- 2286 Okunma
- 24 Yorum
- 0 Beğeni
MARA
İki saatlik sıkıntılı bir yolculuktan sonra arabadan inip Bay K.nın “Vaha” adını verdiği atölyesine vardığımızda, yapacağım işi az çok biliyordum. Halime “Bir şey olmuyor korkma” dedi adamla buluşmadan önce. “Bir, iki dişini sıkar, sonra nasılsa alışırsın.” Onların balkonda oturuyorduk o sıra. Teyzemin öksürüğü geliyordu içeriden.
“Anlatsana kız. Ne yapacağım ben orada?”
“O ne derse.”
“Nasıl yani?
“Mâra, korkma. Bak ben hala bir parçayım değil mi? Kimseye birşey söyleme ama. Bu işi bana bulan arkadaş sıkı sıkı tembih etti. Seni adama o götürecek zaten.”
Merdivenleri çıkarken Halime’nin sözlerini tekrarladım durdum içimden. Bir şey olmayacak…Bir şey olmayacak…
Odaya girdiğimizde, önce karanlıktan başka hiç bir şey göremedim. Sonra, gözlerim karanlığa alıştı ve hafif de olsa odanın içini seçer oldum. Bay K. cebinden çıkarttığı çakmakla masanın üzerindeki mumları yaktı. Yüzüme baktı. Utandım. Herkes utanır öyle. Herkes hayatında en az bir kere yerin dibine girmek ister.
“Adın neydi senin?”
“Mâra.”
O da şaşırdı tabi adımı duyunca. Bıyıklarını oynattı sağa sola, kaşlarını kaldırdı.
“Hindu musun sen?”dedi.
Güldü bir de. Eski bir tabureye oturmuş, genişçe bir tepside kırmızıyla sarıyı karıyordu. Güldükçe sağa sola sıçradı boya. Bir zerre gelip bileğime kondu. O da gördü bunu. Boyaları bırakıp bileğimi kavradı. Daha çok utandım. Ben, Hindu iyi bir şey mi bilmiyordum. On dört yaşındaydım. -Bay K. On sekiz diye biliyordu ama.-
“Titreme” dedi. “Burası mezbaha değil Mâra. Birazdan her yanın gümrah bir maviliğe boğulacak. Alçaktan uçan kuşlar saç tellerine takılacak. Balık ağı kokacak her yan.”
“Bu delirmiş” dedim içimden. Ben hayatımda sahici deniz görmedim. Babamla zoraki izlediğim belgesellerin dışında, suyun kenarında çekilmiş bir film bile görmedim. Fakat bunun gibi kafayı da zedelemedim. -Çölde doğanlar mavi suları özlemez, yalızca merak ederler. Dalgalar bir çırpı mıdır mesela? Sahiden uçlarında dantel gibi beyaz köpükler var mıdır? Terliğini denize kaptıran çingeneler, gürültüyle kıyıya yanaşan vapurlar, törpülenip yuvarlanmış çakıl taşları…birer masal mıdır yoksa? -
Suların martıları olurmuş. Babam askere gittiği yerde görmüş onları. Gri ve beyaz etekleri varmış. Çok ağlarlarmış bir de. O yüzden martıları anneme benzetirim ben.
Annem bir kum tümseğinin arkasında doğurmuş beni. Babam sırtını ona dönüp, ellerini gözlerine siper etmiş ve karşı tepelerin üzerinden geçen yolu gözetlemiş. En çok “su” diye bağırmış annem. O yüzden suratımdaki kan pıhtısını bir kenara sıyırıp “Senin adın Mâra olsun” demiş kulağıma babam.
Mâra, bizim çölden hiç geçmeyecek bir nehirdi oysa. Babam ikindi üzeri belgesel seyredip nenemin ketelerinden yerken görmüş onu ilk. Kenarlarında her ırktan mahlukat varmış. Sofanın susuz sineği bile dilini dışarı atmış onu görünce. Kalkıp televizyonun camına konmuş. Tam nehrin ortasındaki taşların üzerine. Nenem ayıkladığı pirinçleri tutmuş televizyonun altına.
“Gavur filmi” bu demiş sonra. Leğenciğini alıp mutfağa geçmiş. Giderken de söylenmiş. “Muhtar su arkı vuracak köye. Şöyle kolum kadar su akacak oluklardan.”
Babam üzülmüş çok. Timsahın biri koca ağzında döndürmüş güzel boynuzlu ceylanı. Suyun uzak kenarındakiler, kuyruklarını sallaya sallaya izlemişler bunu. Nenem ta mutfaktan duymuş Mâra kıyısındaki ceylanın feryadını.
“Allah belasını versin bunların, gene hangisini kaptılar Şakir?”
