- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GİDİŞ
Adına çizik attığım herkesin üstünde bir toprak yığını var şimdi.
Bazılarının hatırası canlı olsa da hala aklıma her düştüğünde bir ölüyü anar gibi bir şiir okurum ardından. Sonra onu hatırlatacak her bir resmi naftalin kokusuyla dolup taşmış ana yadigarı çeyizlik sandığın içine koyup zamanı koşar ayak yaşama telaşına giriyorum.
Bütün gecelerin bu kadar kısa, bütün yağmurların bu kadar uzun sürdüğü başka bir zaman, başka bir ülke. ..Nerde hani kuşkulardan arınmış içinde sadece tatlı bir yaşama telaşı bulduğum o evren. Dünyadan başka bir gezegende var mıydı sahi bu tür ütopyaların gerçekleşme ihtimali?
Peki, acılarla yoğrulmuş bir ömrün suskunluğunu bitirecek bir ıslık, bir umut penceresi; hafif çatlamış ve içeriye sızan güneşin o sıcaklığı. Mümkün müdür hala imkansız dediklerimizin yarın olabilme yüzdelerinin artışı?
Sonbahar bile bahçedeki bütün ağaçların yapraklarını aşındırırcasına beton yığınlarıyla bir tutarken, hala önünde durduğumuz kapıların bir bir yüzümüze kapanmayacağı malum mudur?
“Onu ilk o kapının orda gözlerimin içine bakarken, ya da gözlerimde başkasını ararken yakalamıştım. Sınırlardan arındırılmış koca bir hayatı, çözülmeye muhtaç bir sırrı var gibiydi. Yanına yaklaşmaktan korkup onu öylece uzaktan sevebilme tutkum. Ah onu yapabilmiş olmanın o derin hüzün ve mutluluğuyla harmanlamış olduğum derin bir beğeni. Sanki gelip yanımdan geçse, ellerime dokunsa aşk olacakmış gibi. Açık bir kapı bırakan ben şimdi o açık kapıdan giren o yüzün eskimiş ve silik resimler ardından bakan bir çerçevesi duruyor önümde. Ellerini çapraz bir şekilde omuzlarının üstüne koymuş ve gözleri kocaman yuvalarından fırladı fırlayacak. Ve sanki gökyüzüne karışacakmış gibi bütün sihrini kaptıracak geceye, Kaybolacak…”
Bütün suskunları anladım da unutmaya çalıştığım o yüzü hala görme sebeplerim.Unuttuğumu sanıp yorganın içinde büzülmüş bir şekilde her sözcüğü sindirme çabalarım, sineye çekişlerim ve kısık kısık süren hıçkırıklarım. Birbirinden alakasız onlarca çıkış kapısı ve hep bir yerde yığılıp kalmış “onsuz”luklar. Yarına 1-0 geride başlamanın yarattığı kırgınlık ve büyüyen yaralar…
Onu ilk gördüğüm yer. Açık bir kapı ve bir yaz mevsiminin öğleden sonrası. Bir Yeşilçam filmi rüyası gibi dumanlara karışmış ve hatırlanma olasılığı olmayan kalp atışları, sevginin kızartıcı gücü, bakışların olası mutluluğu, ve gökyüzünde kaybolma hayalim.
Toz duman olmuş ve enkazların arasında sıkışıp kalmış yenik başlangıçlar. Topyekün doldurdum çuvala ve onlarca güle güle saldım arkasından. Kokulu öpücükler yerine yersiz bir kendine iyi bak ve fersiz gözlerimle son bir “dön” çıkmazı…
Sevgi nefrete dönüştü, gözler keskin bir hançere. Günler geçtikçe bilendi, bilendikçe daha nice canlar yaktı. Evet, daha yeni verdim toprağa aslında bedeni umrumda değildi. Ruhu sadece rüyalarımda gereksiz bir mozaik gibi soluk bir renk katıyor sadece;
Ardından bir dua okur gibi ve sonra “nasıl bilirdiniz” sorusuna” onca “bilemedim isyanları” fermanı verir gibi.
Gidişti hem de son bir gidiş. Tekrarlanma yüzdesi bile olmayan. İhtimalsiz bir dönüşün gidişi. Bir gün kalıbımı bastığım her kararın arkasında olduğum gibi bunun da arkasındayım;
Son nefesimi verdiğim gün;
Ufacık bir kağıt kesiğinin arasında sadece bir cümlem miras;
“öyle değil, böyle gidilir aslında.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.