Toprak yol
Tam karşımda, apartman silsilesinin ardında, üzeri çamlarla kaplı, sırtından yüksek gerilim hattı geçen yarısı görünen bir dağ var.
Mutfağın balkonundan bakarken, çamların arasından tam sırta doğru uzanan bir toprak yol, bütün albenisi ile görüntü verirken cazibesi ile beni kendine çekiyor ki; tam bu sırada yıldırımlar çakıyor., Küçüklüğümden hatırlarım, yaz tatillerinde köyümüze gelenler, yeni yeni değişik, taze kelimeler getirir bizde onlardan öğrenirdik. Bir defasında Rüştü böyle uzaktan ufuktaki yıldırım çakmasına “Kalkan oynuyor” demişti. O kadar güzel oluyor ki; Sizin baktığınızda ufuk, flaş çakması parlaklığı ile ama birazda kızıl ve mor tonlarına görüntü verip tekrar karanlığa dönüyor.
Derken Seksen sekizlik Anneciğim, henüz namazını eda etmiş geliyor yanıma. Akşamın alaca karanlığında, çok hoşuna gittiğini yüzünden fark ettiğim balkon sefasını yapmaya can atıyor sanki., Yeni evimizin en çok hoşuna gittiğini sandığım yanı bu onun için sanırım. Bunu fark ediyorum. Yada o tavırları ile fark ettirmeye çalışıyor bana. Benim bir şeylerle meşgul olduğumu görünce, dikkatimi dağıtmak benimle hasbıhal etmek için elinden geleni yapıyor adeta., İstiyor ki; Kendisiyle ilgilenip konuşayım, daha da olmazsa, hiçbir şey bulamazsa ilaç torbasını alıp bana bu ne, şu ne diye bazen de bir sorduğunu birkaç kere göstererek soruyor.., Kızacak olsam bu haline o yinede kızgınlığımı belli etmeyeceğimin avantajı ile ve Anne olmanın rehaveti ile yükleniyor üzerime., Doğrusu istesem suni sebeplerle çok kolay dağıtırım dikkatini ama, hayatımda bunu hiç yapmadım desem yeridir. Hiç yapmacık davranmadım.., Onun o güzel yüreği kırılıp incinmesin diye defalarca dinlediğim, çocukluk anılarını bile nerdeyse her bir anlatmasında gözlerinin içine bakarak tekrar tekrar dinledim.
Kıtlık zamanında ekmek bulamayıp ta nasıl patates pürlerinden ve çeşitli otlardan sadece bol olan süt ve peyniri katık ederek yemek yapıp yediklerini mi., yoksa Ermeni hadisesinde ağlaşarak, dramatik şekilde nasıl Ermeni komşularını uğurlayıp vedalaştıklarını mı dersin.., Hatta birde Türküsünü söyler bunun;
Geceler gündüz oldu
Fenerler yıldız oldu
Bir gecenin içinde
Adana dümdüz oldu.., ve dahası, Aşık çobanın Türküsü ;
Ağılın başı kengel
Çoban koyunu dönder
Kurban olam izzet bey
Mahmut beyi tez gönder., der ki, bunun da çok dramatik bir hikayesini anlatır..,
Gürleyen gök, gümbürtüsünü arttırırken birkaç damla da üzerimize atınca ve serseri şimşeklere hedef olma korkusuyla, balkonu terk ettik. Bu sefer mutfakta, Anneciğim hala anlatıyor ama bu sefer eskisi gibi değil, bir oradan, bir buradan, bir eskiden bir yeniden, yeni komşulardan ve uzak akrabalardan alarak sanırım iyice deşarj oluyor artık ki; Yatsının yaklaştığını ima ederek odasına çekilmek istediğini söylüyor.
Bu puslu Ağustos akşamının eşiğinde, bakışlarımı zumlayarak, karanlığın içindeki toprak yolu arıyorum., Aklım ve gönlüm hala dağ yolunda., Gitmesem de geziyor, gölgeleniyor, duldalanıyor, toprağı ve çamları kokluyor gibi hislere kapılıyorum..,
Hava karardıkça gözümdeki hedef küçülüyor, ve dağılıyor ama gönlüme düşen resim, hala kıpırdayıp duruyor. Onlarca, yüzlerce yanan apartman ışıklarının arasında, ben yalnızım. Milyonlarca insanların ortasında, içinde dünyaları döndürüp deveran ettiren ben, Bedenimi bir balkon duvarının kenarına bırakmış, sıyrılıp çıkmış ruhumla, dağın yamacından zirveye doğru uzanan ormanın ortasındaki toprak yolda yürüyorum..,
Yürüyorum, çam sakızı kokuları kırmızı toprağın tozuna bürünerek burnumun direğine vuruyor. Yürüyorum, önüme geldikçe etlerimi çizip kanatan kuru dalları kırıp nefeslerimin üzerine yapışan terlerimi silerek.,
Yürüyorum, aklıma geldikçe makus talihim gah hüzünle, ve atimdeki yaren nümayişleri ile göğsümü kabartıp geniş açılı adımlarla dağın meşakkatli yokuşuna meydan okurcasına, gah gülerek.,
Yüzünde yüz yılın çilesinin esrarı okunan Anam geldi yine aklıma., Gerçi ben onun yanındaydım ama, O bana çok uzaklardan hatıralarıyla yaklaşıyor bağrımı okşuyordu.
