- 2486 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -21 -
Hekimoğlu Ali Paşa kırk bir yaşında olmasına rağmen kırlaşmış olan bu saçları ve sakallarını değirmende ağartmamıştı. Karşısında edepsizlik edip hatta işi hakaret boyutlarına taşıyan bu dünyalar güzeli kız kesinlikle Han kızı filan değildi.
Timur ile Yıldırım Bayezıd arasında yapılan Ankara savasından sonra Timur’un, Yıldırım Bayezıd’ın karısına yaptığı o çirkin hakaret yüzünden böyle savaş zamanlarında hükümdar ve han kızlarının yerine başka kızlar, cariyeler kendilerini feda eder olmuşlardı. Gerçi bu şekilde de denkleri olmayan bir askerin karısı ya da esir pazarında satılan bir cariye durumuna düşüyorlardı ama bir Türk ya da Acem kızı için başka erkeklerin karşısında çırılçıplak soyundurulmaktansa yoksul bir çerinin eşi olmak her zaman daha evla idi.
Savaş meydanlarında bir aslan kadar yırtıcı olan Ali Paşa barış zamanlarında kedi kadar munis bir insandı. Hele de kazanılmış bir zaferden sonra keyfi iyice yerindeydi. Ömer’e takıldı.
-Hele Ömer Çelebi. Öyle Han kızına beleşten sahip olmak yoktur elbette. Bak bu Seher hem Han kızı, hem de çok güzel bir kız. Ayrıca da çok sağlıklı görünür. Ben bunun fidyesini bin altın olarak belirledim. Bin altını getirip avucuma sayıncaya kadar benim misafirimdir.
-Paşam Bin altını ben nereden bulurum? Kurbanın olam etme eyleme..
-Dilencilikten bahsediyordun. Bak Tebriz bu iş için biçilmiş kaftan. Çoz zengin bir şehirdir burası. Halkı hep Türkçe konuşur. O bakımdan da sıkıntı çekmezsin. Şimdi sen yavaştan yavaştan başla şu dilencilik işine…Al siftahın da benden olsun.
Ömer’e bir kese altın uzattı.
Ömer şaşkın şaşkın elindeki keseye bakarken devam etti.
-Baka evlat. Bir avrat yalan söylüyorsa ona çok dikkat etmelisin. Ama bu yalanı çok sevdiği birinin hayatını korumak için söylüyorsa daha da dikkat edesin. Çünkü yalancı avrat başa beladır. Ama fedakar avrat cennetin anahtarı gibidir. Eğer bir avradı senin için fedakarlık yapacak kıvama getirebilirsen ne mutlu sana. Hani ne demişler: avradın iyi ise gül oyna, çal oyna. Eğer avradın kötü ise yan ağla, dön ağla.
Ali Paşa daha sonra sesini biraz sertleştirdi.
-Şimdi. Hanın kızı her kim ise ortaya çıksın. Allah’a and olsun ki ona hiç bir zararım olmayacaktır. Boynuna kılıcımız çalınmayacaktır.
Yaşlı bir Alevi Dedesi ortaya atıldı.
-Paşa, Paşa…Timur da Sivas’ı kuşattığında aynen böyle yemin etmişti. ‘’Hiç kimsenin boynuna kılıcımız dokanmayacak ‘’ demişti…Sonra ne yaptı? Bütün şehir halkını toprağa gömüp üzerlerine at sürdürdü. Ettiği yemin sorulunca da ‘’ Ben kılıç çaldırmamaya yemin ettim. Toprağa gömdürüp üzerinden at geçirtmeye değil’’ diye alay etmişti.
Ali Paşa dedenin endişesini haklı buluyordu. Koynunda taşıdığı ufacık mushafı çıkardı.
-Sizin de bizim de kitabımız olan bu Yüce Kitaba ve onun sahibi Yüce Allah’a yemin ederim ki kimse öldürülmeyecek, darp edilmeyecek, hakarete uğratılmayacaktır. Ben sadece ve sadece bir Han kızının kendi dengi olmayan birisiyle evlendirilmesini önlemek, ya da esir pazarlarında satılmasının önüne geçmek isterim. Şimdi hanın kızı her kim ise ortaya çıksın.
Cariye kıyafetleri içinde genç bir kız arkalardan öne doğru çıktı. Başı önündeydi. Hiç kimse yüzünü göremiyordu. Ancak o ilerledikçe saray bahçesinde toplanmış her kesin saygı ile ellerini bağlayıp ona hürmet göstermelerinden Ali Paşa bu sefer asıl Han kızı ile karşı karşıya olduğunu anladı.
