- 2356 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇIŞ…………………….
ÖĞKÜ ROMAN
KAÇIŞ…………………….
Ağustos ayının sıcaklığında,güneş tarlada ki mahsulleri pişirme çabasına düşmüştü.Olgunlaşan mahsullerinin haşatını yapmak için uğraşan çiftçiler, tarlalarında senenin bereketinden kendi paylarına düşeni hasat etmektedirler.Orta yaşlı delikanlı Tırpanı ie ekin biçerken yorulmuş çördük ağacının gölgesinde dinlendirecektir. Sıcaktan terlemiş vücudunu yarı gölge yarı güneş aralığında sırtını ağaca dayamış hafiften hafife gaynuka uykusuna dalmıştı. Gerçek âlemden rüya âlemine doğru yol alma vakti ne de çabuk gelmişti. Kendisine doğru yaklaşan bir şahıs, ona şöyle seslenmektedir;
—İzzet onbaşı sana müjde getirdim,
Bir erkek evladın oldu, adını ne koyacaksın?
İsa koyacağım..
Peki, ne diye çağıracaksın?
Yaa İsa Yaa İsa Yaa İsa diye çağıracağım diye üç sefer tekrar eder,
Rüyasında aldığı müjdeye yine rüyasında sevinir. Doğacak evladının ismini kız veya erkek olursa ne koyacağını önceden hazırlamıştı rüyada ayrıca cevabını veren delikanlı, uyku ila uyanıklık arasında bir ayak pıtırtısıyla birlikte; Müjde! sesini işitti. Müjdeci dünyaya gelen onuncu evladının oğlan olduğunu müjdeliyordu.Uyku mahmurluğu içersinde hangisinin rüya hangisinin gerçek olduğunu ayırt etmeye çalışırken, gelen müjdeciye..
Senden evvel biraz önce rüyamda müjdelediler dedi.
Duyduğu sevinçten sonra müjdeciye de memnuniyetini bildirdi ve müjdesinin karşılığını alacağını söyledikten sonra biraz rüyasını düşündü ve tekrar işine koyuldu.
Yeni doğan bu evladına İsa ismini koymuş fakat bir kaç hafta sonra vefatıyla üzülmüştü.
Verende Allah, Alanda. dedi.. Geride tam altı evladı sağdı Bu şekilde ki ölümlere alışkındı, lakin bundan önce aralıklarla üç evladı daha sağ doğmuş ve vefat etmişti. Evin hanımı; çok çocuk yapmayalım bunların birde evlendirmesi, iş sahibi yapması var dedikçe evin beyi rızık Allah’tandır diyordu.
Seneler nede çabuk geçiyordu, babasından ayrılalı sanki kısa bir süre olmuştu. Evlendiklerinde ne eşya ne de evleri vardı. İki odalı bir barakaya ayrılmışlar kayınpederinin verdiği birkaç düğün eşyası ve babasından birkaç eşya ile ayrılırken fazladan bir bacağı kırık topal bir sacayakla lambaya gaz alırız diye birde yağ şişesi almıştı. Ayrılıp başka eve gittiğini duyan babası kızmış ve bunların barakalarına gelerek fazladan getirdiği şişe ile topal sacayağı almış gitmişti. İşte meşhur topal sacayak bu idi, her babası yâdına düştüğünde anlatır söylerdi.
Topal sacayağı da alan babam babam,
Dünya bana mı kalacak sandı idin babam babam,
Ölmeyeceğim mi sandı idin babam babam.
Babada ne babaymış ama namı diyar Durmuş oğlu Emin, Emin oğlu ŞAKİR çavuş; 1884 doğumlu dört kadını 14 evladı olan. Birinci dünya savaşında Ruslara karşı Trabzon ve dolaylarında 8 yıl topçu çavuşu olarak çarpışmış gazi Şakir çavuş.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçmişti evin hanımı tekrar hamile kalmış ve doğum sancıları tutmuş mahallenin kadınları toplanmışlardı. Mevsim kış aylardan kasım ayının onbirinde onbirinci evladı 1969 yılında müjdeci gelerek
—Müjde yine bir oğlun oldu dediler.
Yine sevinmişti ne kadar evlat o kadar arka demekti onun için. Kız erkek ayırt etmez Allah ne verirse kabulüydü.
Evin kadını önceki vefat eden çocukların göbeklerinin şiş dünyaya geldiklerini ve bu yeni doğanın göbeğinin de onlar gibi şiş olduğunu bununda öleceğini söylüyordu.
Ebe kadın olan evin hanımının eltisi yok diyordu bu çocuk meme arıyor ölmez, ben göbeğini keseceğim demiş ve keserek yıkayıp beze sarmışlardı.
İzzet onbaşı; isim hususunda önceden vefat eden evladının adını tekrar buna koyacaktı.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra abdestini almış evladını kucağına alarak sağ kulağına ezan sol kulağına kamet getirmiş ve üç defa senin adın İsa demişti. Rüyasının manasıydı bu..
İşte böyle başlamıştı bu hayat serüveni Ailenin onbirinci evladı onbirinci ayın onaltısı 1969 da dünyaya gelmişti. Hayata ister serüven diyelim isterse kaçış, ama ben kaçış diyorum, bunu söylememdeki maksadı ileriki sayfalarda ve hikâyelerde daha iyi anlayacaksınız cünki hayatımın bazı dönüm noktalarının kaçışlarla olacağını göreceksiniz.
Kaçıyoruz dünyadan ukbaya söz atarak,
Dünya hayallerine azıçık göz atarak
Kimi didinir durur, kimisi de yatarak,
İşte geldik gideriz, boz bulanık yollarda,
Ben düşünce anladım, vefa yokmuş kullarda.
*****************************************************************
Yayla Günlerim..
Kış gelir köye göçülür bahar gelir yaylaya, Günebakan köyünün kendine has yaylası olmadığından, herkes kendi arazisinin başına çit obasını kurar, nerede boz arazi varsa hayvanlarını oralarda otlatırlardı. Gerçi daha önceleri arazinin bir kısmını bir sene yaylalık bırakıp diğer tarafını işleyen Günebakanlı bu adetlerinden son yıllarda vazgeçmişlerdi.
Ekinlerin biçilip hasat edilmesine kadarki zamana kadar kızlar dağında kurulan obamız hasattan sonra öteyüzdeki obamıza taşınır kar yağana kadar burada kalırdık. Her ikisinin de güzelliği bende özeldir. ,Kızlardağı ormanında otlattığım koyunlar ve mallar. Gürgen ağaçlarının gölgesinde yatırdığım kuzularımın sesini hala duyar gibiyim. Yağmurlu ve çiseli havalarda rahat yayılmayan koyunları otlatması, çöken sis ve dumanla karışan koyunlarımızın melemesi ayrı bir renk katardı yayla havasına.
Üç yaşlarında olduğumu söylerler bir sabah yatarken sabah gözlerimi açtığımda çit obamızdan içeri dolan karın sevinciyle uyandım. Annem derdi; Kar yağınca köpekler ile çocuklar sevinirler. Her hal doğru idi bende sevinmiştim ama bu karda köye göçesi mesele idi eşyalar katıra yüklenecek ben ise onların sırtına yük olacaktım birde minnoşum vardı hiçbir gece beni yan bırakmayan koynuma girip bana gıngın çalarak ninni gibi beni uyutan kedim. Kedim ne olacaktı?
Annemin bana dikmiş olduğu kendi boyuma göre bir torbam vardı bazen onu takınır ağabeylerim koyun ve mal otlatmaya giderken bende küçük çoban olarak onların peşine düşerdim. Kedimi torbamın içersine soktuk ve sırtıma yüklendim katır önümüzde peşinde annem ve babam ben ise kedimle yanlarında, hiç geri kalımıyım? Hani anneme ve babama yük olacaktım ya yük olmadığım gibi kedimi bile götürüyordum. Yol yarı olmuş karla kaplı yollarda sabahleyin sadece bir iz vardı. Hapan beleği denen yerde rastladığımız bu izin babamın kardeşi koca bıyık emmimin olduğunu babam kaçamam ayak izinden anladığını söylemişti. Kedimin çişi geldi her hal sırtımı cırmalamaya başladı onu çıkardım ve saldım bir ağacın dibine giderek defi hacet yaptı ve gömmeyi de ihmal etmedi tekrar yanıma geldi torbaya girmek istemedi bende kucağıma aldım, bazen yorulunca yere bırakıyor, izlerimizden geliyordu. Köyümüze yaklaştıkça kar yukarıdaki kadar kalmamış ve bizde bir saate yakın süren yolculuğun sonunda köyümüze ulaşmıştık.
