- 598 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çok şükür,
yaşamın yapı taşlarından olan çelişkiler vicdan ve ego aralığında çoğu zaman kişinin el yordamıyla yönünü tayin eder. En doğal ihtiyaçların giderilmesindeki tuhaf eş zamanlı çakışmalarda ortaya çıkar ve giderek bir virüs gibi yayılarak tanrısal egoya uzanan bir süreç izler. Kazananın kazandıkça ilahlaştığını sanması içinde bulunduğu sosyal ortamın bilgi düzeyiyle doğru orantılı olarak ya yavaş yada hızla bedeni ele geçirir.
Müslüman mahallesinde salyongoz satılmaz ise bilgi düzeyi yüksek toplumda da üfürmeyle uçurtma uçurulamaz..
Peki nerde salyongoz satılır ; yada nerde üfürmeyle hortum yaratılabilinir?
İşte bütün meselede budur. Bunu bilmek ,hissetmek yolun yarısını teşkil eder.
Din bu alanın en çok istismar edilen öğesidir. Üzerinden yenilen haltların adeta silici görevini üstlenir.
Ve içine özenli yada özensiz inşa edilen palavraların inandırıcı olması gerekir. Bunun için malzemeler kaliteli olması lazımdır.
İçine konulan her parçanın kalitesi ne kadar yüksek se , meydana getirilen ürünün inandırıcılığıda o kadar uzun ve etkili olur.
Gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yığın laf salatasının işe yaraması için ilk olarak ölümün soğuk buz gibi donuk ürkütücü gerçekliğinden yararlanılır. Deyim yerindeyse ana malzemedir.
Ölümün yaydığı yok olma hissine karşın, hayır asla! diyen bir karşı görüşün sıcaklığı o kadar cana yakın dır ki inanmaya hazır yığınları etkilemek için özenli bir çalışma bile gerektirmez.
Borumu ?
Öldükten sonra bile yaşamaya devam edildiği söylenmektedir. hatta bunun bonusu olarak cennet denilen huriler le sürecek sonsuz bir tatlı hayat vardır düşünmesi bile çok hoş olan bu baş döndürücü hayat iksiri Karşılığında sadece inanmak boyun eğmek yeterlidir. İnanıp kurallara uymaz isen sadece günhkar olursun.
Çocuk babaya ve anneye karşı bağımlı olduğu dönemlerde ebevynlerin davranışlarını kutsayarak büyür . daha sonra toplumsal bilince yönelir orda da böyle bir öğretiyle bombardıman edilir, yani kısaca sorgulama yaşına ulaşıncaya kadar bu sonsuz yaşam öğretisiyle şekillenir.
Ancak ego denilen büyük olgu işin içine girdiğinde. Değişim usul usul başlar.
hani ilk başlarda masum bir sadelik içinde sunulan bir yığın davranış öldükten sonraki dünyaya ait bu dünyada yapılması gereken kurallar çeşitlilik kazanmaya başlar.
Her topluluğun bulunduğu corafya bulunduğu bilgi düzeyi yada başka nedenler bu düşüncelere şekil vermeye başlar.
Her toplumun nerdeyse tanrı tanımı bile farklı hale gelir.
her toplumun peygamberi başkadır.
uygulayın dedikleri farklılaşır . biri diğerini kabul etmez.
Ancak bölünme aynı hızla devam eder ve yorum farkı adı altında ( ne demekse?)
ortaya mezhepler çıkar.
Burdada bölünerek çoğalmalar önlenemez .
Din aynı olsada farklı uygulamalar sözkonusu olur .
…
Bu aralıkta tarikatlar pırtlar birden önünüze, aynı dinin mensubu gibidirler. Söylemler aynıdır sanki , düşünceler aynıdır .
inandıkları aynıdır. Ama ayrıntıya indiğinizde anaaa o da ne şaşıp kalırsınız.
birbirlerinin varlıklarına bile tahammülleri yoktur…
velhasıl o toplumun cehalet düzeyi arttıkça birbirlerini boğazlayan onlarca insana rastlarsınız..
bütün bunlara eyvallah kimsenin yaşadığı veya inandığı şeyleri sorgulamak benim hadime düşmez kimin ne yaptığı ne kadar neye inandığıyla asla ilgilenmemek gerekir aslında…
Herkesin bir hayatı olmaktadır zaten,
bu hayatı nasıl tüketeceği kendi sorumluluğudur.
Ben onun hayatına müdahale etmiyorsam benimde beklentim onun benim hayatıma müdahale etmemesidir.
yanlız Bunun için bişey gerekir .
Sadece bir şey,
Nedir o ?
Tabiî ki . Demokrasi bilinci,
Ee işte zurnanın zırt dediği yer tam işte burasıdır, siz ne kadar demokrasi isterseniz isteyin Böyle bir dünya asla bizim yaşadığımız coğrafyada olamaz , olmasıda mümkün değildir . bizim coğrafyada demokrasi araç olarak kullanılır. Demokrasinin kendisinin olması mümkün değildir demokrasi umutsuz bir vakadır. Vuslatı olmayan hasrettir.
Kara sevdadır,
Karşılıksız aşktır , en tuhaf yanı olmadığı halde var gibi görünebilmesidir. Bir serap misali
Yoktur ama var gibidir.
Hatta ‘’yetmez ama evet’’ bile dedirtir. Hatta hatta diğer ülkelerle kıyaslanıp
Kör topalda olsa bir demokrasimiz var denilerek ehveni- şer üzerinden günah bile çıkartılır.
Ve buna benzer çeşitli bahaneler le her durumda haytımıza müdahale edilir edilmektedir muhtemelen edilecektirde,
Buna rağmen demokrasi bilincim varmı diye kendimi fırsat buldukça test ettim halada ediyorum.
Yazık ki %70-80 demokrasi bilincimi gelişmiş buldum. Aslında bu acı veren bi durum, bilmek öğrenmek bu toplumda giderek mazoşist bir yaşam biçimine dönüşmüş, öğrendikçe acılar çoğalıyor. Acılar çoğaldıkça öğrenme isteği artıyor.Sonunda öğrenilmiş çaresizliğe doğru savruluyorum. İşte buna depresyon deniliyormuş. Demekki abi deprasyondayım beni fazla ciddiye almayın.
Ben empati yapmayı becerebiliyorum, bu yüzden ikili ilişkilerde bi sorun çıkarsa hep altında ben kalıyorum, çünki olumsuz sonları düşlerken sevdiklerimin zarar görmesine tahammülüm yok, herkesi kendi yolculuğunda rahat olması gerektiğini savunuyorum . düşünceye saygıyı önemsiyorum, kızdığımda asla tükürmüyorum bilakis tahammül sınırlarımı genişletebiliyorum, toplu yaşamanın hoşgörüsünü içselleştirdim artık.
Çok insanın yapmak istediğiyle yaptığı; konuşmak istediğiyle konuştukları arasında ki farkın farkına vardım . vardımda yaşadığım çevremde bi işe yaramıyor,Aslında bir yığın gafil her şeyin farkında herkesin bir arada yaşamaya ihtiyacı olduğunu biliyor ama bunu bilmesi bişey değiştirmiyor. O gene sömürmenin tatlı beleşçiliğine uzanmış öylece yatıyor. O fetvalarıyla geçmişi ‘’günhkar’’ ilan etmiş; geleceği ‘’şükürle’’ yeniden ve yeniden inşa etmekle uğraşıyor.
. Başlarda herkesin yalnız ve çıplak doğup yalnız ve çıplak öldüğüyle başlayan eşitlik söylemleri, Basamaklar çıkıldıkça farklılaşıp dört çekerli jeeplere yalılara değerli süs eşyalarına dönüşmesinin nedenlerini peygamberlere hadislere hatta ayet yorumlarına söyleterek hem dinleyenleri hem kendilerini rahatlatıyorlar.
Herkesin farklı yaşam dinamiklerinden bir dünya kurgulanmış bu dünyada her türlü emeğe ihtiyaç olduğundan onlar da emin.
Yalnız kabul etmedikleri edemedikleri şey, bu emeklerin toplamından elde edilen artı değer lerin bölüşümünü içlerine sindiremiyorlar birtürlü, Ve o yüzden kuralların kör noktalarına sızıp avantaj elde ediyorlar, bi süre sonra kural koyma yetkinliğine ulaşıyorlar . nefs’leri ‘’ bölüşüm’’ istediğinin tersini yaptırıyor onlara. Ve sonunda örtülü kölelik devam edip gidiyor işte yüzyıllardır olduğu gibi. Demokrasi bu yüzden en uygun araç olarak kullanılabiliniyor. Hele demokrasinin içine uygun motiflerle dinide koyabilirseniz modern köleliğin evrenselliği konusunda hiç kuşkunuz kalmıyor,
Soralım şimdi
özgürmüsün ?
şükür.
Çalışıyormusun ?
Şükür.
Aylık yetiyormu?
Şükür.
Seçiyormusun ?
Şükür.
Demokrasi varmı?
Şükür.
Golü kim attı ?
Çok şükür.
İşte nasıl birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu anladınız değilmi?
Zaten böyle olmasaydı herkes dağlarda yalnız yaşamayı yeğlerdi herhalde. Demekki ne kadar tepişirsek tepişelim toplu yaşamdan asla vazgeçemeyiz, o zaman üstünlük taslayıp ,çoğunluğu ikdidar sanan egoların traş olması için bir berbere ihtiyaç yokmu sizce?
Var tabii !
Peki O berberi kim traş edecek ?
Asıl mesele bu!...