- 945 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
HUZUR EVİ 10
Soygunculardan biri, portatif olan telefonu alıp patronlarına getirdi. Patron telefonu aldı yeşil açma tuşuna bastı ve ‘’ALO’’ dedi. Karşıdaki ses kendinden emindi, tok ses tonuyla kendini tanıtarak konuşmaya başladı.
-Ben Komiser Ercan sizin adınız nedir, önce bir tanışalım, dedi
-Adım önemli değil, adımı öğrenip ne yapacaksın mektup mu yazacaksın? dedi
-Ben sana ne diyeceğim bir ismin olmalı, dedi.
-O zaman bana Mehmet de mademki illa isim istiyorsun.
-Mehmet etrafın sarıldı, buraya şehrin bütün polislerini yığdım. Buradan kurtulamazsın şimdi paşa paşa teslim ol. Bizi uğraştırma sağ salim buradan çıkman için teslim olman şart. Sen bizi üzme bizde senin canını yakmayalım.
Komiser baştan sert davranmanın suçluları caydırıcı etkisi olduğunu biliyordu. Gözü korkan suçlu hemen ya suçunu itiraf eder yada teslim olurdu. Bugünde öyle olacağını umuyordu. Soyguncuların Patronu ise teslim olmaya hiç niyeti yoktu.
-Hiç öyle bir niyetim yok istediğin kadar polis getir. Beni ancak ölü teslim alırsın ama önce ben içerideki ihtiyarları öldürdükten sonra. Anladın mı beni geri zekalı polis, dedi.
Patron sinirlenmiş telefonda bağırıyordu. Karşı tarafın onu salak, kafası karışık, güçsüz görmesini istemiyordu. Onun için olabildiğince sesi sert ve yüksek çıktı. Kesinlikle taviz vermeye niyeti yoktu. Teslim olmayacaktı, gerekirse ölürdü ama asla teslim olmayacaktı. Tekrar hapse girmeyecekti, ölürde o pislik yere geri dönmeyecekti. Komiser karşısında konuşan soyguncunun profesyonel olduğunu anladı. Hemen yanındaki yardımcısından hapis den yeni çıkmış, özellikle hırsızların ve diğer suçluların dökümanını istedi. Adamla daha sakin konuşmaya başladı.
-Tamam, ikimizde sakin olalım, içeride kaç rehine var?
-İçeride yirmi ihtiyar, iki çalışan ve birde buranın sahibi var.
-Peki, içerdekilerin sağlık durumu nasıl, iyiler mi?
-Hepsi gayet iyi sen hiç merak etme.
-Onları serbest bırak öyle konuşalım seninle, tamam mı?
-Olur, başka bir şey ister misin? Sen beni salak mı zannediyorsun?
Telefondaki Komiser Ercan’a bağırdı. Amacı polisin onu ciddiye alması ve isteklerini yapmasıydı.
-Tamam, sakin ol peki benden ne istiyorsun?
-Senden, deposu dolu yedi sekiz kişilik bir minibüs istiyorum ve bir cep telefonu. Numaranı telefona kaydet, yolculuk esnasında seninle sohbet eder, mesajlaşırız olmaz mı?
Dedi dalga geçer gibi güldü. Komiser planın ne olduğunu anlamıştı ama anlamazdan geldi.
-Siz dört kişi değil misiniz? Ne yapacaksın yedi sekiz kişilik minibüsü.
-Bil bakalım ne yapacağım, hadi günün sorusu bu olsun. Salak mısın sen yoksa benle dalgamı geçiyorsun? Dedi.
Salondaki yaşlılar korkmaya başlamıştı. Kesin içlerinden seçtiği birkaç kişiyi yanlarında götüreceklerdi. Yolda belki de öldüreceklerdi. Hepside götürüleceklerden birinin kesin Yaren olacağını düşünüyorlardı, hatta emindiler. Çünkü polise Yaren haber göndermişti. Acaba diğerleri kim olacaktı. Hepsi korku içinde ‘’İnşallah ben değilimdir’’, diyorlardı. Herkes kendini düşünmeye başladı. Sonra da ‘’İnşallah hiç birimize bir şey olmaz’’ diye dua ettiler. Birbirilerinin ellerlini tutuyorlardı, birbirilerine cesaret veriyorlardı. Kaptan
Rıdvan da Yaren’in elini tutup, teselli ve cesaret veriyordu. Bir yandan da ‘’Yaren’i götürmeye kalkarlarsa engel olacağım, ne olursa olsun bir şekilde engel olacağım’’, dedi.