Günler ve seneler nede çabuk geçiyor. Beş yaşıma gelmiştim sünnet olacakmışım. Sünnetin ne olduğunu az çok biliyordum büyüklerimiz b izi korkutmak için tut şunun pipisini keselim diye bizleri korkuturlardı eğer sünnet olursam artık böyle diyene benim pipim kesik diyecek korkmayacaktım. Annem beni sırtına aldı ve Emine ememgile götürüyordu. Sünnetçi orada imiş Emem oğlu Şehri’nin de pipisi kesilecekmiş. Hatırladığım tek şey bağırıp çağırdığım hainlik yapım annemin elinden kurtulmaya çalıştıklarımdır. Beni erkek adamlar tutular. Sünnet işi tamamlanınca Şehrinin yanına yatırdılar, daha sonra da eve gittim tabii ki.
Yaz mevsimiydi yaylada duruyorduk, bir gece çok sevdiğim kedimin pipimi ısırmasıyla can azmine bağırmam bir oldu.. namıssıs kedi yaralı pipimi et sanmış yiyecekmiş.. olurmu len ….Bir kaç gün onu koynuma almama cezası verdim.
Altı yaşıma girmiştim Ablam ila ağabeyim okula gidiyorlar bende gitmek istiyor ablamın peşine düşmek istiyordum. Remzi ağabeyim eski önlüğünden annem eli ila bana önlük dikti yine yaylada duruyorduk okula gitmemden babamın haberi olmamalıydı çünkü yaşım daha küçüktü belki beni okula göndermez diye gizlice kaçmıştık.
**************************************************************************
Okuma Serüvenleri Başlıyor
Okul kendi mahallemizde olduğundan dolayı acemi değildim ama okula gidip sınıfta yaklaşık otuz kişinin arasında kendimi bulunca bir acayip oldum. Ablam arada geliyor _kardeşim ben buradayım bir yere gitme diye arada beni kontrol ediyordu. Yok arkadaş bura bana göre değildi ben yaylalarda arkadaşım Mustafa kara ile teke tek oynardık bura bana bir acayip gelmişti ve fazla sürmedi durmam ağlayarak kaçmaya başladım ve doğru eve. Öğlede ablam geldi, beni azarladı, benimle okula kaçıyorsun, hem de okuldan eve kaçıyorsun bir daha kaçarsan seni öldürürüm. Demiş beni tekrar götürmüştü. Alıştım baktım ki çok arkadaşla toplu oynamak daha iyiymiş.
O yıl ki öğretmenimiz Nevzat Balıbey idi o sene beni küçük diye sınıfta bırakmışlar bir senem böyle geçmişti. Okuma yazmayı ve dört işlemi öğrenmiş artık okuryazardım. Ertesi sene Buzköylü Nursel Özçelik öğretmenimiz gelmiş ve bizi okutmak için almıştı. Bundan sonra beş yıllık ilkokulu bize okutacak öğretmenimiz bu olacaktı.
İlkokul üçüncü sınıfta idim, annem ila ağabeyim ve yengemler Akkuşun Seferli köyüne gideceklerdi, ben annemin peşine çok düşer, illa da bende gideceğim diye diretirdim, Hani inatçılığımda hala fena değildir. Bir şeyi yapmak için kafaya koyunca ilada yaparım daha küçük yaşlarda annem Erbaa ya ablamın yanına gitmek için köyümüzün alt yanında in derelerinden Manasköye yaya giderken beni götürmemiş ben ise arkasından kaçmış köye az bir mesafe kala yetişmiştim. İşte buda onlardan bir tanesi idi beni yine okulu var diye yanlarına almamışlar emektar katırla beraber yola koyulmuşlar ben yine peşlerinden gizli gizli takiple onların peşinden gidiyordum beni gülbahçe denen yerde Cemil ağabeyim yakalamış biraz dövdükten sonra Celal emminin yanına katarak köye gönderiyordu. Ben hiç dinlermiyim yolda ormana yakın bir yerde Celal emmiye tavşan sapağı vererek kaçmış, yine annemlerin peşine düşmüştüm. Yandura denen köyde orada öğretmenlik yapan emmimin damadı Ali öğretmenlerde mola verdiklerinde ben peşlerinden yetişmiştim. Cemil ağabeyim yine hırslanmış ancak annem bırak gelsin buraya kadar gelmiş artık demişti. Üç gün sürecek gezinin sonunda okuldan izinsiz kaçmanın cezasını öğretmenimden yiyeceğim okkalı şamara hazır olmalıydım ve de öyle olmuştu.
Köyümüze elektriğin gelmesi 1977 yıllarıydı iki sene gaz lambasının altında dersimizi yaptıktan sonra elektriğe kavuşmuştuk. Elektrikten önce köyümüze televizyonu ilk kahveye getiren Seyfi Karakaya olmuş benim Televizyonla ilk karşılaşmam cami önü dediğimiz yerde şimdiki Rüştünün kahvesindeki ahşam kahvehanede olmuştu. Kapının açık olduğu zamanlar kapıdan gözetlerdik ilk önce sakallı bir adamın ekrana doğru yanaştığını görünce oradan çıkıp yanıma gelecek sanmış irkilmiştim. O yıllardan sonra elektriğin gelmesiyle yaygınlaşan siyah beyaz televizyonlar yaygınlaşmaya başlamış. Koca nenenin televizyon seyrederken yaşmağını sımsıkı kurarak gelenek üzere ağzını bile kapalı tutarak televizyona baktığını gören oğlu: anne niye öyle seyrediyorsun dediğinde
—Oğlum aradaki adamlar hep adamın gözüne bakıyorlar demez mi?
Günler geçiyor bizlerde artık büyüyorduk bazen okul çıkışı yaylaya giderken gece oluyordu. Öteyüzde ki yayla durduğumuz yerde arazilerimiz var ve bolca da meyvelerimiz vardı gece vakti çayırın özerine çördük ağacından dökülen meyveleri ay ışığına kapışırdık bazen üç bazen dört arkadaş olarak yaylaya giderdik.Yayla günlerimiz bambaşkaydı gürgen ağacından arabalar yapar bazen çayırlardan akan küçük sulardan değirmen yapar papatya ile dümenini kurardık. Su üsten aşağı kıvrılarak aktıkça papatya dönerdi. Derelerde küçük göller yapar yaz aylarında çimdiğimiz günleri unutmak ne mümkün. Arkların içersine ve derelerden akan su birikintilerine gölmeç yapar hangimizin ki bir diğerini taşıracak diye bakar üstekini deşer alttakinin kendiliğinden dolarak deşilmesini seyrederdik.
Yaz geceleri bir başkadır yaylalarda ramazan aylarında akşam vakti pür dikkat top sesini dinlerdik. Tam obamızın karşısında duran kızalar dağı ormanında geceleri uluyan kurt sesleri baykuş sesleri gecenin tılsımıydı sanki. Yağmur ilkbaharda ve yaz aylarında yağan şiddetli yağmurlarda ormanın yağmurla çıkardığı o hışırtı sesi dinlemeye değerdi. Gürgen(kayın) ağaçlarının güzelliği ilkbahar ayında açık yeşil yazın koyu yeşil güz gelince ise tüm renkleri yansıtırcasına yeşili sarısı kahverengisiyle bir başkaydı. Yaprak döküm zamanı gelmiş bir yayla zamanı daha geride kalıyordu. Yapraklarla beraber dökülen gürgen fıstıklarını toplar kışın onları kavurarak ya böreğe katılır veya kuru yemiş olarak yerdik.
Okul zamanı okul, yaz mevsiminde elimden geldiğince aileme yardımcı oluyordum bazen mal güder bazen koyun bazen de kuzu. En fazla da nefret ettiğim mal gütmekti. Bana çobanlık yaptırmasınlar akşama kadar mealle(çapa) çalıştırsınlar.
O yıllar mısralarda şöyle canlanıyordu;
Yayla Anılarım
Öte yüz derler ya Günebakan da,
Benim küçüklüğüm orda geçmiştir.
Akşam olup idareyi yakanda,
Çit obadan soğuk içe geçmiştir.
Obamızın kenarları çit idi
Üzerinin örtüsü de kıt idi
Kapımızın bekçisi de it idi
Geceleri kimse gelmesin diye
.Kızlar dağı karşımızda duruyor,
Geceleri kurdu kuşu uluyor,
Gürgen ağacından yonga oluyor
Çatıya örteriz akmasın diye.
Çayırında değirmenler yapardık,
Papatyayı dönsün diye kopardık,
Gürgen kabuğundan teker yapardık,
Arabamız yolda kalmasın diye
Arkadaşım Mutafaydı soyadı kara,
Şimdi o günleri mum yakıp ara,
Benden selam olsun o nazlı yara,
Hatırası bizde kalmasın diye
Çördügünü yedik armudun tatdık,
Yoğurdun içine ekmeği kattık,
Koyunu kırktıkta yününü sattık.
Belki beş on kuruş getirir diye.
Çayırında kuzuları otlattım,
Dere kenarından karşı hoplattım,
Kızlar dağlarında çilek toplattım,
Akşam obamızda yiyelim diye
Güz gelende patatesi sökerdik,
At ilen eşeklen köye çekerdik,
Tohumlukları da yere gömerdik,
Bahar geldiğinde dikeriz diye.
Herkesin tarlası orda obası,
Sırtında egnenik işte abası,
Yanındaki kimmiş? Oda babası,
El yerine koyun sokmasın diye.
Bahar gelip dağlar yaprak açanda,
Çiçeğin açıp ta koku saçanda,
Yollara düşmüşüz işte o anda
Yaylamızda otlaklarım var diye.
Kızlar dağı deresinde çimerdik,
Ateş küllenince gosdil gömerdik,
İyice pişmeden çıkarır yerdik,
Mallar başka yerde yayılsın diye.
Gölmeç yaptım suyu toplamak için,
Dereye taş koydum hoplamak için,
Yar maçadan balta saplamak için.
Kışın sobaya odun keserim diye.
Kuzular ürktü de kaçtı yanıma,
Bunları anlattım düştü anıma,
Şair İsa hasretin yetti canıma,
Böylelikle gönlüm eğlensin diye
02/03/2008
İnsanoğlu doğup büyüdüğü küçüklük anılarının geçtiği yerleri unutamıyor hele de bu anne babasının ve tüm akrabalarının memleketiyse. Güzeldir benim köyüm doğasıyla insanlarıyla güzel. Her taşında her karında anılarımız saklı unutmak ne mümkün seni Günebakan…
İşte çocukluk anılarımızı anlatan bir şiirim daha;
Sanal Değil, Hepsi Doğal idi...
Gel de anlatma, küçüklük ve gençlik
çağlarındaki oyunlarımızı,
Pekte eski değil canım, otuz, kırk yıl
öncesine gideceğiz,
Sene bin dokuz yüz yetmiş beş ve sonrası,
…………
Öncesinde de ağabeylerimiz oynarmış,
onlardan miras almışız…
En fazlada kara yolda kayınmak,
Beldemizin üs kısmındaki bayırlarda
evcük yapmak,
Küçük oba ve evler yapıp, çay demleyip
içmek,
Dahası, dağlarda mal güderken çelik
oynamak,
İki türlü çelik oyunu vardı, biri Niksar, biri
çoban çeliği,
Daha nice oyunlarımız vardı, toprakla
haşır neşir,
Yeri geldikçe anlatırım, sanmayın ki
buda şiir.
- Layyn İsa Daştan nerdesin gel de
oynuyak,,,
Yeni motor yaptım, gel de
baaakkk,tekeride neyden biliyonmuu*?
Gara lastiğin topuğundan, hem de kerttim
ki iyi çeksin diye,,
Bak Şehri Karakayada geliyo bakkk,,,
-Laaannn Durannnn,,Duraannn, agzı
burnu yanasıca nerdesin,,
-Manas köylü gadi, duran yok yanımızda
bizim,,
İsa Daştan
-Ben onu az önce gördüm,kara yola aşağı
arkasına çit bağlamıştı,
Tozu dumana katarak motor sürme taklidi
yapıyodu,,
Şehri
-Lan İsalar keten deresinde erükler olmuş
gidek mi?
-Şimdi geldik ecük oynuyak sonra
gederük,,
İsa Daştan
-Veyyyy benim obam çömüşşş,
Şehri
-Ohhh canıma degsin, nasıldı benimkini
yıkması,,
- Govuk kayaya çay içmeye gidekmi
Memet metinde gelecek,
İsa Daştan
-Ben git miyom astanım babam beni
döver,, 57
Şehri
-Ben demlikle suyu getiririm gerisini siz
ayarlayın,,
İsa Özyurt
- Bende odununuzu toplar ateşi yakarım
yetmez mi?
Alim çobanla, öte yüzdeki bizim sayvanı
bile yakmıştık,
İsa daştan
-sizi gözaçıklar sizi işin paralı yönünü
bize mi bırakıyonuz gelmem lan bende,,
Micci.. micccii,,,micciiii,,
Duran Özyurt
-Düüüüttt,,,düüüüttt,,düüüütt, vaggggg..
vaggy,
Bende geleyi mi yanınıza
Oğlum sende miccisin, işin gücün motor
sürmek,
Duran
-Ben büyüyünce şoför olup motor
süreceğim
VVVAAAGG…diiidooodiiiidoooo,,
Şu kütüğü bırakıyım geliyom…
Bunlar sadece bir bölümü sahnenin, daha
neler var neler,,
Gerisini normal anlatayım uzun sürmesin,
Köseğilin Memedi bilirsiniz değil mi?
Şimdi içer mi bilmem,küçükken yer gibi
sığara içerdi,
Musa nın fırın önünde, gece yarısına
kadar otururduk,
Memed in annesi Hamide abu, eşek
çötesiyle bizi avdurudu,
Akşamları oyun oynamasını çok severdik,
Hele şu tık, tık var ya, baş oyunumuzdu,
Biriktik oyun başlıyor,,,kimler mi var goca
erkek(Mustafa özyurt)
Bebek(İlhami özyurt)
Nazile,Nazmiye,Duran, İsa daştan, İsa
Özyurt
Mahallenin çocukları işte,,Şehri sende var
mı idin bu akşam?
Mal gütme anıları, ap ayrı bir konu,
Alim ve Ahmet Çoban, İsa Daştan,
Cevdet Karakaş,Sündüs çoban,
Cevdet dedim de aklıma geldi,
Alimle benim birer yaşar tosunumuz
vardı,
Kuyruklarını bayırın yüzünde birbirine
bağladık,
Niye mi? hangisi hangisini çekebilir diye,
Az kalsın hayvanların kuyrukları
kopuyordu,
Cevdet geldi de kurtardı……..
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Benim bir köpek vardı,ağzında köteğimi
taşırdı,
Mallar zararlığa giderse, çevir deyince
çevirirdi,
Hele de ev yanlarına yabancı tavuk veya
kedi gelmeyi versin,
Nalı mıhı söktürürdü onlara da,
alimallah,,,
Haaa,,Şu kayınma meselesi vardı ya,
konunun başında,
Kara yoldan başlar, ustalin fırınının önüne
kadar,
En fazlada goca bıyık emmim kovalardı,
Çok gıcıksın be emmi,,Bak şimdi koca
bıyıklığın kalmamış,
Halıyı bırakıp kayınmaya kaçıyo diye,
Vedat abim beni çok kovalardı,
Göt kızağı, Köp kızağı, ayakkabıyla
kayınmak, 58
Oda yoksa naylona otur kayın,
Götün kıp kımızı olsun soğuktan,
Eve gelince cazz. Cazz, osur,,
İşte böyle gençler, biz sanal oyun
bilmezdik,
Her şey doğal idi, Kimse bize hazır
oyuncak almaz idi,
Kılıç zeytin yağı tenekesinden, vagon
yapar,
Ağaç veya cilim çamurdan, araba
yapardık,
Çam kabuğunu yontarak yaptığımız
oyuncaklar çok güzel olurdu,
Yaylada gürgen kabuğu ve tahtasından
araba yapardık,
Deve yapmayı da biliyor musunuz?
Oda fındık köteğinden olur, ortasına çalı
yığardık,
Yuvarlak bir kapak bulunca, bir köteğe
çakar hemen döndürürdük,
Az kalsın unutacaktım,,Güdü var ya
güdü,topaç diyorlar başka yerde,
Köteğin ucuna ip bağlayıp, güdüye dolar,
Dam üslerinde şaaap..şaaapp, vurdukça
ne dönerdi kerata,
Kirman döndürmeyi biliyor musun?
Onu da. eskiden ip makaraları
ağaçtandı,onu ortadan keser,
Al sana iki tane kirman ortasından çalı
geçir,
Dönecek ucu oval olmalı ki iyi dönsün,
Bunları anlatırken ilkokulda sınıf
arkadaşlarım geldi aklıma,
Dokuz erkek, on sekiz kızdık,toplam,yirmi
yedimi mevcut,
Birden beşe kadar Buzköylü Nursel
Özçelik öğretmenimizdi
Bizlerde çok emeği vardır Allah selamet
versin,
Halis Zor vardı oda Buzköylülü bütün
namaz surelerini ondan örgendik,
Erkeksen ezberleme sıkımı,o çagda
okuyanlar onu çok iyi tanırlar,
Masa üzerinde namaz kılmayı öğretir idi
bize,
Sınıf arkadaşları dedimdi ya,9 erkek 18
kız vardı.