Şakir –yani benim babam- kete tabağıyla örtmüş yüzünü. Seslememiş daha; yurttan sesler “arabaya sen bin faytona ben” diyene kadar. İkindi çökmüş. Duvardaki, su içen geyik desenli halıya baka baka uyumuş sedirin üzerinde. Dar vakitte, kabus zamanında...
“Çöle doğan bir kıza ancak Mâra adı yakışır.”
Annem basma şalvarını geçirmiş ayağına. Sonra terli alnını güneşe tutup babama bakmış. Bir şey demiş mi bilmiyorum. Orayı anlatmadı babam. Belki öpmüştür onu terli dudağından. O zaman öpmek var mıydı, onu da bilmiyorum. Alıp götürmüşler beni hala muhtarın vuracağı su arkını bekleyen köyümüze. Ardımızdan konuşmuş birkaç sıcak kuş:
“Suyuyla geldi Mâra.”
Sonra ince ayaklarıyla annemin ıslattığı kumu eşelemişler.
***
“Onlar gibi bak” dedi bana. “Kimler gibi” diye sordum. Ucu dağılmış fırçasıyla arkasındaki fütursuz kadın resimlerini gösterdi. Sonra divanın kenarına birkaç tane plastik gül yerleştirdi. Oysa ben Mâra’yım. Yemyeşil olmalıydı geçtiğim her yer. Babam öyle diyordu her akşam. Tütününü kuru su arkından yana üfürürken. Sarı saçlarımı eline doluyor, “Tanrı seni çoraklığıma bedel gönderdi” diyordu. Ben çorak ne demek bilmiyordum o vakitler. Yalnızca çok susadığım oyun dönüşlerinde, artık iyice çökmüş olan annem su yok, dediği anlarda hissediyordum çorağın ne olduğunu. O da geçiyordu bütün çocukluk sızıları gibi, dilimi dudaklarıma değdirdiğim zaman.
Bir resmim olsun istedim. Ben görmeyeyim. Bakanlar resimdekinin ben olduğunu anlamasın. Baktığım aynaya benzemesin. -Ayna bizim evde, sofadaki duvarda yukarı doğru kıvrılmış paslı bir çiviye asılıdır. Ve ona bakan arkasında yamalı yüzlü sessiz somyayı görür evvela. Parmak izleriyle lekelenmiş duvar bir de. Sonra kendisine bakası gelmez kimsenin. Bakanlar da çok şey beklemez suratlarından. Öyle uyum içindedir herşey, eski somyaya nazır bu aynanın içinde.-
“Mâra…Mâra…Adına yakışacaksın şimdi küçüğüm. Haydi soyun.”
Yerdeki sürahide suretimi gördüm.
“Paranı aldın kızım. Düşünmeni bekleyecek zamanım yok.”
Omuzlarımdan sıyrılan siyah tüle bakarken, tanrıça Mara’nın katledilen evlatlarını düşündüm. Bunu bilmiyordu babam. Ona hiç söylemedim Mara’nın bir anlamının da kabus tanrıçası olduğunu. O beni, kenarlarında antilopların zıpladığı hırçın bir Afrika suyu bilsin hep. Akşamları sedirinde demli çayını yudumlarken, yeşil bir hülya tütsün gözlerinde
Sürahiden bir şehir yükü kara bulut geçti. Adam öfkelendi.
“Şu kadınlar gibi bak dedim sana. Aklından güzel şeyler geçir, ya da gözlerini kapat. Gözlerin ayrı bedenin ayrı senin. Tuval bile kabul etmiyor bu aykırılığı.”
Yüzümü divanın yastıklı tarafına gömüp sırtımı boydan boya açtım. Adam odadan çıktı o sıra. Uykum geldi. Ne zaman ağlayacak gibi olsam, uyku burnumdan içeri süzülüyor.
Adam tekrar içeri girdiğinde ben çöl kadar çıplaktım.
“İşte böyle. Yüzünü kapat!”
Açıkta kalan elime bir demet sahici karanfil tutuşturdu. Ben çıplaklığımla çiçekler arasında bir bağlantı kurmaya çalışırken o, Vivaldi’nin Dört Mevsimini dinliyordu. -Adam söyledi Vivaldi’yi. Yoksa benim böyle şeyleri bilecek takatim yoktu.-Niye böyle oluyor bilmiyorum. Ne zaman keman sesi duysam deli taylar gibi koşmak istiyorum.
“Ama biraz sakin ol Mâra!
Bir türlü titrememe engel olamıyordum. Oysa oda çok sıcaktı. Boynumdan sırtıma süzülen teri de hissedebiliyordum.
“Şimdi sana bir masal anlatacağım. Fakat sen lütfen pozisyonunu bozma. Sadece söyleyeceklerime odaklan.”
O konuşurken babamı düşündüm. Keşke ölseydi çok önceden. Bir tümseğin tepesinde, kum gibi dağılıp kaybolsaydı. Bir bayram muştusu gibi gelseydi haberi. İki gün mahsustan ağlayıp dizlerimize vursaydık. Birimiz düşünde görseydi onu. –Ki buna en layık olan annemdir.- Ak sakallı bir veli “İyidir” deseydi bize. “Kete yiyor Mâra diye bir yerde.” Keşke hiç uyanmasaydı geyikli duvar halısına baka baka uyuduğunda. Böyle ağır külçeler binmeseydi omuzlarına. Fakat biliyordum ki, yarın yine aynı saatte sütçü İbraam Efendiyi yolundan çevirip “Orda bir nehir var uzakta” diyecek. Kaşınıp uyuyacak avludaki sedirde. Annem yan gözle bakacak ona. Nenem çok öksürecek.
Keşke kasabaları yaratamasaydı Tanrı. Çöl köylerinin yolları hiçbir yere çıkmasaydı. Birbirinden bağımsız bir sürü şey işte…
Düşündüm.
“Yüzünü görmüyor olsam da gülümse Mâra! Bir kadın gülünce omuzları parlar. Şu anda bir dalga sırtına değdi. Ayakların serin bir rüyanın içinde.”
Ressam bana bir çok masal anlattı. Hiç birinde mutlu son yoktu. Masalların sonunu beklerken nefesimi tuttum. Saat döndü. Üşüdüm. Resim bitti.
“Artık giyinebilirsin.”
İnanmayan gözlerle baktığımı görünce güldü.
“Yoksa sen beni ne zannettin Mâra?”
***
Babam bıyıklarını taradı az önce. Annem ayna tuttu ona. İkisi de gülmedi. Yine sıcak ve kuru bir rüzgar esiyor tepeden aşağı. Biz hala aynı biziz. Fakat ben biraz değiştim. Artık denizin ortasında çırılçıplak oturan bir Mâra var Vaha’da. Bu kadar tesadüf olamaz. Dalgalar gerçekmiş. Dantel gibi köpükleri de. Bir de kulakları okşayan bir uğultusu varmış denizin. Babam da görseydi keşke. Belki düzelirdi.
Nenem de ölsün artık. Öksürükler içinde “Su” diye inleyip duracağına. Biriktirdiğimiz bütün sularla cenazesini kaldıralım.
“Mâra, benim su kadar aziz kızım. Şu gördüğün derin yarıklardan su akacak bir gün. Kenarlarında senin çocukların oynayacak. Sakın çamurlu entarilerini gördüğünde kederle asma yüzünü. Biz çok bekledik çamuru.”
Annem ağzını buruşturdu.
Yine soğuk bir gece tırmanacak eteklerimizden. Cam kenarları kumla dolacak. Babam kalkıp gitmesin diye üç kilit atacak kapıya annem. Nenemin başında dikilip, elindeki yastığı - soluk yüzünün bir karış yukarısında- kararsız bir şekilde titretecek. Sonra gözyaşları içinde yatağına girecek.
Benim deniz kenarında oturan eşkalim üşüyor mudur öyle üryan? Gözlerini açacak mı ay çıkınca? Beni bilecek mi? Onu alsam Bay K.nın Vaha’sından, şu su içen geyikli halının yerine assam. Babam ölür mü ki kahrından?
Annem yeleğinin cebinden kanlı bir mendil çıkarttı yine. Niye önce kahramanlar gider ki bu dünyadan?
Tanrım; senden buhranlı hayatlarımızın, bir kötünün günahtan evvel gördüğü kabus olmasını diliyorum. Bir kabus ki, kara çaputlu etekleriyle çatısına tünesin Mâra! Biz aslında hiç olmamış olalım.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
bitmesini istemediğim bir roman gibiydi
gerçekten etkileyici bir üslup
sonsuz sevgi ve saygıyla
Aynur Engindeniz
müthiş bir gözlem gücü. akıcı bir üslup, sağlam kurgu ve sağlam cümleler.
ben bu öyküyü derste okutmak, inceletmek isterdim.
hatta yok. ben öykü değil, roman okudum adeta soluksuz.
ki siz kesinlikle roman yazmalısınız - ya da varsa okumalıyım hemen.-
Aynur Engindeniz
Çok ama çok teşekkür ederim. Hepimiz için hayırlı başarılar diliyorum Allah'tan sevgili Selin Hnaım.
Sevgilerimle.
şiir getirdi beni buralara:)
iyiki de getirdi
çok güzel ve beğeniyle okudum.
tebrikler...
Aynur Engindeniz
Saygılar çokça...
Mara bir çok defa okudum bu öyküyü,kendimi düşündüm resim yaparken ,bir tablonun içinde ressam kendi rüyasında model başka dünyada ,sadece izi kalır biterken sonrası dağılır düşündüğün kelimeler ve duvara yansır anları
çokkk sevgiler
Aynur Engindeniz
Sevgiler ve teşekkürler sana canım.
lacivertiğnedenlik
güzeldi
Evet şiir gibi bir isim Mâra. Ne güzel bir seçim. Öncelikle bu etkileyici ve ilgi çekiciisim içinn kutluyorum sizi.
Dün biraz okuyabildim. Oğlum araya girince gözüm arkada kalmıştı resmen. Özellikle bir resim atölyesinin kokusunu alınca...
Sizin öykülerinizde bunu çok seviyorum. Öyle güçlü oluyor ki betimlemeleriniz. Mesela bu öyküdeki Mâra'yı ortaya koyuşunuz. Ve ismine yakışır güzellikteki tanımlayışlarınız...
"Mâra, bizim çölden hiç geçmeyecek bir nehirdi oysa."
İnsan şu cümleye bile oturup şiir yazar. Ki sanırım bunu istiyorum. Yani Mâra'ya bir şiir yazmayı. İlham verecek kadar güzel ifadelerle bezeli öykünüz.
"Belki öpmüştür onu terli dudağından."
"Ayna bizim evde, sofadaki duvarda yukarı doğru kıvrılmış paslı bir çiviye asılıdır."
"Yerdeki sürahide suretimi gördüm."
"Sürahiden bir şehir yükü kara bulut geçti. Adam öfkelendi. "
"Keşke kasabaları yaratamasaydı Tanrı."
"Niye önce kahramanlar gider ki bu dünyadan?"
Ah Aynur Hanım hangi birini alıntılayayım... Öyle çok ki beni derinden etkileyen o derinlikli şiirsel ifadeler. Ki bu öykü tepeden tırnağa sanat kokuyor. İlham veriyor okuyana. Ressamın ismini bay K. şeklinde yazmanız ne kadar akıllıca. Çok şey yazılır da bu kadarı kalsın. Ve yazmayı çok istediğim Mâra şiirine...
Ne güzel okumak sizi.
İçtenliğimle kutluyorum.
Sevgimle.
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel yüreğinize...
Angie
Ben de merak ediyorum, bakalım becerebilecek miyim... :)
Hem sizin Mâra'nız olacak hem de sizin etkinizden az da olsa sıyrılmış olacak. Zor bu. Ama deneyeceğim . :)
Sevgiler tekrar.
Aynur Engindeniz
Kolay gele sevgili şairim...
Aynur Engindeniz
Hızlı bakmanız bile mutluluk sevgili şairim.
Sevgiler hayırlı cumalar.
Angie
Sonu "a" ile biten özellikle kısa kelimeli isimler ilgimde ve beğenimde hep.
Size de hayırlı cumalar Aynur Hanım.
Nihayet geldim burdayım. :)
bir süredir siteye girememiştim..
dolayısıyla geçmiş günlere şöyle bir dönüş yaptım..
imzası engindeniz olan öyküyü okumadan edemiyeceğim..
öykülerinizi bir gün bir başka yerlerde isimsiz olarak okursam ..mutlaka bu öykünün yazarının siz olduğunu anlarım..zira sizin tarzınız belleğime kazındı..bana göre çizginiğz belli..nerede olursa olsun tanırım..
sevgi ve selamlarımla..
Aynur Engindeniz
Sizden de çok güzel öyküler okuyoruz...
Tşekkürler ve sevgiler Sevilay Hanım.
SİHİRLİ KALEM
Her yazında, her kelimeye sihir yapmakta üstüne yoktur bilirim. Her yazının (öykün) her kelimesi okuyanı büyülüyor onuda bilirim... Sen okurlarına dolu dizgin ilham kaynağısın onuda bilesin ..........( en azından kendi adıma demek isterim...)
Her yazını tantel gibi işliyorusun.Her yazında değişik ipliklerin renginde...gökkuşağı gibi mesala...
(bunlar abartı iltifat yada yağ çekme ummazsın sen ve yorumu okuyanlar) Her yazını uzun kısa fark etmeden bazen defalarca okur oldum SİHİRLİ KALEM ( EDEBİYAY YÜREKLİ) bu da kod adın olsun bir okurundan :-)
Yoruma gelince,
Bu bir bölüm daha istiyor bence, ( yada) bir yerlerinde yarım kalmışlığın satırları var sanki, işin çıkmışta yazacağını kısadan noktalamak adına öyküyü kısa kesmiş yada yazarken o an dış ortam senin satırların arasına girmiş. ( çok bildiğimden değil okuyucun olarak derim )
6. olmayan hissimle....
motiflerin her zaman etkilemiştir. her hanedeki bireyleri tasvirlerken doğal ve evrenin belkide her yerindeki duyguları dile getirmen her zaman ki gibi harikaydı.....
(ÜSTAD) SİHİRLİ KALEM SENİ OKUMAK BENCE AYRICALIK
eline ve yüreğine sağlık klasik kalsada mecburen....
EN DERİN SAYGILARIMLA.....
DİLEK YILDIZI tarafından 4/13/2012 3:28:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Genelde öykülerimde karanlıkta kalan bir taraf vardır. Hiç bir zaman finalim olmaz. Yani öyle flaş gibi patlayan, insanı şoke eden bir finalim olmaz. Bu final işini en en en iyi Reşat Nuri GÜNTEKİN yapıyordu bana göre. Onun öyküleri zaten başlıbaşına şaheser...
Teşekkür ediyorum tekrar.
Hayırlı cumalar değerli yazar kardeşim.
Farklılığı ve yazı okumanın keyfini bu sayfada buluyoruz. Değerli bir kalem güçlü bir gönüle sahipsiniz...Yolunuz daim açık olsun...Kısa sürede paylaşımınızdan müstefit olma dileğimle...selam ve hürmetler
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim okuyup değerlendirdiğiniz için. Kendi yeteneğinizi görmezmiş gibi, bu güzel sözleri sarf etmeniz biraz fazla tevazu:) Herkes kendince farklı şeyler yazıyor. Hepimizde bir uğraş var. Fakat sitenin en karınca yazarlarından biri de sizsiniz maşallah. Yazdıkça farklılaşan derinleşen kalemlerimizden.
Başarılarınız artarak devam eder inşalah.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Mehtap Yıldız
duamsın elbet duan da unutma çok muhtacım son günler
Aynur Engindeniz
Sen de duandan eksik etme...
Nene, pirinç leğenini televizyonun altına koyduğuna göre bu hikaye Çin'in kıraç bir bölgesinde geçmiştir diye düşünüyorum:))
Her nerede geçmişse geçmiş, ben hikayeyi ve kurguyu sevdim.
Tebrikler Aynur, sevgimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim okuduğun için. Beğenmene çok sevindim.
Öperim gözlerinden.
Bu öyküde geçen yerler dünyanın bir yerinde gerçekten var
kahramanları geçmişte veya gelecekte aramızda yaşayacaklar
bu karekterlere benzer kişilikte insanlarla tanışabiliriz
martıları denizi bilebiliriz susuzluğu da yaşayabiliriz..
yaşayabiliriz göğsümüzden fırlayıp gitmek isteyen çırpınışları
veya gözlemleyebiliriz akıl sağlığı yerinde olmayan insanların nasıl bir dünya gördüklerini
ama
Hayal gücümüz çok engin olmalı
gözlemleme yeteneğimiz sınırsız
kişilikleri ve kurguyu belli kurallarla yerleştirirken
türkçeyi kullanma yeteneğimiz ise özenli
ki
böyle
bir öykü yazabilelim!
Hayranlıkla okudum değerli yazarım
içimden geçen şu oldu
keşke bir öykü yarışmasına gönderilseydi
okuyanda gizemli egzotik bir tad bırakan bu öykü..
Tebrik ediyorum
Nilgün ARIKAN tarafından 4/11/2012 7:51:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim güzel sözlerin için. Karşılıklı olarak aynı şeyleri düşünüyoruz birbirimiz için...Ama sen gerçekten etiket olmayı hak ediyorsun. Bunu canı gönülden diliyorum...
Yarışmalar, onca yetenekten bana sıra gelmez ki...
Siz varsınız, bana yeter şimdilik. Biraz daha çalışalım en iyisi. Allahtan ümit kesilmez güzel yazarım:))
Sevgiler sana...
Fon, hikaye ile bütünleşmiş,
Sade dil ve güzel tasvirle süslenmiş hikaye,
Etkili bir anlatım
Beğeniyle okudum
Kutlarım
Selam ve saygıyla...
Aynur Engindeniz
Güzel kavramının içini dolduran bir hikâye okuttuğunuz için, teşekkür ediyorum. Her yönüyle güzeldi: Dil, özgünlük, kurguda bütünlük ve en önemlisi ruh...
Gece okumuştum, fakat bir kez daha okuyup yorum yazmak istediğimden, bugüne kaldı. İsmi de biraz değişim geçirmiş, bu arada.
Ninenin televizyonun altına pirinci tutması, sineğin, televizyona konması... Bir özlem ancak bu kadar dile gelebilirdi.
Babanın ölümünün temenni edildiği paragraf da harika dersem, abartmış olmam. Aslında her cümle ayrı güzel. Yalnız, Bay K. beni hayâlkırıklığına uğrattı: "Paranı aldın kızım. Düşünmeni bekleyecek zamanım yok."
"Babam ölür mü ki kahrından?" Evet, hayatlarını babalarının kahırdan ölmemeleri üzerine inşa eden kız evlatların çok olduğu bir toplumuz, ben dahil...
Nev'i şahsına münhasır ve bir o kadar da güzeldi diyerek bitireyim. (Zira, her cümlesini irdeleyebilirim.) Diğer çalışmalarınızı da okumalıyım, zaman zaman.
Selâm ile...
Aynur Engindeniz
Haklısınız, pek çoğumuz babalarını kahırdan öldürmemek adına keder pahasına yaşıyoruz birçok şeyi...Her adımımızda onlar var. Biz razıyız tabi bu yüke. Razı olmayı da onlardan öğrendik.
Sevgiler size çokça...
Aynur'cuğum çok farklıydı ve inanılmaz derecede güzeldi. Büyülendim resmen. Kaleminle edebiyatın resmini çiziyorsun sen. Kutlarım canım. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Beğenmene sevindim. Eh artık sen profesyonel bir yazarsın, bizi onurlandırman çok hoş güzel yazarım.
Sevgiler sana..
Aysel AKSÜMER
Aynur Engindeniz
Mutlu ediyor okumaların...
Öptüm güzel gözlerinden:))
Terliğini denize kaptıran çingeneler, gürültüyle kıyıya yanaşan vapurlar, törpülenip yuvarlanmış çakıl taşları…birer masal mıdır yoksa? -
Herkes bir cümle seçmiş kendine ben de bunu seçtim. Sizin öykülerinizin güzelliği burada, herkes içinde kendinden bir parça buluyor.
Yine hayretler içindeyim nü model fikri nereden düşündünüz diye. Kimler nü model oluyor hiç bilmiyorum. Ben parasız ama sanatsever öğrenciler arasından çıktıklarını sanırdım oysa. Taşradan biri aklıma gelmemişti. Zaten ilk satırlarda "eyvah nereye gidiyoruz biz !" diye bir kaygı da yaşamadım değil.
Afrika'da bir nehir, yağlıboya kokan bezik renkli bir atölye ve kurak bir taşra kasabasının kızını aynı öyküde buluşturup ipek ipliklerle birbirine bağlamak ancak sizin gibi mahir kalemlere yakışır. Ellerinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Nü nereden aklıma geldi? Bir tablo görmüştüm geçenlerde. Çıplak bir kadın. Yüzünü dikkatle inceledim ve bu kadının için için ağladığını ve utandığını hissettim. Gözleri "At üzerime oradan birşey" der gibi bakıyordu sanki. Tamam sanat güzel. Ama neden hep kadınlar çıplak çizilir diye düşünüyorum günlerdir. Bunlar ayrı konular tabi.
"Çöl" bu öyküde "olmayan herşeyi" kapsıyor ve temsil ediyor. Belki sevgisizlik. Belki umutsuzluk. Belki yoksulluk. Belki gerçekten susuzluk.
Bir öğrenciyi o divana yatırabilirdik. Ya da gösteriş meraklısı herhangi bir kadını. Hatta bir hayat kadınını. Bu sıradan olurdu gibi geldi bana. O yüzden farklı beklentileri olan bir karakter bulmalıydım. Mâra, bu işi para için yapmadı. Farklı bir kimliği olsun istedi. Sonra elbette pişman oldu. Daha ondört yaşında. Akli dengesi bozuk insanların içinde yaşıyor...Ondan neler neler beklenir bir düşünün...Aslında uzayıp gidebilecek bir hikayeydi. O yüzden finali yok. Genelde finallerim sessizdir ve final gibi değillerdir zaten.
Daha fazla zamanınızı alıp gözlerinizi yormak istemiyorum.
Gönülden sevgiler ve teşekkürler size. İyi ki varsınız...
Çok etkileyici ve bir o kadar da öykünün içine alan bir anlatım..
“Tanrı seni çoraklığıma bedel gönderdi” diyordu. Ben çorak ne demek bilmiyordum o vakitler. Yalnızca çok susadığım oyun dönüşlerinde, artık iyice çökmüş olan annem su yok, dediği anlarda hissediyordum çorağın ne olduğunu. O da geçiyordu bütün çocukluk sızıları gibi, dilimi dudaklarıma değdirdiğim zaman.
Çoraklığın, susamayı çağrıştıran cümlelerle anlatımı çok iyiydi..Aslında öykünün tümüne bir örnek olan cümleyi seçtim kendime göre..Çok çok başarılıydı..
Selam ve sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Sevgiler ve tekrar teşekkürler size.
- “Şimdi SİZE bir masal anlatacağım. Fakat SİZ lütfen pozisyonunuZU bozmaYIN. Sadece söyleyeceklerime odaklanIN.”
ÇÜNKÜ BÖYLE BİR MASALI İLK ve SON DEFÂ DİNLİYOR OLABİLİRSİNİZ...