-Sultanım…Lütfedip başınızı kaldırabilir misiniz?
Kız başını kaldırdı. Bu sefer titreme sırası Ali Paşa’ya geldi. Bu kız da en az Seher kadar hatta ondan da güzeldi. Ama Paşa’yı ilgilendiren kızın güzelliği değildi. Dilinden gayrı ihtiyari ‘’Ayşe ‘’ diye bir feryat çıktı.
Han kızı sağına soluna baktı. Paşa kime ‘’Ayşe ‘’ diyordu. Cariyeler içerisinde adı Ayşe olan yoktu. Hoş olsa da Paşa nereden bilecekti.
Paşanın komutanlarından bazıları da ‘’Ayşe hatun’’ diye saygıyla eğildiler kızın karşısında. Yaşlı Alevi dedesi bile Han kızının yüzüne dikkatlice baktı ve…
-Haklısın Paşa. Tıpkı Ayşe Hatuna benzer değil mi?
-Evet dede tıpkı Ayşem’e benzer. Allah kaderini benzetmez inşallah.
Han kızı iyice şaşırmıştı. Kimdi bu Ayşe…Paşa kendisine niçin Ayşe diyor, komutanları niçin ‘’Ayşe Hatun ‘’ diye karşısında saygıyla eğiliyorlardı. Bu Ayşe her kim ise dede bile tanıyordu onu. Ama şimdi bunları merak edecek durumda değildi. Önemli olan kendi akıbetinin ne olacağıydı.
Paşa Ayşe dediği han kızına oldukça nezaketle davranıyordu. Paşa hiç de öyle korkulacak birine benzemiyordu zaten. O da Paşaya karşı nezaketle davranmaya karar verdi.
-Paşa Hazretleri. Ben Bisutun Hanın Kızı Nur Efşan’ım. Ayşe kimdir bilmem.
-Ayşe Benim kızımdı Han kızı… Ben beş sene önce bu Tebriz’in muhafızı idim. İşte o sıralarda buralarda ince hastalığa yakalandı kızım. Kurtaramadık. Tebriz o bakımdan benim için ayrı bir değer taşır. Çünkü içinde kızım yatar. Sen de benim kızım Ayşe’ye o kadar benzersin ki.
-Allah kızınıza rahmet eylesin Paşa. Onun için üzüldüm. Keşke onu kendinize ait olmayan bu topraklara değil de size ait topraklara defnedebilseydin.
-Han kızı…Dileklerin için çok sağ ol. Lakin şunu aklından çıkarma: Tebriz her zaman bir Osmanlı şehridir ve de hep öyle kalacaktır.
Dede tekrar söze girdi.
-Keşke ne Osmanlı’nın ne de Safevi’nin şehri değil de Türk’ün şehri olarak kalabileydi. O zaman her ikisi de Türk olan bu sultanlar, komutanlar, ordular birbirlerinin boynunu kesmek yerine sarılırlardı belki de.
-Haklısın dede…Ne var ki Yavuz Sultan Selim Cennet mekan Hünkarımın da dediği gibi ‘’Dünya bir Türk hükümdarı için çok da küçükmüş ‘’ Bu dünyadan giderken hepi topu iki metrelik bir çukura sığan sultanlarımız hayattayken koskoca dünyaya sığamıyorlar. Neyse…Şimdi emrim o dur ki Nur Efşan Sultan ve diğer tüm hatunlar ile ademler esirimiz olarak İstanbul’a Saray’a gönderilecektir. Haklarındaki hüküm Padişahımız Efendimiz tarafından verilecektir. Gerekli tüm hazırlıklar yapılana kadar Tebriz Sarayında kalabilirsiniz. Her türlü ihtiyaçlarınız tarafımızdan karşılanacaktır.
Ömer heyecanla titredi. Seher de mi gidecekti yoksa. Ama terbiyesizlik edip de Paşa’ya soramazdı. Yine de anladı Paşa Ömer’in sıkıntısını.
-Bre deli aşık. Sen de öde şu kızın fidyesini de al git artık. Almasına al da sonra ne halt edeceksin orası var. Sefer bizi bekler.
-Paşam zaten ben bu fidyeyi ödeyemem…Bin altını nereden bulayım ben. Öyle bir fidye biçtin ki çalışmayla, savaşmayla, dilenmeyle filan toplanması mümkün değil.