Çocukları duysa ne yapacaklardı acaba, üzülürler miydi? Suna gelinini düşündü. ‘’Gelin üzülür mü? Kendisinden kurtulmayı istemişti, soyguncular rehin olarak götürürlerse sevinir mi? Hatta ölebilirdi bile, acaba o zaman üzülür mü? Ölürse ardından ağlar mı, yaptıkları, söylediği ağır sözler için pişmanlık duyar mı?’’ diye içinde geçirdi. Bir ah çekti.
Ahmet, ‘’Birkaç ay sonra evleneceğim. Tam hayatımın aşkını bu yaşta bulmuşken, mutlu olacağım derken olanlara bak. Gül duysa ne yapar acaba’’ diye düşündü. ‘’Benim için endişelenir mi? Soyguncular yanlarında götürürlerse üzülür mü? Belki de bu olaydan, buradan sağ çıkamayabilirim. O zaman Gül ağlar mı, ardımdan yasımı tutar mı? Başkasıyla evlenir mi, başkasına aşık olur mu? ‘’ Sürekli aklından böyle sorular geçiyordu.
Sonra kızı aklına geldi. Başka şehirde yaşıyordu, kocası iyi bir insan değildi. Kızı ne diye onu çekiyorsa onu da anlamıyordu. Kaç kez, ‘’Al oğlunu gel birlikte yaşayalım benim emekli maaşı ikimize de yeter’’, dedi ama kızı gelmedi. Kocası olacak pislik kızını ölümle tehdit etmiş, eğer çocuğu alıp da çekip giderse öldüreceğini söylemişti. Hatta bir keresinde yaralamıştı, şikayetçi olduğunda ise çocuğunu kardeşlerine kaçırtmayla tehdit etti. Yapardı da bunların hepsi sülalesi pislik insanlardı. Her şey beklenirdi, onun için kızı kendisini çaresiz görüyordu. Oğlunu bırakıp gidemezdi, çaresiz psikopat kocasını çekiyordu.
Kocası izin vermediği için babasını sık sık görmeye de gelemiyordu. Kocası olacak adam, bayramdan bayrama keyfi olursa izin veriyordu. Kızı zamanında onu dinlememiş seviyorum diye bu pislik adamla evlenmişti. Evlattı işte Ahmet çok üzülüyordu.
Binanın dışında hareketlenmeler vardı. Bahçeye bir anda birkaç minibüs doldu. Komiser Çetin minibüslere baktı ve küfrü savurdu. ‘’Allah kahretsin. Naklen televizyon araçları, bir bu eksikti’’ dedi. Minibüslerin farları bahçeyi aydınlattı. Farların ışıkları, huzurevinin camlarına vurdu. Soygunculardan biri dışarıya baktı. Patrona dönüp’’patron televizyoncular geldi, curcuna başlıyor’’, dedi. Patronda ‘’Desenize şenlik var bir bunlar eksikti, ortalık panayır yerine döndü, şuradan bir kurtulsak’’, dedi ardından da okkalı bir küfür savurdu.
Salondakiler şaşkın bir halde birbirilerine bakakaldılar. Televizyoncular geldiyse tüm ülke duyacaktı ve çocukları akrabaları herkes duyacaktı. Belki de duymaları iyi olur bizi biraz merak ederler dediler. Yaşlılar çocuklarına ve sevdiklerine karşı alınganlık gösteriyorlardı. Bazılarının kimsesi gelmese de, bazılarının yakınları hiç yalnız bırakmıyordu. Ne kadar gelseler de, arayıp sorsalar da yinede onlara az geliyordu. ‘’Şimdi bizim için endişelensinler bakalım’’, dediler.
Arif alçak sesle ‘’Ne televizyoncular mı? Arif ne halt edeceksin bu işin içinden nasıl sıyrılacaksın’’, dedi. Sonra da oturduğu koltuktan kalkıp, Rıdvan’ın yanında ki koltuğun oturdu.
Televizyoncular kameralarını, ışıklarını ayarladılar. Muhabir eline mikrofonu aldı, koşarak komiserin yanına gitti. Ayağında bir karış topuklu ayakkabı vardı. Bir muhabire göre fazla şıktı. Muhabir kameramana dönüp ‘’çekiyorsun değil mi?’’ dedi. Kameraman evet anlamında başını salladı. Muhabir mikrofonu komiserin burnuna sokarak konuşmaya başladı.