.
Tebrik ve Teşekkürlerimle ENGİNKALEM.
Davidoff tarafından 4/11/2012 11:00:12 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Bu ara tek isteğim sessizce tablolar yapmak. Ciddi ciddi...Üsradım benim...
Davidoff
Bir resmim olsun istedim. Ben görmeyeyim. Bakanlar resimdekinin ben olduğunu anlamasın. Baktığım aynaya benzemesin. -Ayna bizim evde, sofadaki duvarda yukarı doğru kıvrılmış paslı bir çiviye asılıdır. Ve ona bakan arkasında yamalı yüzlü sessiz somyayı görür evvela. Parmak izleriyle lekelenmiş duvar bir de. Sonra kendisine bakası gelmez kimsenin. Bakanlar da çok şey beklemez suratlarından. Öyle uyum içindedir herşey, eski somyaya nazır bu aynanın içinde.-
“Mâra…Mâra…Adına yakışacaksın şimdi küçüğüm. Haydi soyun.”
Yerdeki sürahide suretimi gördüm.
***
Sevgili Engindeniz, öykünün sadece şu kadar kısmını dikkâtle oku bakalım. Sonrada içinde kaç tablo var bir düşün bakalım.
:)
Aynur Engindeniz
Ama ben yalnızca iyi bir gözlemciyim. Sen ise görür ve resmedersin...
Benim çocukken yağlı boya alacak param hiç olmadı. Sınıfta en iyi resim yapan ben olduğum halde, yağlı boya çalışmalarına asla katılamadım. Çocuklar boyalarla sevişirken, ben ve bir kaç arkadaşım ertesi günün ödevlerini yapardık bir köşede...
Aslında çok ağladım o zamanlar.
Şimdi kızlarımın bir atölye dolusu resim malzemesi ve her yaz gittikleri özel kursları var...
Fakat geçmiyor ki boya kokusuna olan tutkunluğum. Allahtan öyküler var Davidoffum...
Davidoff
Fırça tutmakla, kalem tutmak iki kardeştir. Biri kız, diğeri erkek.
Kalem MARA gibi, duygularını anlatmakta daha şanslıdır.
Başarılarının Daim olması dileklerimle.
Öğreneceğim çok şey var daha. Dilim yazı bitimi iki dodağımın arasında ve dudaklarım dişlerimi keser vaziyetteydi. Sus yahu, senin kelamların yetmez der gibiydi dudaklarım... Sözlerim yarım. Ama her okuduğumda kendimi görmek bana has bir şey işte. Yaşamadığım şeylerde bile kendimi görüyorum. Her yazdığın duyguyu hissediyorum adeta. Fazla söze gerek yok ama benim öykünün ikinci serisinin vakti biraz daha uzadı. Karaladım bir şeyler ancak vazgeçtim yayınlamaktan... Sanırım başa sardım ben yine :))
Saygılar ve sevgiler ablacım...
Verdin duyguyu yine...
Aynur Engindeniz
Hadi son düzenlemeni yap ve vakti gelince ekle öykünü. Daha üzerinde çalışmalıyım diyorsan sözüm yok. Ama bitti de beğenmiyorsan...Ekle okuyalım derim.
Yılmak yok yazmaya devam...Var mı bundan dah huzur verici birşey...
Sevgiler ve teşekkürler canım.
yine yaptın yapacağını aynur....bu yazıdan sonra başka yazı okunurmu....bu yazıya yorum yazılabilinirmi??????sen varya sen.....bu işi bilensin...pardon bu işi biliyorum diyenlere ders verensin ders...fazla söz yazıyı incitir can.....muhteşemdi....saygılar sevgiler
Aynur Engindeniz
Saygılar.
"Ben çöl kadar çıplaktım"
Çok güzel bir ifade, akılda yer ediyor.
Öykünü bir kere daha okumam gerekiyor, hangi koşullarda deniz görmemiş yörenin kızları nü poz verip evlerine dönebiliyorlar diye? Bunu tek yapan Mara değil, Halime de yapmış ve yaşadığı yerde dışlanmamış. Hızlı okuduğumu kabul ediyorum; cümleler arasında bir yerlerde bu kabul görmenin açıklamasının yattığına inanıyorum.
Bu nokta dışında net bir öykü. Alamet-i farika olan bilinç akışı tarzı burada da hakim. Sonuna kadar gidiyorsunuz. Giderken K. nın yoldan çıkmasını beklemiyorsunuz; onun yerine Ne işi var Mara'nın burada? sorusuyla boğuşuyorsunuz. Öykü anlatılırken ipuçları size cevap verse de siz bir de Mara'dan duymak istiyorsunuz orada ne işi olduğunu. O da bir yerde itiraf ediyor.