Hafiften yanan et parçasının üzerine düşen göz yaşlarının kokusunu alıyordum aheste., Belki de bu gidişim, bu didiş im, bu çırpınışım, bu kaçışım, bu koşuşum, bu gayret ve hasret ve bu özlem (varlığını hissettiğim ama bilip bulamadığım.,) Onun içindi.,
Ciğerlerimden gelen esinti, Musa’nın dilini yakan köz gibi ani ve apansız anlık temastan geriye kalan kuvvetli bir acı ve ıstırabın dumanı gibiydi. Boğuldukça yeniden dirilen bir mahşer halinde, içime erimeye, gömülmeye çalışan kara delik gönüllüsü gibi sonsuzluğun başlangıcına düşüyordu duygu seline kapılan düşlerim..,
Dürtüldükçe ciddi yaralar alan hislerim, kuşburnu dikenlerine takılı kalan yapağı parçaları gibi, kendini bulup alacak nasırlı elleri bekledi durdu., Bekledikçe, üzerine Yakup’un umut ve sabrının esrarını koydu.,
Koyun sürüsüne istikamet veren çoban ıslıklarından irkildi üşüdü gönlüm. Üşüdükçe rüzgarın savurup sürüklediği, kuytu kovuklara itelenmiş, sığınmış kuru diken otlarına sardı benliğimi., Sarıldıkça yırtıldı bin parçaya bölündü koynum.
Onca zikzaklarla düşünce dalışlarına maruz halinde, bir kahramanlık narası ardından patlayan silah sesiyle kendini gerçeğe vurdu, sonsuzluğa bakarken boynu bükülmüş gönlüm.....,
II
Bir ben varım benden içre, birde sevdam.., Binlerce yılın derinliklerinde düşe kalka gezerim. Aydınlıkta hiç kimseye kırgınlığı olan yada olacak biri değilim ki; Hislerimdeki hesapların mühendisliğini kendim yaparken, kendi mimari projelerimle apar topar şantiyeler kurarken, imar ve iskanımda dahi taşeronlara tenezzül etmeden gönül bahçemdeki ihtişamlı sarayları mamur ederim., Süleyman’ın Belkıs’a kurduğu billur saraylar gibidir., Altından ırmaklar akan Cennetlere benzer.
Öyle ki bana sorsanız; Gönül kentlerinin en muntazam kasrı konağıdır benim eserim. Estetiği amuda kaldırarak koordinatlarını alır, albenisiyle göz kamaştıran, baş döndüren şuh bir yosmaya ipek şallar gibi giydirir, arzularıma derman olacak ateşli aşk öpücüğünü yarısı sigara dumanından yanmış çatlak dudaklarıma kondurur da bir hiç olurum..,
Hakikatte hayallere olan mesafem, belki sosyal yanımdan çok şeyler almış götürmüş olabilir. Yerken içerken ve karşıdan karşıya geçerken, kendimin fark etmediği yada fark etmek istemediği envai çeşit mimiklerimde olabilir. Olsa da odunu taş sanmayacak kadar uyanık olduğumun farkındalılığının farkındayım en azından şimdilik..,
İyi bir insan olmanın amacı doğrultusunda, karşılaştığımız güçlüklere aczimiz, teslimiyetimiz ve kazanacağımız onca dünyalığa karşı nice mağlubiyetimizde filvaki olabilir..,
Beşeri ilişkilerin ilmi inceliklerini hepten bilsem, hiç kalp kırar gönül incitir miydim. Boyumu aşan günahlara belenir batar mıydım., Atamadığım stresime sebep kılarak, eşime dostuma, yarenime, dost bildiklerime negatif serzenişler yapar mıydım., Acıya alışmışlığımı unutarak, arkadaşlarımın hasret ve muhabbetine acıyı, hüznü ve elemi katar mıydım..,
Her şeye rağmen, Düştüm! Kaldırın beni yerden., diyecek veya diyebilecek kadar insanım ben.., “Düşmez kalkmaz Bir Allah..,” Hangi umurun etkisine kapılıp ta haşa! Gururlanırım.., Haki toprak bir gün beni de kendi rengine boyayıp boylayacak değil mi! Kaderci yaklaşım denmez buna. Ancak, Aklına izanına düştüğü halde emek ve gayret verilmeden “nasipse olur” anlayışına teslimiyet gösterenler için geçerlidir.