-Sayın Komiserim aldığımız haberlere göre, Güven Bank’ı soyan soyguncular içerdeler miş. Huzurevi sakinlerini rehin almışlar, doğru mu?
-Çekilin şuradan işimizi yapalım, şu anda size bilgi veremem. Çekin şu kameranızı önümden, şu mikrofonu da çekin efendim. İşimizi yapalım.
Etraftaki polislerden birine televizyoncuları uzaklaştırmasını emretti. Polis Memuru, zorda olsa gazeteci ve televizyoncuları uzaklaştırdı. Gazeteciler fotoğraf çekiyorlar, polislerden bilgi almaya çalışıyorlardı.
Muhabir ise kameramana komutlar verdi.
-Huzurevini, polisleri çek. Allah kahretsin ödül töreninden, habere geldik. Olacak iş mi bu kardeşim. Üstüme başıma bak, eve gidip üstümü değişmeye bile vakit yok.Ben böyle işin içine. Huzurevini çektiysen şimdi bana dön, anonsa başlayalım.
-Kameraman tamam her yeri çektim sendeyim. Bir, iki, üç kayıt, dedi
-Evet, sayın seyirciler şu anda Bahçeli semtinde bulunan İKİNCİ BAHAR HUZUREVİ nin bahçesindeyiz. Saat beş sularında GÜVEN BANK ı soyan soyguncular kaçarken buraya saklandılar. Polisin yoğun çalışmaları ve yapılan bir ihbar sonucu burada oldukları anlaşılmıştır.
Tam o anda huzurevinin bahçevanı Hamdi koşarak muhabirin yanına geldi.
-Ben ihbar ettim. Ben ihbar ettim, dedi.
Muhabir onu görünce hemen ona doğru yöneldi. Kameraman kamerayı adama çevirdi. Muhabir, gelen adama mikrofonu uzattı. Hamdi’yi kamera çekiyordu ve televizyona çıkacaktı. Çok heyecanlanmıştı, üstünü başını düzeltti.
-Ben ihbar ettim, Yaren Hanımın soyguncularla konuştuğunu duydum.
-Sen kimsin? İçeride kaç soyguncu var biliyor musun? Dedi.
-Adım Hamdi, buranın bahçe işleriyle, alışverişiyle ilgileniyorum. Ben beş yıldır burada çalışıyorum, herkesi tanırım. İçerde kaç soyguncu var bilmiyorum. Yaren Hanımın odasının penceresinin altındaki çiçekleri çapalıyordum. Pencere açıktı, hepsini duydum. Yaren Hanım soyguncuyla konuşuyordu. Ona ‘’Bankayı siz mi soydunuz? Bizi rehin mi aldınız, polis burada olduğunuzu biliyor mu?’’diye sorular soruyordu. Bende hemen polise gittim, anlattım. Bu hangi kanalda çıkacak.
Diye sordu, çok heyecanlanmış, sesi titremişti. Artık meşhur olacaktı. Muhabirde Kanal 33 de çıkacağını söyledi.
İçeride ise patron denen soyguncu televizyonu açtı. Kanalları geziyor, haberin olduğu kanalı arıyordu. Kanal 33 e gelince durdu, haber bu kanalda veriliyordu. Huzurevini gösteriyordu. Sonra muhabir konuşmaya başladı. Birden bire televizyona bir adam çıktı, salondakiler hep bir ağızdan
-AAA HAMDİ diye bağırdılar.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
11.4.2012
YORUMLAR
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgi selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygı ve sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Ah bu Hamdi...
Var mısın yok musun'un Hamdi Beyİ olmasın...
Şaka tabi...
Halen kurtulamadılar...
Pembe dizi sürüyor.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
yorumunuz için teşekkürler
çatlat bakalım bizi ....yaşlılara eziyet günahtır...meraktayız saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
SİZİNDE DOĞUM GÜNÜNÜZKUTLU OLSUN SEVDİKLERİNİZLE MUTLU OLUN
SELAM VE SAYGILAR
siz bu işi çok güzel beceriyorsunuz nrden nereye getirdin yazıyı şimdide televizyonda hamdi hadi bakalım kolay gelsin saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar ve selamlar
Sonu ne olacak acaba herzaman çıkar meraklılar,tebrik ederim saygılarımla.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
selam saygılar
Kasap et derdinde koyun can...
Eraycım kurtar şu bizim ihtiyarları yoksa valla kalp krizi geçirecem: Sevgilerimle...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgilerimle