Fesleğen...
Sinir küpü gibiyim. Penceremdeki kuş bir türlü susmuyor. Üzerine oturduğu fesleğenlerin dalları kırıldı kırılacak. Kendi ellerimle ekmiştim onları nerden çıktı bu şimdi?
Mevsimi gelince beyaz küçük çiçekler verir saksıda duran yeşil hayalim. Ve zarar görmesi hiç istemem. Siz olsanız dalına konan saksağanı n’apardınız?
Kovuyorum gitmiyor, yan pencereye yem koyuyorum olmuyor. Hey Allah’ım bu kuş bizden ne istiyor?
Geçenlerde kokulu dallarına dokunup derdimi anlattım. Dinlemesi öyle usul ki kızınca bir titriyor, sen susunca geri eski halini alıyor.
Pencereye yakalaşıyorum yine. Biraz dertliyim ve kasvet dolu. Çekili olan perdeyi araladım öylece duruyordu. Önce dokundum ve içime çektim ellerimi. Sormaya cesaretim yok ama…
—Dinler misin beni?
Oh… Ne güzel ses seda yok. Demek ki çiçeklerini bana yöneltecek. Usulca yaklaşayım.
—Canım acıdı bugün, sana yaklaşan saksağana bile kızamadım üzgünüm. Beynimi kemiriyor bir sürü şey. Sanki o kuşlardan milyonlarcası içimde uçuyor. Kanatlarını yakalayıp sana doğru fırlatsam dedim, sende sevmezsin bilirim. Dur söyleme, deme yine erkek arkadaşın mı diye?
Evet, hem o hem de etrafımda dolaşan kanserli insanlar. Yaptığımız için kötü ve onu temizlemelisiniz diyorlar. Ama aşk yıkanmıyor n’apayım, sürdükçe balçığa bulanıyor.
Pirinç gibiyim aslında onun içinde yaşayan, ama beni koruyan kabuklarım yok. Soyuldum ve pişirilmek üzereyim. Korkuyorum elimden tutacak biri bile yok.
N’olur salma yapraklarını biraz daha anlatayım dur dinle…
Of… Seni de durduramıyorum. Haklısın acı bu kadar gerçekken seni sularken kan gibi damlamamdan korkuyorsun.
Bugün geldi mi sevgili kuşun? Hırçın davrandı mı sana?
Duyamıyorum.
Anlıyorum.
Küsmüşsün konuşmuyorsun…
Zaman geçiyor dediklerimiz arasında en üstteki yeri alıyor. Kış vuruyor pencereme. Fesleğenim de git gide dökülmeye başladı. İçeriye girmek istemiyor, kuşu uğramaz oldu sanki onu bekliyor. Gidip en iyisi onu öpüp uyuyayım. Gece çok erken çöktü.
—İyi geceler yeşil hayalim…
Perdeler örtük şimdi. Ama nasıl içim içimi yiyor anlatamam. Korkuyorum, bana değil ona bir şey olmasından. Yalnızız evimiz dediğimiz yerde.
Gece, biliyor musun? Sen aslında çok huzurlusun…
Hemen uyumuşum. Bu acı acı çalan telefon olmalı ya da kapı. Başka ses uğramaz bana.
Of ne oluyor kalkıyorum işte.
Hayır, bu ne kapı ne de zil. Pencerenin önünde bir şey var ama, bu onun gölgesi değil.
—Nerdesin, n’olur bir şey söyle?
Olamaz gitmiş. Yok, ne saksısı ne de kendi yok…
Diğer pencere bir şeyler var acaba uyumadan oraya koydum da hatırlamıyor muyum? Hemen gidip bakmalıyım. Umarım odur.
Hayır değil. Ama bu o saksağan. İçeriye girebilmek için yırtınıyor. Alamam ki onu, onun gibiler benim beynimi kemiriyor. Açmamalıyım, burada olmamalı o. Sus sus artık kuş… Başım ağrıyor. Sabahın köründe çekemem senin.
Aslında pencereden çok güzel görünüyor. Garip hiçbir saksağanı mavi görmemiştim ben.
Giden yeşil, gelen mavi, biraz da özgürlük mü girsin içeri?
…