-O fidye han kızı içindi. Seher’in fidyesi bir kese altındır. O da elinde durup durur.
Ömer, Ali Paşa’nın biraz önce kendisine verdiği bir kese altını ona uzattı.
-Buyurun o zaman Paşam. Ben Seher’in Fidye-i Necatını verip onu hürriyetine kavuşturuyorum.
Paşa keseyi aldı. Beline soktu. Sonra tekrar çıkarıp Ömer’e uzattı.
-Seher artık senindir. İster cariye edersin, ister eş…Ben derim ki eş olarak al. Evlen onunla. Dön tekrar medreseye. Tahsiline devam et. Bu bir kese altın da benden sana düğününde harcamak üzere hediye olsun. Evlat unutma Yüce Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz ‘’ Alimlerin mürekkepleri şehitlerin kanları gibidir’’ buyurmuşlardır. Savaş meydanlarında kılıç sallamak her kişinin harcıdır. Alırsın kılıcı eline atılırsın meydana. Lakin ilim tahsil etmek, memlekete ilim yoluyla hizmet etmek er kişinin harcıdır. İlim yolu daha meşakkatlidir.
Ali Paşa daha sonra Padişah’a bir name yazdı. Kuzican zaferinden dolayı Padişahın gönderdiği elmaslı kılıç ve samur kürk için teşekkür etti. Nur Efşan’ı da sefer bitene kadar kendisine emanet ettiğini ilave etti mektubuna.
Tebriz’de sükuneti sağlayan Ali Paşa son olarak Seherle Ömer’in nikahlarının kıyılması işine koyuldu. Ömer artık üzerindeki asker kıyafetlerini çıkarmış ve medreseliler gibi giyinmeye başlamıştı. Sevincinden adeta uçacak gibiydi. Tüm hazırlıklar tamamlanmış ve sıra nikahın yapılacağı güne gelmişti.
Nikahı kıyacak olan imamın karşısında diz çöktüler. İmam sordu.
-Mustafa oğlu Ömer…Rüstem kızı Seher’i yüz altın mihri müeccel ile avradın olarak aldın kabul ettin mi?
-Aldım kabul ettim.
-Aldın kabul ettin mi?
-Aldım kabul ettim.
-Aldın kabul ettin mi?
-Aldım kabul etim.
Sonra Seher’e döndü
-Rüstem kızı Seher… Mustafa oğlu Ömer’i yüz altın mihri müeccel ile ve kendi rızanla kocan olarak aldın kabul ettin mi?
-Bunca ilimizi yakıp yıkan, Yezitlikten hiç bir zaman vazgeçmeyen, ehl-i beyte sevgisi ve saygısı olmayan, hele de adı Ömer olan biriyle kendi rızamla evlenmek ha? Almadım da kabul etmedim de…Kendi rızamla bir yezidin koynuna girmektense yılanın koynuna girerim daha iyi.
Her kes dondu kaldı. Ne Ömer, ne Ali Paşa, ne de imam böyle bir cevap beklemiyordu. Yine de imam konuştu.
-Kızım…Evlendiğin takdirde hür bir kadın olacaksın artık. O zaman cariye ya da köle muamelesi görmezsin. Aksi takdirde bu adamın kölesisin biliyorsun.
-Biliyorum imam efendi. Ama yalan söyleyemem ben…Kendi rızanla diye sordun soruyu. Kendi rızam yoktur benim.
Ömer ayağa kalktı.
-İmam efendi…Biz kılıcımızla kale kapılarını açarız. Gönül kapılarını açmak ise kılıçla olmaz. Neyleyeyim ki Seher’in gönül kapısı kapalıdır bize karşı. Hem Allah nasip etmemişse elden bir şey gelmiyor.
Sonra Ali Paşa’ya döndü.
-Paşam şimdi ben bu kıza istediğim her şeyi yapabilirim değil mi?
-Evet Ömer. O senin esirindir. Ama Peygamberimiz Aleyhi ve Sellem Efendimiz bu konuda ne der sen benden daha iyisini bilirsin eski bir medreseli olarak.
-Bilirim Paşam. İşte bu yüzdendir ki ben de Seher’i azat ediyorum.
Sonra Seher’e döndü.
-Var şimdi git Seher…Serbestsin. Ama şunu hiç bir zaman aklından çıkarma. Ben Yezit değilim. Sen ne kadar nefret edersen ben de o kadar nefret ederim ondan. Sen Ehli Beyti ne kadar seversen ben de o kadar severim. Hatta ben yeniçeri kardeşlerimle birlikte ‘’Hacı Bektaş Veli demine devranına’’ diye gülbank çekerim. Ülkenle savaştım doğrudur, belki yakınlarını, akrabalarını öldürdüm o da doğrudur.Ama bu bir nefsi müdafaadır. Ya sizinkiler bize saldırır biz nefsimizi müdafaa ederiz. Ya da biz size saldırırız sizler nefsinizi müdafaa durumuna düşersiniz. Her neyse…’’Gönülsüz yenen aş ya karın ağırtır ya baş.’’ Allah gönlüne versin muradını.
Seher de Ömer’den böyle bir yüce gönüllülük beklemiyordu. Aleviler hakkında olmadık yalan ve iftiralarda bulunan bir Osmanlı’nın onu dövmesini, sövmesini, işkenceler etmesini hatta zorla sahip olmasını, her şeyi ama her şeyi bekliyor; böyle bir hareket beklemiyordu.
İlk kez Ömer’e dikkatlice baktı. Oldukça yakışıklı bir delikanlıydı. Hatta sünni olmasa onunla rahatlıkla ömrünün sonuna kadar yaşayabilirdi. Gerçi sormamıştı Sünni misin alevi misin diye ama alevi olsaydı adı Ömer olmazdı zaten.
Herkes nikahın kıyılacağı camiden çıkmak için hazırlanırken Paşa Seher’e döndü.
-Kızım bak…Beni iyi dinle…Bizim inancımız ile sizin inancınız arasında bir fark yoktur. Her ikimizin kitabı da birdir, Peygamberimiz bir, kıblemiz birdir. Öyledir de bu ayrılık gayrılık nedendir? Hatayı kim nerede yapmaktadır?
-Sahi Paşa hatayı kim nerede yapmaktadır?
Soruyu soran nikahı kıyacak olan imamdı. Paşa cevap verdi.
-Bakın şöyle anlatayım:
İstanbul Feth edildiği günlerde bizim yeniçerilerden biri yağmalamak için bir dükkana dalmış. Dükkan sahibi ise yahudiymiş. Dükkanını kurtarmak için ‘’Ben Rum değil Yahudi’yim ‘’ demiş. Bizim Yeniçeri bu sefer yağmadan vazgeçmiş Yahudi’yi ağız burun kan revan içinde koyacak şekilde dövmeye başlamış. İyice bir dayak yedikten sonra Yahudi sormuş:
-Yahu sen şimdi durduk yere beni niçin dövdün? Ne yaptım ben sana
-Daha ne yapacaksın ulan…Siz Hazreti İsa’yı öldürmüşsünüz.
-Yahu paşam o dediğin taa 1400 sene önce olmuş bir olay.
-Olusuuun ben daha yeni öğrendim.
-İşte böyle Seher kızım. Siz bin yüz seneye yakın bir zaman önce yaşanmış acı bir olayın hesabını - hiç hak etmediğimiz halde- hep bize sordunuz ve soruyorsunuz. Biz de boş durmuyoruz tabii ki. Yalanlar, iftiralar, karalamalarla sizi rencide edip duruyoruz. Sonunda da ortaya bu anlamsız düşmanlık çıkıyor.
Bir Osmanlı Paşası, Daha bir kaç gün önce Kuzican Çölünde Şah Tahmasb’ın en az otuz bin askerinin ölümünü sağlayan bu Paşa mı söylüyordu savaşın anlamsızlığını? İşin garip tarafı tek tek sorduğunda tüm insanlar biliyordu savaşın anlamsızlığını ama topluca bir araya geldiklerinde bir şeyler oluyordu bu insanoğluna
Camiden Çıktılar…Seher’i Demirci Rüstem’in evine bıraktı Paşa’nın adamları. Paşa ve Ömer ise ordugaha geldiler.Ömer hemen üzerindeki molla kıyafetlerini çıkarıp tekrar cebeci kıyafetlerini giydi. Hekimoğlu Ali Paşa onu yine cebeci kıyafetleri içinde görünce kızdı.
-Acını unutmak. Kanayan yüreğini dindirmek için kelle mi alacaksın yine? Bu mudur düşünebildiğin tek hal çaresi? Olmaz Ömer’im olmaz. Ne konuştuk seninle. Sen ilme devam et. Bu meydanlarda nice Ömerler şehit oldu hiç birinin adını bilen yok. Ama bir Ömer Hayyam olursan adın dünya durdukça yaşayacaktır. O bakımdan cebeci çerisi Ömer değil alim Ömer Hayyam olmaya bak. Haydi şimdi doğru çadırına git ve o kıyafetleri çıkar üstünden. Artık orduda sana yer yoktur. Tebriz’de kal burada Seher için yaşa. Onu kazanmaya bak. Aşk emek ister. Sen daha bir tokat yer yemez pes ettin. Aşıklık bu mudur? Aşk buna mı dersin sen?
Haklı söylerdi Paşa…Daha önce de kaçmıştı aşkı için mücadele etmekten. Bu sefer kaçmayacak, mücadele edecekti Ömer. Evet İlim adamı olmak da aşk da emek istiyordu. Bedavadan ne alim ne de aşık olunuyordu.
YORUMLAR
hocam bu zamana kadar duymamıştım alevilerin ömer isminden hoşlanmadığını neden acaba hasan hüseyin mehmet sleyman gibi isimler veriyorlarda ömer ve bekirde yok zannedersem sebebi ne acaba bu isimleri niye vermiyorlar saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
Selamlar.
bekir odaci
bu ne çok bilgi....bu ne güzel anlatım bune çok emek......sağol hocam tarihi çok severdim sayende sevgim katlamndıki sorma saygılar sevgiler
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
-Kızım bak…Beni iyi dinle…Bizim inancımız ile sizin inancınız arasında bir fark yoktur. Her ikimizin kitabı da birdir, Peygamberimiz bir, kıblemiz birdir. Öyledir de bu ayrılık gayrılık nedendir? Hatayı kim nerede yapmaktadır?
İşte bu hocam....Siz hep yazın bilgilerinizi paylaşın ...Ben de keyifle okumaya devam ...
İyi geceler...
sami biberoğulları
İleriki bölümlerde de inşallah daha çok vurgu yapacağım bu birlik ve beraberlik konusuna. Ayrılık gayrılığın saçmalığını daha bir gözler önüne sermeye çalışacağım. Sizin yorumlarınız da gösteriyor ki özellikle üzerinde durulması gereken konu bu...
Tekrar teşekkürlerimle selam ve saygılarımı sunuyorum.
Sayın Hocam,
Güzel anlatımınızla hoş ve sonunu merak ettiğim dakikalar geçirdim.
İslamın zorlama dini olmadığını , gönülen olmayan hiç bir şey için evet denmeyeceğini
anlatmışsınız.
Elinize sağlık,teşekkürler
sami biberoğulları
Ben her zaman gönülsüz ve rızasız, zorlama işe yapılan, yaptırılan her şeye karşı olmuşumdur. Benim dinim de bunu emreder zaten. Bunu satırlarımda da ifade edebilmişsem ne mutlu bana.
İlginiz için çok çok teşekkürler.
Selam ve saygılrımla.
Binbir gece masalları gibi sıkmadan tarih okumak ne güzel,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Bir meslektaştan böyle iltifatlar almanın tadı bambaşka oluyor.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Çok çok sağ olun var olun.
Selam ve saygılarımla.
Çok ama çok güzeldi. Su gibi altı geçti. Hatta bir kaç sefer su gibi akıttım. Yüreğinize, emeğinize sağlık hocam. Saygılarımla...
Hocam çok özür dileyerek Kemnur hocamı merak ettim. Umarım iyidir. Haberiniz varsa bilgilendirirseniz çok memnun olurum. Saygılarımla...
seher_yeli tarafından 4/14/2012 12:54:37 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Kemal kardeşim hastanede...Tedavi görüyormuş. Sanırım doktorlar kesin istirahat vermişler. Yoksa yazı yazmadan duramazdı o...Ama kesin bir bilgiye sahip değilim.
Selam ve saygılarımla.
Seher_Yeli S.ZerrinAktaş
bu gece okuduğum bu bölüm çok güzel hocam çok etkiledi beni Timur'un Sivas da yaptığı korkun çok güzel İslamın birleştiriciliğini anlatmışsınız inandığımız Allah aynı Kitap aynı Peygamber aynı farkımız ne o zaman ayrı gayrı olmamalıyız
aşk üzerine yazdıklarınız anlattıklarınızda çok güzel sanki bU gece çok güzel bir romandan birkaç sayfa okudum
tebrikler sevgiler
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.