- 1623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bağlılık
“Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları bulunmaktaydı. Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.
Günlerden bir gün, kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına yakalandı. Genç kız, günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken, o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...
Geriye doğru sayıyordu; "On iki" dedi. Biraz sonra da "On bir"; arkasından "On", sonra "Dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardına "Sekiz" ve "Yedi"…
Arkadaşı merakla dışarı baktı. “Sayılacak ne vardı acaba?” Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden çürümüş, yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar tırmanmıştı.
Dönüp arkadaşına "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı halinde "Altı" dedi. "Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane vardı. Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı. İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi." "Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."
Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip, içmesi için çorba götürdü. Fakat O: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum. Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum… Ondan sonra ben de gideceğim." diyerek cevap verdi.
Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı ressama ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız hemen arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle esen rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.
Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş olan yaprak, yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış duruyordu.
"Bu sonuncusu" dedi hasta kız. "Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüştüm. Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de öleceğim." Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile, asma yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu görebiliyorlardı.
Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar aydınlanır aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma yaprağı hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı seyretti. Sonra arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir insan olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada tuttu.
Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin." dedi. Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; “Şimdi alt kattaki bir hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree. Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok, ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor.” dedi.
Ertesi gün Doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi. O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına alt kattaki yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüş.
Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan kıvranırken bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her yanı buz gibi bir haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde birbirine karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola saçılmış bir kaç fırça bulmuşlar. O zaman, o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr estiği zaman bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı adam, son yaprağın düştüğü gece, oraya bir yaprak resmi yapıp, yapıştırmıştı.”*
Neyin, kimi, nasıl hayata bağlayacağını bilemezsiniz!..
“Yok” saydıklarınız vardır da, “Var” saydıklarınız yoktur…
Belki değer verdikleriniz, değersiz; değer vermedikleriniz, çok değerlidir…
İşte bunu zaman gösteriyor!
Düştüğünüz an gösteriyor…
Bir ağaç dikersiniz, büyür ve meyve verir...
Bir ağaç dikersiniz, yaprağı bile umut olur…
“Bir, İki, Üç” diye sayarken, hiç beklemediğiniz anda, bir umut yaprağı çıkar karşınıza; hayata bağla(n)mayı sağlar!..
Ve biri çıkar, feda eder kendini bir başkasına; karşılığında hiçbir şey beklemeden; insanca…
Sadakat olur; çözülmez düğüm atarsın…
Vefa olur; ah dersin…
Tabiiyet olur; dayak dayarsın…
Bağımlılık olur; vazgeçmek istemezsin…
Rabıta olur; bir arada tutar…
Yaderklik olur; el pençe olursun…
Bağ olur; dolam dolam sarılırsın…
Kölelik olur, hizmette kusur etmezsin…
İnsanı, başka bir insana; insanları, topluluklara bağlayan ve bağlılığın sürdürülmesi sağlayan duygular vardır. Ne insan, başka bir insana, ne de insanlar topluluklara bir şey hissetmeden; paylaşılan ortak nokta olmadan asla bağlanmaz(lar) veya birliktelikler meydana gelmez!
İnsanları bir arada tutan, aynı amaç etrafında toplanmalarını sağlayan hissi nedenler; bazen para kazanma, bazen isim yapma ve başarılı olma, bazen arkadaşlık ve dostluk, bazen evlilik, bazen sevgi, bazen saygı, bazen aşk, bazen özgürlük gibi nedenler vardır.
İnsanlar arasında medya gelen birlikteliklerde neden/amaç ne olursa, olsun, ortak bir çalışma ve paylaşım yoksa her şey sadece düşüncede kalıyorsa, birlikteliklerin ömürleri kısadır. Başka bir deyişle, geçicidir!..
Birlikteliklerde, birlikteliğin hangi amaç üzerine kurulduğu çok önemlidir! Menfaat/Çıkar üzerine kurulan birliktelikler, menfaat/Çıkar bitince, sona erer. Halk dilinde, “Öküz öldü, ortaklık bitti” diye bir deyim vardır.
Birlikteliklerde, “öküz” ortak nokra ise, öküzün ölümü, ortaklığın bitmesi demektir. Çünkü çıkar ilişkileri hep böyledir!..
Çıkar ilişkilerinde; neyin, nerde, ne zaman, nasıl biteceğinin bir planı genelde vardır, fakat hiçbir planı olmayan; ilgi ile başlayan, anlayış ile yol yürümeye koyulan, güvenle ilerleyen, paylaşımlarla mesafe alınan ve bağlılıkla düğüm atılmak istenen birlikteliklerde amaç doğrultusunda yol yürürken ve yürünmeye devam edilirken, gelecekle ilgili planlar yapılır ve kararlar alınmaya başlanır!..
Duygusal birliktelikler bir damla ilgi ile başlar; ilgi duyduğunu anlarsın, anladığına güvenir, güvendiğinle her şeyi paylaşır ve paylaşımlar sonucunda bağlanırsın!
‘Biz’ düşünceli bağlılık, birlikteliklerde paylaşımların ne denli ileride ve öneme haiz olduğunu gösterirken, birlikteliği daha da ilerletir.
Paylaşımların boyutunun yüksek ve herkesle paylaşılmayacak değere haiz olan birliktelikler, çıkar gözetilmeden, bir başkasında aynı karşılığı bulmayacağı bilinen ve arayış içine girilmeyen duygusal hislere dayalı bağlılıklardır. Çünkü sadece ‘Biz’ duygusu vardır.
‘Biz’li bir paylaşım, ‘Biz’li bir bağlılığa öyle bir düğüm atar ki, bazen yaprak olur hayata bağlar, bazen yaprak olur sona götürür!..
Cengiz KORKMAZ
* O’Nenry: Son yaprak
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.