Kişi başına iki kız düşüyor, ne şanslı sınıf
demi,
O yıllarda daha ergen olma sakta az çok
sevdiğimiz vardı canım,
Yalana ne gerek, hayat bu, normal değil
mi,
Sınıfımızın en ağlamsuğu ve sopadan
korkanı kimdi?
Hatun Yiğit, sopayı görünce kaçacak delik
arardı,
Sıranın altlarına saklanır bagırarak aglardı,
Sınıf başkanımız, ötaaçeden Hamide
Ateşti,
Bizden büyük olduğu için, her sene
başkanımızdı,
En fazlada benimle, Rüştü çobanı
şamalardı,
Niye mi* en yaramazı sınıfın bizdik
herhalde,
Rüştü beni 2 ve 3 te yenerdi,
Daha sonraki sınıflarda ben onu
yenerdim,
Yenilmeyi hazmedemez duysuzdan
arkadan bana dalardı,
Neyse yeter bu kadar anlatmak,
Yeri gelmişken, sınıf arkadaşlarımı da
ekleyim,
Bu anlatımı tüm sınıf arkadaşlarıma ithaf
ediyorum,
Bana zaman ayırıp okuma lütfün da
bulunduğunuz için teşekkürler, 59
İşta 1982 yılı Günebakan ilkögretim okulu
mezunları
Bayanlara her zaman saygımız sonsuzdur,
önce onları yazalım,
Hamide Karakaya, Hamide Özyurt,
Sündüz Çoban, Hatice Yaylacı,
Kadriye Çam, Behiye İmer, Nazile Özyurt,
Hatun Yigit, Ümmü Çoban,
Kevser Karakaş, Hamide Ateş, Zeynep
Arslan, Emine Karakaş, Rahme Metin
Hatice Karakaş, Pembe Özyurt, Gülsüm
Özyurt, Şerif Özyurt
166 KUBBEDEKİ MAHYALAR
Erkeklerde şöyle idi,
İsa Özyurt,Rüştü Çoban, İdris Özyurt,
Ahmet Ateş, Nihat İmer,
İbrahim karakaş, Mustafa keskin, Duran
Karakaş, Galip Karakaş,
Bunlar herhalde geride kaldı idiler,
Ali Osman Yaylacı,Ömer karakaş,Ömer
Karakaş,
Tüm sınıf arkadaşlarıma sevgi ve saygılar
Ailenin onbirinci evladı onbirinci ayda doğmuş ve onbir yaşında ilk okuldan mezun olmuştum.Okumak tek hayalimdi, annem okumamı istiyor öğretmenimde İsa okur okutun diyordu. Benim mezun olduğum sene ikinci yılında olan köyümüzde birde ortaokul açılmıştı, kaydımı buraya yaptırdık. Ortaokulu bitirip ormancı olmak hayalimdi. Derslerime aşk ile sarılıyor çobanlıktan kurtulduğuma çok seviniyordum. Hevesimiz yarıda kalmıştı öğrenci olduğu halde öğrenci az diye okulumuz kapatılmış iki ayda ortaokul hayalim sona ermişti o günlerde bir kısmı Niksar da ki okullara nakil yaptırmışlar beni ise yazdıran olmamış o yıl kalmıştım köyde.
Halı dokurum halı
Bitmiyor gâvur malı
Şu halılar çıkalı
Kızlar bile pahalı.
Köyümüze ilk halıyı getiren O yıllarda Niksar’a bağlı bir belde olan Başçiftlik kasabasından Ahmet öğretmen olmuştu. 1978 yıllarında yavaş yavaş gelecekte beldemizin kalkınmasına katkı sağlayacak ve de dışa açılmasını engelleyecek halıcılık başlamıştı. O yıllarda bizim eve de bir tezgâh kurulmuş halı dokunuyordu. Ben halıyı henüz evimize tezgâh kurulmadan önce ilmek atmasını hatta desen dökmesini öğrenmiştim evimize tezgâh kurulunca öğrenmem kısa sürdü 15 günde işi aşağı yukarı karalamıştım o günlerde evimizde ustamız olan Sevim yengem ameliyat olmuş halı benimle diğer yengem Emine ablama kalmıştı. Halıyı iyi kötü tamamladık bu arada bizde usta olmuştuk çok hızlı halı dokuyordum ve halıda iyi
Para ediyordu ailemizin en büyüğü olan Vedat ağabeyim ila babam benim halı dokumamı istiyorlar, okuma taraftarı değillerdi, ama annem okutma taraftarı idi. O yaz iki inek ve iki dana ile beni mal peşine kattılar. Remzi ağabeyim Niksar imam hatipte okuyordu benimde artık tek hayalim bu okula gitmek ve okumaktı, yoksa ne çobanlık bana göre ne çiftçilik nede halıcılıktı. Mahalledeki arkadaşlarla mallarımızı katıyor birlikte otlatıyorduk. O sene mahlep pek olmamıştı ama iyi para ediyordu hiç unutmam kilosu bir liradan satılıyordu bir lirada fena para değildi hani. Aklıma mahlep toplayıp para biriktirmek onunla da okula kaydolmak ve masraflarımı aileme yüklememek idi. Beraber mal otlattığım arkadaşlara günlük on yirmi kuruş veriyor malları onlara bırakıyor ben mahleplerin diplerinden kurumuş mahlep topluyor ağaçlardan azda olsa çöpleme yoluyla biriktiriyordum.
******************************************************************
Yine kaçış,,
Nihayet güz mevsimi gelmiş okulların açılması yaklaşmıştı yaz boyu biriktirdiğim mahlebi bir çuvalda biriktirmiştim. Bir gün Remzi ağabeyimle ailemizden gizli Niksar’a kaçtık, önce mahlebi sattık tam 17 kilo gelmiş on yedi lira almıştık, bu paranın üç lirasını okula kayıt parası verdik velim ise Arif karakaşın oğlu İbrahim Karakaş oldu. Aynı para ile ev kiraladık önden beş yüz kaparo verdik bir takım elbise defterim kitabım hatta saatime ve ayakkabıma varana kadar bu para ile düzmüştük. Hayalime kavuşmuş ben artık okuyacaktım ve ilk masraflarımı da aileme yük etmemiştim bunu duyan babam ve ağabeyim Vedat biraz kızsalardı bir şey demediler nihayetinde Remzi ağabeyimle aynı evde kalıp beraberce okuyacaktık.
Onbir yaşımda ilkokulu bitirmiş bir senede ara verdikten sonra 13 yaşımda imam hatibe başlamıştım.
********************************************************************
Sevmek mi, Sevdalanmak mı, Neydi?
İnsanoğluyuz, Allah bizleri böyle yaratmış, karşı cinslerimize zamanı gelince ilgi duymak doğamızda vardır. İnsan önce annesine âşıktır onun bir parçasıdır onun kucağında büyümüş her gününde ona muhtaç olmuştur. Annelerin emeği ödenir mi? Daha sonra öğretmenidir âşık olduğu sevdiği. Yaş erginliğe yanaştıkça, kızlar oğlanlara, oğlanlarda kızlara ilgi duymaya başlarlar.
İlkokul dört ve beşinci sınıflarda ergen olma sakta karşı cinslerimize ilgi duyar beğendiğimiz aklımız sıra sevdiğimiz derdik kızlarda bunu duyunca genelde naz eder ağlarlardı.
İlkokulu dörtte iyi ve diğer seneleri pekiyi ile bitirmiş diplomamı pekiyi ilke almaştım. İmam hatipte de iyi sayılırdım onbeş karne tatilinde zayıfım yoktu ikinci dönem başlamış okumak bir sevda idi benim için. Mart veya nisan aylarımı neydi ailem altı ortak bir ünüversal traktör almışlar ona garaj yapmak için evin önünden hafriyat boşaltıyorlardı Ortancı Cemil ağabeyim okumamış şoförlüğe heves etmiş babamdan kaptan Cemil lakabını almıştı. Cumartesi Pazar köye gelmiş ağabeyimle beraber doldurulan hafriyatı devrettereye taşıyorduk.
Bu neydi Allahım..
Bizler her traktörle kapısından geçerken pencereye çıkan biri varmış benim farkımda değil. Ağabeyimin dikkatini çekmiş ve bana dedi ki?
_İsa Mükreminin kızı seni gözetliyor,
O vakte kadar beni gözetleyen olmamıştı her hal bende bilmiyordum henüz kız tavlamayı veya aşık olmayı erginlik çağına da ancak gelmekte idik.Diğer seferlerde bende baktım ve işi bende anladım artık, beni gözetleyen biri vardı , bir kız veya oğlan birisini gözetleyince ona yangın onu seviyor ona aşık derlerdi her halde bizde de böyle bir şey mi başlamıştı ne ki?Uzun saçlı orta boylu kahve rengi gözlü siyak saçlı esmer tenli bir kızdı bu kendi mahallesinde kara Emine lakabıyla anılır ona kara diyenlere oda kara isem karayım cığıl cığıl parayım diyecekti.
İlk Mektup..
Aşk mektubu nasıl yazılırdı bilmiyordum ilk defa bir kıza mektup yazacaktım çünkü o vakitler birbirini isteyenlerin mektupla haberleştiğini mutlak o mektubu da bir aracı vasıtasıyla gittiğini büyüklerimizden öğrenmiştik. Ben ne yazacağımı bilemiyordum onun beni kesin sevip sevmediğini de bilmiyordum ama onun beni gözlemesinden cesaret almış onu sevmeye başlamıştım karşıdan karşıya sadece gözlemekle. İyi kötü bir mektup yazmıştım ama kim verecekti aracıda yoktu tüm cesaretimi toplayıp evlerinin önünden geçerken mektubu kendi ellerimle vermekten başka bir çare bulamamıştım. Ya ben yanlış anladıysam, o beni sevmiyorsa halim nice olurdu bu yönleri de düşünüp korkuyordum. Ya mektubu verince birileri görürse ben ne yaparım, Aklıma bin bir türlü korkular ve akıllar geliyordu.
**************************************************************
Yerlere Atılan İlk Mektup..
Artık son kararımı vermiştim mektubu kendim verecektim tüm cesaretimi topladım ve bir akşamüzeri yola koyuldum soku dibinde biraz bekleyeceğim akşam o evin önüne çıkınca onların evine doğru gideceğin ve verecektim ve öyle yaptım. Evin önünde yalnızdı tam zamanıydı yüreğim güp güp atıyordu acaba ne olacaktı ya mektubu almazda babasına derse ben ne yapardım..evin önünde bana bakıyordu akşam karanlığı çökmek üzereydi yanından geçerken korkuyla cebimden mektubu çıkardım ve şunu al dedim ne o dedi elini uzattı veeeeeeeeeee
Baktı ki mektup; --benim mektupla işim olmaz, diye bağırarak yere attı, birden şaşırmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum, önüme atılan mektubu almamla oradan kaçmam bir oldu. Musallaya doğru gittim ve korku ve endişeyle karışık üzüntülüydüm, demek ki ben yanlış anlamıştım, o beni sevmiyordu, birazda kızmıştım, madem sevmiyordun, niye beni gözlüyordun, hani gözleyince seviyor manası çıkıyordu ya, ben ona göre yazmıştım bu mektubu… ve mektubu oracıkta parça parça yırtıp atmıştım. Şimdiki aklım olsa onu saklardım.
Yola atılan bir kâğıt parçası değil henüz bıyığı terlememiş 13 yaşında bir deli kanlının umutlarıydı. Mektubu almaya cesaret edemeyen korkan bir genç kızın ümitleriydi. Sevdiği halde mektubu almaya cesaret edemeyen korkan birinin duygularıydı beklide. Daha sonraki yıllarda kendisinin mektup yazıp göndereceğini bilse atarmıydı.
İşte bu çağları anlatan şu şiirim;
Eskilerden Sevdalılar Anlatır
Bir sevda masalı düştü dilime,
Yazam dedim birkaç satır kelime,
Kalemi adlımda hazır elime,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Yazı bilmez idik mektup yazalım,
Bahar geldi biraz gosdil kazalım,
Yollarda görüştük köylüm, güzelim,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Okul çıktı yazmayı da öğrendik,
Sıra mahleplikte türkü söylerdik,
Ormana giderde odun eylerdik,
Eskilerden sevdalılar anlatır,
Mektup yazdım aracıyla yolladım,
Sokak arasında sevgi boyladım,
Seni sevdim diye türkü söyledim,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Telefon nerdeydi konuşmak için,
Ancak bayramlarda görüşmek için,
Haber yolladıydım buluşmak için,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Nişanlılar birbirinden kaçardı,
Kimse görmüyorsa sevgi saçardı,
Benim yârim diye yüzün açardı
Eskillerden sevdalılar anlatır.
Gelin olmuş yaşmak çekmiş yüzüne,
Sergi sermiş dam üstünün düzüne,
Mani yazmış bak düzüne düzüne,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Ara sıra gizli gizli buluştuk,
Bizde sizin gibi kolay alıştık,
Bazen ğerdah gecesinde tanıştık,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Görmek yasak imiş nişanlı olan,
Şimdi yalan oldu hepisi yalan,
Hoş bir seda kaldı geride kalan,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Şimdi telefonun internetin var,
Alo dedin hemen karşındadır yar,
İstersen uzak ol sen diyar diyar,
Şimdilerde sevdalılar anlatır.
İsa der ki anlattığım yeter mi,
Bizim köyün sevdalısı biter mi,
Ateş yanmayınca duman tüter mi,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Gençleri de yiğit olur mert olur,
Ayrı kalmak yüreğimde dert olur,
Bizim orda kış ayları sert olur,
Eskilerden sevdalılar anlatır.
Evet; Ateş yanmayınca duman tütmez, Rüzgar esmeyince yaprak kımıldamaz.Kancık bulanmayınca erkek dolanmazdı..Bizim köyde bu niyetle söylenilen ata sözleriydi bunlar.
Orta birinci sınıfta parasız yatılı sınavlarına katılmış o yaz kazandığıma dair mektup gelmişti. Erzurum imam hatip lisesine gidecektim nereydi burası ta Erzurum o yıllarda Niksar dan kazananları Genelde Zile’ye gönderirlerdi bizi niye Erzurum’a yollamışlardı ben ne yapacaktım oralarda. Neyse ki köyümüzde Salim Özyurt o yıllar da Erzurum Atatürk üniversitesinde okuyordu hiç değilse onun yanına giderdim.
Gerekli olan evrakları Cemil ağabeyimle tamamlayarak Erzurum’a kayıt işlemleri için gittik ve orta ikiden lise dördün ilk aylarına kadar burada okuma serüvenim başlayacak her masrafım devlet tarafından karşılanacak sadece ailem yol parası verecekti. Kendimi kurtarmıştım san ki. Kendi köyümüz insanlarının okuryazar seviyesi pek olmadığından benim Erzurum’a gitmem bir merak olmuş sanki yüksek okul gibi İzzet in oğlu Taaa Erzurum’u kazanmış diyorlardı taaaaaa Erzurum hemi ..imam hatip aynı imam hatip bir farkı varsa büyük şehirde okumak ve okulun kalite seviyesinin yüksek olmasıydı son sınıfta tekrar Niksar İmam hatibe geri geldiğimde burası bana çocuk oyuncağı gelmişti
Erzurum’da çok çalışarak zorla geçebildiğim dersleri burada hiç çalışmadan geçiyordum….
1989 yılında Niksar imam hatip lisesinden orta derece ile diplomamı almış imam olma hayaline artık az kalmıştı.
Neler Geldi Neler Geçti,
Altı yılı Erzurum’da geçirmesi gelmesi gitmesi kolay olmadı nice anılar nice hatıralarla geçti bu yıllar. Yaz mevsimlerinde yine köyde aileme yardım ediyor çalışmayı çok seviyordum evde annemin kızı tarlada babamın oğluydum. Yaptığım işlerden ve çalışkanlığımdan kızlar bile bana imreniyorlardı gün geliyor annemle sürgü serip bulgur savuruyor, ev süpürüyor hatta anneme tarlalardan ve bahçelerden anamın peştamalını alarak kuş pancarı topluyor mümkün olduğunca anneme ev işlerde yardımcı oluyordum. Onbeş onaltı yaşlarıma gelince artık gündeliğe de gitmeye başlamış para kazanıyordum. Halı dokuma işini boş kaldıkça yapıyorduk.
