SEMA*
Adana’ya taşındıktan sonra yerleştiğimiz ev, demiryolu fidanlığının içindeki kutu gibi küçük lojman, koca bir gül bahçesinin içindeydi ve çitlerle çevrili yollarla diğer lojmanlara bağlanıyordu. Fidanlığın içindeki yenidünya, portakal, mandalina, turunç, hurma ve palmiye ağaçlarını daha önce hiç görmemiştim. İlkokula daha başlamadığım o günlerde karşı lojmanın küçük kızı Sema, birden en iyi arkadaşım oluverdi. Evlerine misafir olduğum ilk gün, oturma odasının duvarına asılı o kocaman tablodaki, yanı başında eyerlenmiş atı, bir elinde kırbacı, gök mavisi, içinde şimşekler çakan gözlerle bakan askerin, Atatürk olduğunu evin büyük kızı Serap abladan öğrendim. Sema’nın kurşun askerlerinin çekim alanına girmiş, onlardan vazgeçemiyordum. Zamanla güzel bir ortaklık kurulmuş, Sema benimle kurşun askerlerini paylaşıp oynarken, ben de Sema’nın evcilik oyununa katılıyor, dünyayı unutuyorduk. İlk gördüğüm beş taş oyununu da ondan öğrendim; onunkiler kadar maharetli olmayan ellerim ile hep kaybeden ben oluyordum. Arta kalan zamanda, bahçede asma çardağının altına kalın iplerle kurulu koca salıncakta saatlerce sallanıyorduk. O salıncak, göklere açılan, yıldızlara ulaştıran pencere gibiydi, ayaklarımız göğe değercesine neşe ile gülüşerek, zamanı unutarak eğleniyorduk.
Uzun, sarı, her zaman örülü saçları ile Sema, alışkanlığım, vazgeçilmez arkadaşımdı. Onun elinden ne çok tuzlanmış koruk üzümler yedim. Kimi dargın, küs günler geçirdikse de bu çocukça kaprisler uzun sürmez, eski neşemiz geliverirdi.
O gün, Sema’yı gördüğümde tanıyamamıştım bir an. Altın sarısı, hep örgülü görmeye alıştığım o güzel saçları kesilmişti, içerledim içten içe, üzüldüm. Sanki Sema elimden alınmıştı. Kısa, kıvırcık saçlı bir kız vardı karşımda; o, koruk üzümler tuzlayan, evcilik oyununda yemekler hazırlayan kız gitmiş, yerine bir başkası gelmişti. Sema’nın kıvırcık sarı saçlarına da alıştım bir süre sonra; çokça vakit geçirdik kurşun askerlerle, pek çok kere evcilik oynadık, yine koruk üzümler tuzladı Sema ve o çardağın altında çocuk kahkahalarımız, salıncaktan bahçelere taştı.
Bir gün Sema’nın babasının öldüğü konuşuldu evde; ölüm nasıl bir şeydi? Zaten uzun zamandır hastanede yatmaktaydı. Annesi, ağabeyi ve ablası ile Sema bir süre Ankara’ya gittiler. Döndüklerinde onu görsem de ne diyeceğimi bilemedim. Salıncağa binmiyor, kurşun askerlerle oynamıyor, evcilik oyunu kurmuyorduk; çocuk gülüşmelerimiz bahçede duyulmaz olmuştu.
Günler sonra daha kötüsü oldu. Sema’ların eşyaları, sabahtan vagona yüklenmeye başladı o gün. Akşam olmadan dolan vagonun kapıları sıkıca kapatıldı; istasyonun öbür yanında da Ankara’ya hareket etmeyi bekleyen yolcu tireninin acı düdüğü vedaya hazırlanıyordu.
hrnozmn
* Yazarın ÜÇ MEVSİM adlı kitabından
YORUMLAR
hrnozmn
hrnozmn
hrnozmn
sizi bir eski dostun takma adı ile karıştırdım bir an. insanoğlu şaşar işte.
hoşgörünüzü bekliyorum.