İnanmayan gözlerle baktığımı görünce güldü.
“Yoksa sen beni ne zannettin Mâra?”
Bu arada Mara gerçekten tek başına güzel bir başlık; soyunmadan da güzel. Bu akıcı ve değişik bir cazibesi olan öykü için teşekkür ederiz. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Diğer arkadaşlara da söylediğim gibi, çöl Mara'nın sahip olamadığı her şeyi temsil ediyor. Umutsuzluk, yoksulluk, tekdüzelik vesaire...Baba normal değil, anne normal değil, nene normal değil, Mâra da normail olmayacak büyüyünce. Ama şimdi sadece meraklı ve hüzünlü...Kurak bir memlekette yaşadığı belli. Burası Türkiye olmayabilir de. Belki Arap çöllerinde bir yerde...Keşke evrensel düşünmeyi ve yazmayı başarabilsem...
Okuduğunuz değerlendirdiğiniz ışık tuttuğunuz için çok teşekkür ederim değerli yazarım. İnsanın hayran olduğu kalemden bunları duyması ne güzel.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Gayet güzel bir öykü. Gerçekten beğendim. Pek dua desteğine de ihtiyacı yok gibi.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum size...Duaya gelince buna her zaman ihtiyacımız var. Sırf sitede yayınlansın diye yazmıyoruz. En azından ben bir "yarın" düşünüyorum. Bunun için de en çok şansa ve dolayısıyla duaya ihtiyacım var. Bu ülkede aşağılardan yüze çıkmak o kadar basit olmuyor, biliyorsunuz...
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Yarın büyük ölçüde elimizde. Hayat koşulları değişebilir, yazmak zorlaşabilir ama hiç yazamamak, hiç gelişememek pek olası değil. O yüzden tempoyu kaybetmeyi öneririm (Kendime söylüyorum aslında); sonrası geliyor bir şekilde.
İç diyalog konusuna dönersek. Teknik olarak öykülerde denk geldiklerimiz iç diyaloglar. Ama baktığınızda bir bilinç akışına dönüştüklerini görüyorsunuz:
Denizi görmedim ama televizyonda seyrettim. Babamla seyrederdik, biz seyrederken ninem söylenirdi. Belki de migreni yüzünden keyifsizdi. Ne zaman siparişleri getiren bakkal çırağı sıhhatini soracak olsa yüzünü buruşturur, cevap vermeden onu başından savardı. Aynaya bakarken ninemin buruşukluklarını taklit etmeye çalışır, sonra da ya yüzümde kalırlarsa diye korkardım. Ağladığımı duyan annem gelir, yüzümü ...
denildiği noktada artık iç diyaloğu bir bilinç akışına döndürmüş oluyorsunuz. Anlatıcı kendi kendine denize olan yabancılığını tartışmıyor, serbest çağrışımlar arasında gidip geliyor. O yüzden bilinç akışı demeyi daha uygun buluyorum. Dediğim gibi yazarın tarzı bu yönde, benim diyalogla öyküleri açmam gibi.
Aynur Engindeniz
Ayaküstü öyküleme bu kadar mı güzel olur. Şimdi diyeceksiniz ki "ne yazsam güzel diyorsun"
Ben de demişsiniz farzedip cevap vereceğim: Sizi okuduğum ilk andan itibaren profesyonel olduğunuzu biliyorum ve her ortamda -forumlarda yorumlarda- söylüyorum. Üstelik son derece de tevazu sahibisiniz. Hiç kibirlenmiyor, kasıntı yapmıyor, kimseyi kümenizin dışında bırakmıyorsunuz.
Bir kez daha hayranlığımla teşekkür ediyorum sayın İlhan Kemal. İyi ki bu sitede sizinle yazmak nasip olmuş bizlere.
(Asla abartı ve iltifat içermeyen bir cevaptır.)
İlhan Kemal
Keyifle yazıp, okumak ve sohbet etmek. Bir yazın öğrencisi olarak Defterden tüm beklentim bu. Beklentim de boşa çıkmıyor. Saygılarımla.
Not: Öyle sözler yazmışsınız ki ne diyeceğimi bilemedim. Utancımdan kaçıyorum. Teşekkür ederim.
"Suların martıları varmış, babam askere gittiği yerde görmüş onları, gri ve beyaz etekleri varmış, çok ağlarlarmış birde, o yüzden martıları hep anneme benzetirim ben"
Ne samîmi bir anlatım, en çok bu bölümden etkilendim.
Mâra'nın poz verirkenki çaresizliğine üzüldüm bir de.
Etkileyici bir öyküydü yine.
Emeği ve yüreği kutladım değerli yazarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Biliyorum ki siz de öyle düşünüyorsunuz.
Yeniden sizi sayfamda ağırlamak güzeldi. Saygılar selamlar size ve dizelerinize....