*************************************************************************
Erzurum’dan Günebakan’a Bu Nasıl Yolculuk Nasıl Traktör Şerafettin Emmi
Okullar artık yaz tatiline girmişti Niksar’a gelmiş köyüme gitmeye araba bakıyordum. Şimdi ki gibi araba bol değildi o vakitleri, genelde yolculuklar traktörlerle yapılırdı. Niksar’da şimdiki garajların olduğu yerde sanayi dükkânları vardı oraları bakarken Şerafettin Yiğitle karşılaştım ve köye gideceğini öğrenince onunla köye gitmeye karar verdim. İşini tamamladıktan sonra yanında bir şahıs daha vardı üçümüz yola koyulduk. Otuz beşlik massey fergison ve peşinde römorku da yoktu kelleye sandık yaptırmaya gelmişti ve sandığın üzerine oturduk el çantamı da arka tarafa astım. Henüz Niksar’ı yeni çıkacaktık öğretmenler birliği mahallesi önünden geçerken traktör istop etti. Traktörü inip biraz iteliyoruz çalışıyor iki yüz metre üç yüz metre gidiyor tekrar istop ediyor delik tepe mevkiine geldik gitmiyorum dedi ikindi azanı okunamaya başlamıştı. Orada yaklaşık yarım sata yakın uğraştı sonunda egzozundan çıkan bir kara dumanla çalışmıştı nihayet gidiyorduk artık. Arada bir tekliyor bizi korkutuyordu Buz köyünü geçtik yokuşa davrandık yine kaldı geri dön derdik salladık çalıştı peşimizden geldi bıraktığı yerden tekrar bindik kiracıya yanaşmıştık ki gitmiyorum dedi. Kiracıda bu işten anlayan bir tanıdığını onun traktörüyle beraber gidip getirdi ve peşine bağladık çekerek Kiracı köyüne çıkardık Köyün girişindeki meydanda başladılar traktör tamirine akşama az kalmıştı. Orada uğraşırken akşam ezanı da okundu bizimkiler hala uğraşıyordu, pompada pislik mi varmış mazot mu pismiş neymiş ondan yapıyormuş dediklerini hatırlıyorum.
Nihayet.
Traktör yapılmış çalışıyordu gidecektik yani karanlıkta basmıştı Kiracı köyünden çıkmış ak taşın kıvrımlarında kıvrabna kıvarana yol alıyorduk, Öyle vakti başlayan bir saatlik yolumuz karanlık olmasına rağmen henüz bitmemişti. Kömürlüğü geçmiş zifiri karanlığı delerek traktörün zayıf yanan ışıklarıyla Günebakana doğru yol alıyor bir yandan da dört aydır hasret kaldığım anneme babama ve kardeşlerime kavuşmanın heyecanı yüreğimde tutuşuyordu. Kaba pelide galipte köyün ışıklarını görmüştük artık ya rabbi şükür demenin zamanı yaklaştı derken Şerafettin emmi kaba pelitte az kalsın bizi yolun altına yuvarlıyordu yanındaki şahıs direksiyonu tuttu ve kurtulduk.
İşte karşımdaydı köyüm annem babam kardeşlerim, arkadaşlarım, sevdiklerim , sevdalılarım, taşına toprağına hasret kaldığım memleketim köyüm gece olmasına rağmen her yanını görür gibiydim ..
Musallaya geldik ve bir oh çektik şimdi ya rabbi şükür demenin zamanıydı ne yolculuktu.
Elime çantamı alarak, alaca karanlıkta kendi mahalleme ve evime doğru yol alıyordum. Sokak lambaları yanmıyor, yollar zor fark ediliyor, evlerden gelen loş ışıklar ortalığı aydınlatmaya yetmiyor, bizim köyün tabiriyle el fehimine ilerliyordum. Tam sakka gilin evinin önünden geçiyordum ki: ayağımın çamura battığını ve vıcık diye aynı kurbağa sesine benzer bir ses çıkardığını fark ettin. Bu sesi duyan mahallenin köpeği hiç durur mu? Havlamasıyla yanımda bitmesi bir oldu. Küçük yaştan beri evimizde köpek beslediğimizden ben köpeklerden korkmazdım ama bu vaziyet farklı idi ayağımı çektiğimde ayakkabımın çamurda kaldığını çorabımla çamura basınca hissettim, bir yandan bir elimle valizimi tutuyor bir yandan diğer elimle çamurda kalan ayakkabımın eşini bakıyordum. Köpek tam başucumda havlıyordu. Ağzımla da ona enik enik gel diyerek ondan korkmadığımı hissettiriyor, gönlünü yapmaya çalışıyorken köpeğin tam bana yaklaştığını hissettim. Baktım namussuz beni ısıracak elimle aldığım çamuru ana doğru fırlattım biraz uzaklaşmıştı. Ben hala ayakkabımın eşinin derdinde idim, nihayet bulmuştum ama içi çamur dulu, kim bakar çamura, içini ters çevirdim ve soktum ayağıma, artık ilerliyordum ama ayağıma giydiğim ayakkabım sanki kuyruğuna basılmış kedi gibi ses çıkarıyor, aksi köpekte daha fazla havlıyordu. Biraz daha ilerleyince yere eğildim karanlıkta elime geçirdiğim taşı köpeğe fırlattım, bir mauk sesiyle köpeğin kaçtığı bir oldu demek ki karanlıkta isabet ettirmiştim.
Artık evin önüne gelmiştim, ama yassı ezanı da okunmaya başlamıştı. Evimizin önündeki yolları değiştirmişler, bayır olması nedeniyle zor çıkıyordum, ayağımın kaymasıyla birde yuvarlandım. Ölmeden bir eve girsem dedim, bizim alaş köpek havladı bu sefer, sesimi duyunca beni hemen tanıdı üzerime atılarak beni sevmeye başladı, adeta bana hoş geldin diyor dört ayın hasretini annem babamdan önce o gideriyordu. Dur ulan git başımdan diye azarlayınca durdu ama hala vıyıklıyor bana sürünüyordu. Nihayet kapının önüne gelebilmiştim kapıyı çaldım, annem açtı, üzerim hep çamur olmuştu. Annem:
—Oğlum ne oldu dedi
---Sorma ana neler olmadı ki öğleden beri Niksar’dan ancak geldik.
O günden sonra ne vakit Şerafettin emmiyi görsem bu yolculuğu hatırlardım. Hepsi yalan oldu oda rahmetli oldu gün gelecek bizler de bu kaçışı tamamlayacağız.
*****************************************************************
Bu nasıl horoz
Henüz altı yedi yaşlarında bir çocuktum. Köyümüze elektrik gelecek direkler dikiliyor teller çekiliyordu. Tellere gelen ağaçlar ya dibinden kesiliyor ya da dalları budanıyordu. Okulumuzun üst kısmında ki mahlep ve ceviz ağaçlarının dallarını budamışlar yollara gelişi güzel düşmüş yolu kapatmıştı. Annemin elime verdiği bir yumurta ile bakkaldan kalem alacaktım. Ağaç dallarının arasından geçmeye uğraşırken Emine ememgilin horozunun üzerime doğru koştuğunu gördüm. Ne huysuz hayvandı çocukları bırak fırın önüne gelen karıları bile kovalıyor yoldan gecen erkeklere bile kafa tutuyordu evde köpek besleyeceğine ona bak yetiyordu bir eksiği vardı gece pek göremezdi ağacın dalına tüner onu oradan indirip pine sokabilmek için halden mecitten kalırlardı. Horaz deyip geçme belki köpek olsa o kadar korkmayacaktım ömrümde ilk defa bir horazın saldırısına uğramıştım. Koşmaya başladım ama arkamdan didiklediğini hissedince can azmine ağlayarak bağırmaya başladım bir taraftansa horoza küfürler savuruyordum. Ayakkabımın arkası yırtıktı kelik derler ya onun gibi bir şey işte. Zar zor kaçarken ayakkabımın biri ağaç dallarının arasında kalmıştı elimde ki yumurtayı da düşürmemeye çaba sarf ediyordum. Nihayet horoz peşimi bırakmıştı ama ben hala korkuyor yanaşamıyordum. Elimdeki yumurta benim tek sermayemdi ona iyi sahip çıkmam lazım yoksa kalemi neyle alacaktım. Yerden bir taş buldum horoza attım horoz bir yandan benimle çekişir gibi bana meydan okuyor bir yandan da tekrar saldırmaya yelteniyordu. Ağlamamı ve bağırmamı duyan Aliosman ağabeyim gelerek horozun hışmından beni kurtarmış bir cengim daha böylelikle sona ermişti.
İşte bu günün anısına yine bir şiir yazmıştım, bakalım mısralarda neler anlatılıyor;
Hain Kodak(horoz)
********************************************************************
Usta Gilin Godak
Benim derdimi de hiçte sormuyon.
Sene bin dokuz yüz yetmiş altı, bili yom,
Aklıma geldikce vallah gülüyom,
Çok korkmuştum sizin köpek kodaktan,
Ceyran geçsin diye, cevizleri kesmişler,
Dallarını yol boyuna dizmişler,
Direkleri hep düzüne dizmişler,
Çok korkmuştum sizin hain godaktan,
Nemi etti bana helebir dinle,
Nere giderdim ki nebileyim be,
Sizin evin önünden geçerken yine
Peşime düşmüştü o hain godak,
Godak bu ne bilsin akraba nedir.
