayılmazlardı. Çocuklarını bırakıp giden anne nasıl bir anne olabilirdi. Çocuklarını alamadan köyden ayrıldı. Mustafa’dan da üç tane çocuğu olmuştu. Yıllar sonra çocukları büyüyünce Fatma çocuklarıyla konuştu, kendini affettirdi. Acaba gerçektende affetmişler miydi? Onlar affetse de Fatma kendisini affedememişti.
Fatma geçmişinden sıyrıldı. Arkadaşı Hülya, Fatma’ya bir şeyler söylüyor, televizyonunu gösteriyordu. Fatma televizyona baktı. Çocuklarından üç tanesi televizyondaydı. Annelerinin içeride olduğunu, onu çok merak ettiklerini söylüyorlardı. Üçkardeş de perişan gözüküyordu, ağlıyorlardı. Yaşlı gözlerle’’ Anne seni çok seviyoruz’’, dediler. Fatma’nın yaşlanmış pişmanlıkla bakan gözleri yaşlarla doldu.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
15.4.2012
YORUMLAR
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Toplamumuzda çekirdek ailenin egemen olmaya
başlamasıyala ortaya çıkan bir gerçek yaşlıların
Huzur Evinde bakılması.Ana Baba çocuklarına
bağ bağışlar ama çocuklar onlara bir salkım
üzümü çok görür ata sözü bunu doğruluyor
çok canlı sosyolojik bir konu tebrikler
Toplumsal ethik açısından tartışılmaya
değer bir konu.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Bence insanlar genç yaşlı fark etmez nerede mutlu oluyorlarsa orada yaşamalılar eğer çocukların yanında kendini eğereti gibiistenmeyen olarak görüyorsa huzurevi en güzeli bence
saygıglar
Canım arkadaşım ne güzel yazmışsın yine. Nasıl kurtulacaklar diye heyecanla beklerken, Fatmanın geçmişini öğrendik bu arada. Anlatım mükemmel. Kalemin hiç susmasın. Sevgilerimle...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
selam ve sevgiler
şartlar günümüzde değişmede kimbilir nerede oluruz elden ayaktan düşünce,tebrik ederim saygılarımla.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
selam ve saygılar
yani en sonunda benimde gözlerim doldu biraz duygulu geçmiş bu defaki yazınız diyorum ya siz bu işi hakikaten usta yazarlar kadar becerebiliyorsunuz beğeniyle okudum kaleminize sağlık saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
ERAYCA
saygı sevgi ve selamlar
bekir odaci
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
huzur evinde kalan her yaşlının hikayesi bir romandır.Yazdıkça yazılır.Bakarsınız hikaye roman olur.
kolay gelsin.biz okuyoruz.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar selamlar
Eray Hanım,
Konudan konuya giriyor, okuyanı sürüklüyorsunuz.
Ve devamını büyük bir heyecanla bekletiyorsunuz.
Kutluyorum sizi...
Kadir Tozlu
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygı sevgi ve selamlar
olaya çok boyutlu bakarsak hocamda haklı sende haklısın eray...keşke herkes sevdiklerinin yanında yaşasalar saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Düşündüm çok doğruydu ve kızıma hak verdim ne ekersen onu biçersin komutanım bu söz sen atana nasıl baktıysan evlatların da sana bakacak değildir sen evladına nasıl davrandıysan evladın da sana öyle davranacak çocuklar hiç bir şeyi unutmuyorlar
çok uzun oldu ama sizinle paylaşmak istedim
selam ve saygılar
canım ablam...güzel eserini kutlarım..severek takip ediyorum.yorum yaza masamda ....favori listem desin.....mevlam yaşarken sag eli sol ele muhtaç eylemesin.amin....bugün iyiyiz ama yarın ne olacagız belli degil..insanlar yaşarken neden ana.baba kıymetini bilmez huzur evine gönderirler hala anlamış degi lim..3 kişilik yemek 4 ün cü kişi yede yeter.hem bereketi içinde olur..bir anne bir kaç çocuga öf bile demeden bakıyor ama bir kaç insan bir ana ya bakamıyor oysa ilerde keşke demektense hayatta larken gönül alsalar ne güzel olur degil mi......sevgimle..güller diyarından selam ve dua larımla..
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sayfama hoş geldiniz mutlu oldum sayfama geldiğiniz için ve yazımı okuduğunuz için
saygılar