Horoz degil sanki köpekmi nedir,
Düştü peşime hopladı tepemdedir
Kovaladı beni o hain godak,
Ayagında kara lastik arkası yırtık,
Elbisense kötü pacası yırtık,
Kaçarken horazdan götüde yırttık,
Ne kaçmıştım sizin hain godaktan,
Yaşım altı idi kacıyodum ha
Lastik yolda kaldı gidemem daha
Bir gelen olsada kovsa uzağa,
Ne korkmuştum sizin hain godaktan.
Baktım sağa sola kimse gelmedi,
Ayak yalın kaldı yola düşmedi,
Çaresiz olmadım aklım işledi,
Ne çekmiştim sizin hain godaktan,
Aklıma geldi de taşa sarıldım,
Birde sopa aldım karşı gelirdim,
Gel erkek isen gel gelsen görürdün,
Edemedi geri kaçtı o godak,
Kendini ne sandı bilmem ki neki
Beni çocuk sanıp s k c kmiki,
Alnının çatına verirsem beki,
Görürsün gününü sen hain godak.
Aldım ayakkabımı kaçtım geriye,
Gittim işte öyle bilmem nereye,
Ondan sonra geçerken her an beriye,
Dikkat ettim sana be hain godak.
Yeter artık horaz godakmı nesin,
İnşallah ötemez kesilir sesin,
Şehri de bu söze bir cevap desin,
Çok canımı sıktın be hain godak,,
...........********
Erzurum Yıllarından Kesitler
Okul yıllarının hatıraları saymakla bitmez. Mektuplaşarak memleketten sevdiğimizden haber alırdık. Bir gün müdür muavininin eline gecen sevdiğim kızın mektubu benim idareye çağrılmamı gerektirmişti. Yatılıya bakan muavinimiz anlayışla karşılamış yalnız böyle mektupları8n okula değil başka bir adrese gelmesi gerektiğini söylemişti. O günden sonra Erzurum postanesinin arkasında ki zafer fotoğrafçının adresini vermiş artık mektuplarım güvenle oraya gelecekti. Okul yıllarında elimde makine ile fotoğraf çeker bu işten para kazanırdım bazen gofret satar bazen ayakkabı boyar haçlığımı çıkarırdım. Lise yıllarında cumartesi Pazar günleri çalışmaya gider kazandığım paralarla kitap alırdım. O yıllarda Cumhuriyet Caddesi Abdurrahman gazi vakfının düzenlediği (Al götür- Oku getir) ismindeki etkinliğine abone olmuş bu sayede her hafta en az iki kitap okuyup tekrar teslim ediyorduk. Talebelik yıllarında en fazla bu sayede kitap okumuşumdur. Boş durmayı sevmediğimden ders harici zamanlarda gezmeye gider Erzurum’da ayağımızın basmadığı cadde sokak koymazdık. O yıllarda yasak olmasına rağmen cemaatlere de katılır, sohbetlerinden istifade ederdik. Bazı sohbetleri anlamasakta sosyal aktivite oluyor bir şeyler öğreniyorduk.
Öğrenci evlerinde sohbetten ziyade yatılıda okumamız nedeniyle ev yemeklerinin özlemini gidermek ve işi boğaza dökmekte idik, İsmini daha sonraki yıllarda öğrendiğim makrube yemeği benimde en sevdiğim yemekler arasında idi.
*************************************************************
Evliliğe Doru,,
Coşkulu ve dalgalı geçen gençlik yılların baharı sayılırdı. Acaba bu gönül çeleni kim dizginleyecek, yola getirecekti. Bu zamana kadar 25 yıllını geçirdiğim evlilik yıllarımız Şükürler olsun mutlu ve huzurlu geçti ama geçmişin hatırasını tekrar gündeme taşımak bizi allak bullak etti…
Daldan dala konan bir gençlik hayatında en fazla sevdiğim şiir şu oluydu;
Deli gönül sana kaç kez
Gel aldanma boşa dedim,
Gururla dikilen başın
Çarpar bir gün taşa dedim,
Kendini ellerden sorma
Her yürekten sevgi derme,
Güzel deyip meyil verme,
Feryat gelir başa dedim.
Bu şiiri Erzurum İmam hatipte okurken üst sınıflarda okuyan bir ağabeyimizin şiir sergisinden almış ve ezberlemiştim.
İnsanın ömründe keşkeler olmasa ne iyi olurdu ama keşkelerle yaşamaya mecburuz bazen alın yazısı dedik, bezen hatayı kendimize bulduk bazen başkalarına. Keşke gençlik yıllarımızda bir güzeli sevince onunla hayatımızı birleştirseydik veya bu sevmek âşık olmak işine hiç dalmasaydık dediğim günlerim çok oldu.
1987 yılına gelindiğinde nişan yaptık 27.01.1988 tarihinde ise düğün. Lise üçüncü sınıfın on beş karne tatilinde karlı bir havada yapılan düğün. Ne nişanlılıktan bir şey anladım dede düğünden sadece evliliğin iyi bir şey olduğunu eşimi sevdiğimi hatırlıyorum ve halada eşime aşığım ve seviyorum. Bu evliliğimizden üç yavrumuz oldu Muhammet, Ayşenur ve Fatmagülnur.
Nişanlanma serüvenimizde dalgalı geçti olurdu olmazdı döndü dönmedi derken yazı talih bizi ulaşılması gereken yere ulaştırmıştı.
Eşim Hamide Hanım yabancı değildi hem aynı kabile ve hem de Traktör ortaklığımız var bazen işlerimizi bile birlikte yapıyor, kayıncım Mustafa ile de arkadaş olmam nedeniyle ben eşime kızlığı dönemde benden birkaç yaş büyük olması nedeniyle abla diyordum. Hatta evlendikten sonrada bazen abla diye ağzımdan kaçırdığım zamanlarda olmuştur, beklide yaşının büyük olması benim için avantaj idi çünkü benden küçük olsa beni beklide taşımayacak çoktan ayrılacaktık. Ben evlendikten sonrada bazı önceden yaşadıklarımı kafamdan silememiş dallara yeltenmeye kalkmış idim.
Benden büyük olan Remzi ağabeyimin düğünü yapılalı henüz bir bucuk yıl geçmiş onun düğün borcu ödenmeden benim düğün girmişti araya. Damatlık elbisemin bile olmadığı okuldan yardım için verdikleri elbiseyi giymiş onunda bedeni büyük olmasından dolayı ceket çuha gibi gelmişti. Doğru düzgün eşya yapılmamış ailemin maksadı bir halı fabrikası olan eşimi bir an önce eve getirip bize çalışıp halı dokuyarak gerek beni okutacak ve gerekse her şeyini kendimiz yapacaktık ve yine de öyle oldu benim çözüp te başlı bıraktığım halıya gelir gelmez dokumaya başlayan eşimin elleri altın kesiyordu. Halı çok güzel para ediyor hiçbir maddi sıkıntı çekmiyorduk. Düğün olduktan sekiz gün sonra Erzurum’a tekrar dönmüştüm.
Ne düğünden bir şey anlamış nede evlilikten, yine aynı talebeliğe devam.
Bir Ay Sonraki Kaçış ..
Evliydik artık bir alemin sultanı olmuştuk..yatılı okulda ki Şakir Durmuş isminde ki Şavşatlı arkadaşımız çok hikaye anlatırdı ve hala aklımda kalan bir alemin sultanı olmak bu idi galiba.
Elalemin sultanı;
Zamanın behrinde bir delikanlı varmış, Dayısı bahçenin kenarında yolun kıyısındaki duvarı örerken dayısına selam verir
-Selamün aleyküm dayı
- Aleyküm selam elalemin sultanı
Der
Zaman geçer delikanlı evlenir ve dayının yanından geçerken yine
-Selamün aleyküm dayı
-Ve aleyküm selam bir alemin sultanı .der dayısı
Delikanlının bu cevap hoşuna gitmemiştir en iyisi der ben bu karıyı boşayım yine elalemin sultanı olayım.
Karısını boşar birkaç gün sonra dayının yanından geçerken heyacanla selam veriri yine bana elalemin sultanı diyecek sanar.
-Selamün aleyküm dayı der.
- Ve aleyküm selam elalemin rezili der dayı
Bu lafı duyunca hep şaşırmış bayağıda dayıya hırslanmıştır
Yahu dayı bu nasıl kelime der
-gel hele evlat anlatayım der dayısı,
-bak evladım sen bekardın her kız sana varmak ister sen herkezi almak isterdin yani elalemin sultanıydın ama evlenince artık bitti bir alemin sultanı oldun, ne başkası sana bakabilir nede sen başkasına bakabilirsin. Ama sen bunuda beceremedin karıyı boşadın el aleme rezil oldun der.
Genç alacagı dersi almış eşinden özür dilemiş ve tekrar bir alemin sultanı olmaya razı olmuştur….
Evlilik bu idi bence başara bilene.
Yinemi kacış?
Evleneli bir ay ancak olmuş, anlayamadığım evliliğime gitmek arzusunda idim. okuldan kaçıp bir hafta kaytaracak, tekrar gelecektim ve kararımı verdim. Erzurum’dan otobüse bindik. Erzurum -Samsun arası çalışan Niksar seyahatin sayın yolcusu olmuştuk yanımda da kiracı köyünden bir asker vardı, Eskidir önünde inecek oraya onu köyüne götürmek için traktör geleceğini söyleyince bende orada inmeye karar verdim ve gece saat iki gibi indik. Traktör gelmişti mart ayları hava hafif soğuk yağmur atıştırıyor birazda dumanlı ay ışığı namına hiçbir şey yoktu. Taraktöre atladık kiracı köyüne doğru yol almaya başladık, bu köy kendi köyümle komşu aralarında yine nerden baksan 10km mesafe vardı.
Kiracıda traktörden indik gece vakti koyulduk yola, deliliğin daniskası elimde hiçbir şey yok kurt gelse beni parcalayıp yiyecel gidecegim yerler hep dağ taş. Ya Allah bismillah dedik gençliğin ve delikanlılığın verdiği cesaret ve yiğitlikle yol alıyordum. Gittiğim yollar ezberimde olmasa beklide zor yol çıkaracağım gece karanlık elimde fener falan yok, tek düşüncem Kirami emminin hayadında ki köpeklerden nasıl geçecektim, Oraya uğramadan eski yoldan gitsem ora daha da kötü idi ben kiracıdan yukarı kestirme yollardan gittim ama geri kalan yolu kestirme gidemezdim.
Koyunların hayatına yaklaşmıştım gecenin üçünde kimseye seslenemem seslensem bile hayattakiler beni duymaz köpekler saldırırdı, hemen karşı tarafta taksim emmi (keşbaş) gilin hayadı da var orada da köpek vardı. Aklıma Peygamberimizin hicret esnasında Yasin suresini okuyarak çıktığı anısı geldi bende yasini okuyarak buradan geçebilirdim. Euzu besmeleyi çektim başladım ezberimden yasini okumaya hem okuyor hem de etrafı görebildiğim kadarıyla kolacan ediyor ve yürümeye devam ediyordum. Eski köprüyü geçmiş koyunların hayadına yaklaşmıştım yolun kenarına uzanmış yatan beyaz köpeği karanlıkta görmem zor olmadı burada iki tane köpek vardı, ben bir tanesini görüyordum, birisi aşağı tarafta hayadın önünde olmalıydı. Köpeğin yanından geçiyordum artık köpekte hiçbir hareketlenme yoktu sanki ben yoktum orada artık kömürlük tarafına geçmiştim Taksim emminin hayadının alt kısmındaki virajı da döndüm ilerdeki viraja gelince okumayı bıraktım artık korku geçmişti bir yandan da şüphe ediyordum acaba köpek yok mu idi buralarda mutlak bunu anlamalıydım ..Başladım yüksek sesle türkü söylemeye daha ben iki deyiş demeden köpekler havlamaya başladılar.Ta cibarda ki Yunus dayı gilin köpekleri duymuş sesimi havlıyorlardı. Artık köye geldim sayılırdı geride daha korkacak yer kalmamış köyde görünüyordu, hacı pınarından sonra maden tepesi devretdere derken mezarlığa uğramadan tarlalardan yukarı çıkacaktım. O vakitleri şimdi ki yeni mahallenin olduğu yerler tarla idi , buradan yukarı çıktım ve evimize gelmiş muradıma ermiştim…..
Okul yıllarının sonuna doğru:
Günler ayları, aylar yılları kovalayıp dururken insan ömrünün hayat sayfaların da hatıralarla tükendiğinin farkında bile olamadan gelip geçmekteydi hayat.
Lise üçüncü sınıf bitmiş yaz tatili başlamıştı, evliliğimizin ilkyazıydı bu, köyde yapılan gündelik işler her zamankinden daha fazla bir şevkle sarmaktaydı kollarımı. Arpa, buğday, fiğ, patates, bağ ve bahçe işlerinin yanı sıra ayriyeten gündelik işlere giderek harçlığımı kazanıyor aileme yardımcı oluyordum.
O yıllarda halı hayatımızın vazgeçilmeziydi tarladan arta kalan vaktimizi evimizde mevcut bulunan halı tezgâhında hereke türü halı dokumaktan da geri kalmıyorduk. Günebakan köyünde o yıllar da her evde en az bir halı tezgâhı mevcuttu. Evlerin birinci katlarından gelen kirkit sesleri sokaklarda yankıları birbirleriyle yarışıyorlardı. Komşu kızları attıkları sıra sayısını kirkit seslerinden anlarlar ve birbirleriyle yarış ederlerdi. O yazda bir halı bitirmiş ikinciyi çözmüştük. Eylül ayı gelmiş Erzurum’a doğru yolculuk başlamış ayrılık acısı yine yüreğime düşmüştü.
Beş sene Erzurum imam hatipte tamam olmuş altıncı yıla devretmiştik. Bu artık okulumun yedinci sınıfı ve sonuydu. O sene başında başladığım son sınıfı bir ay geçince tastik nameyi alarak Niksar imam hatibe gelip kaydımı yaptırmıştım, bundan gayrısı artık burada okunacaktı. Bacanağım ve aynı zamanda eniştem olan Behsat eniştemin evinden bir oda kiralayarak eşimide getirdim. Köyde ki başlı halıyı getirerek burada dokumaya başladık. Ben hem okuyor hemde okuldan boşta kalan zamanımda eşime yardım ediyordum o sene iki tane halı kestik hem kendimizi geçindirdik hem de evimize eşya almıştık.
Bu sene de böyle gelmiş geçmiş tekrar Günebakan’ a taşınmıştık. Yine halı yine köy işleri… İmamlık için yeterlilik sınavına ağabeyimin Rize de imam hatiplik yapması vesilesi ile bende orada girmeye karar verdim. Kayıt için gittiğimde benden yaşımın küçük olması münasebetiyle sınava katıla bilmem için kazai rüşt istiyorlardı. Memlekete işlemleri yapmaya geldiğimde zamanın azlığından bu işleri yapamadık ve o yılki yeterlilik sınavını kaçırmış olduk. O senenin güz mevsimiydi dokuzuncu ayında Samsun Lâdik te görev yapan Seyfettin Çoban bane vekillik bulmuş ve ben göçümü yükleyerek Lâdik Eynekaraca köyünde vekil imam hatip olarak başlamıştım. On dört ay orada görev yaptım ilk görev aşkıyla Bektaşi olan 30 hanelik bu köyde çok şeyler başardık. Onuncu ayın ondörtdünde hamile olan eşim ilk çocuğum olan oğlum Muhammedi burada dünyaya getirecektir. Yaz mevsiminde çocukları okutmakla ve çalışmakla geçti.
1990 yılının yaz mevsiminde açılan imamlar İçin yeterlilik sınavına Erzurum da girdim ve kazandım artık atama bekliyordum. Vekil imamlığım tamam olmuş henüz atamamın gelmediğinden dolayı tekrar Günebakan köyüne göçmek zorunda kaldık. Sekiz ay burada kaldıktan sonra 1991 yılının dokuzuncu ayında atamam geldi ve Erzurum- Tekman ilçesi Beşdere köyüne atandım….
Yine Erzurum
Okul yıllarından alışkın olduğum karlı boranlı kışı yazı belli olmayan bu yerlere tekrar mekanımız olmuştu.
21/03/2012 DEVAMI GELECEKTİR
YORUMLAR
ısparta gülüne katılıyorum çok uzun diye okumadım ama güzel bir yazı olabilir diye düşünüyorum bir kaç bölüme bölün lütfen
isa özyurt
selam..yazınızı severek okudum kutlarımm...lakinnnnnn bu yazıyı bir kaç bölümde veremezmiydiniz..hem okurken daha rahat olurdu.hem daha çok okuma kitlesine kavuşur daha çok okunurdu....tabiii genede siz bilirsiniz affınıza sıgınırım....selamlar gül diyarından
isa özyurt
yeşil niksardan