Bu elbise bana uymaz! Diyorum çünkü; Üzerimdeki bütün atalete rağmen, maişetimi temin için nefsimin karşıma koyduğu zorluklara gücüm nispetinde katlanarak, sıcak soğuk demeden, azim ve gayretle hareket ediyorum., Ve “Tevekkeltü alallah” (Allahı vekil ettim.,) diyorum.
O ne güzel vekildir. Anlattığım vechile, işini iyi yaptıktan sonra yapılacak olan dünyevi tedbirlere münhasıran, “ve kefa billahi vekila” (vekil olarak Allah yeter.) demek yeterde artar bile.,
Tabi bu demek değil ki; Alacağı varken peşine düşmeyip, Avukat tutup, kanuni ve genel kabul görmüş meşru çare yollarını denemeden işimizi Allah’a havale edelim.
O Yüce Yaratıcı, (Allah c.c.) Peygamberlere bile iltimas geçmemiş. Tebliğle sorumlu olduğu Tabiat ve Ahalinin şartlarına dahil olarak, görevlerini yürütmelerini istedi onlardan.,
(küçümsediğimden değil.,) Batı kültürünü pek bilmem. Ancak günlük aktivitelerim ve aldığım milli eğitim tahsilim esnasında edindiğim bilgilerden öteye tarihi tespit ve yorumlarım pek olamaz. Bu nedenle verdiğim örnekler daha çok bildiğimi sandığım semavi dinler ve İslam tarihi içerikli olmaktadır.
Semavi dinlerin terminolojisinde işaret edilen Peygamber, Resul, Nebi vakaları vardır ki, maazallah hangimiz bu çilelere maruz kalsak çekebilirdik!
Hz. Adem’in Havva ile Cennetten kovulması ve ayrı düşmüşlüğü.,
Hz. Nuh’un halkı tarafından aşağılanması ve alaya alınması. Sevgili oğlunun dahi gemiye binmeyip tenezzül etmemesi.,
Hz. İbrahim’in henüz buluğa ererken Tanrıyı araması., Ateşe atılması., Eşi Sare’den çocuk olmayınca, onun (uzaklara götürmesi şartı ile) izni ile cariyesi Hacer’le evlenerek Mekke’ye bırakması., Ve evladı olursa kurban edeceği ahdine Kalven, oğlu İsmail’e bu durumu açıklamaya çalışması.,
Hz. Lut’un onca gayretine rağmen tebaasını eğlence ve livatadan vaz geçirememesi.,
Hz.Yunus’un tebaasından kaçıp ta, kaçak bindiği gemiden denize atılması.,
Hz. Musa’nın geleceği kehanetlerine binaen, (takdiri ilahi) yeni doğan her erkek çocuğun öldürüldüğü bir zamanda, bizzat yasakçı firavun tarafından evlatlık olarak büyütülmesi ve sonrasında düşman ilan edilerek halkı (İsrail oğulları) ile birlikte yurtlarından kovulması hadisesi.,
Hz. Yakup’un, Yusuf’a olan hasreti ile üzüntü ve ağlamaktan gözlerini kayıp etmesi.,
Hz. Yusuf’un güzelliği yüzünden sarayın yaşlı hanımı Züleyha tarafından (zina teklifini kabul etmedi diye) iftiraya uğrayarak zindanlara düşmesi.,
Hz. Zekeriya’nın yakalandığı ağacın kovuğunda canlı canlı testere ile kesilmesi.,
Hz. Meryem’in bin bir meşakkatle evladını dünyaya getirmesi.,
Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi.,
Hz. Muhammet’in (s.a.v.) Yollarına dikenli otlar döşenmesi., Üzerine işkembe atılması., Taif’te çocuklara taşlandırılması., Oğulları İbrahim ve Kasımı kayıp etmesi., Mekke den hicret (göç) etmek zorunda bırakılması., Uhud da yenilgi alması ve daha nicesi, O mübarek ve muazzez insanların karşılaşmak, tatmak zorunda oldukları acı ve ızdıraplardı.,
Dahası, efsaneleşmiş, insanlığın ortak değeri olmuş, Dünya ve Yurt bilginlerimizin, Önderlerimizin, kahramanlarımızın karşılaştıkları sorunlar öyle kolay atlatılır cinsten değildi elbet.,
Gerçek şu ki; Bu mübarek zevat, yaşadıkları bela ve musibetlere karşı olan inanç, direnç ve mukavemetleri ölçüsünde ödüllendirildiler.
Bilvesile anlatmak istediğim, Kendimden kıyasla layık olduğumdan fazla ödüllendirildiğime inanıyorum. Mutlaka her musibetin ve özrün bedeni eksiklikler ininde karşılığında ekstradan bir güzelliğin veya yeteneğin o kimseye bahş edildiği inancıyla bana da bu halimle çok şeyler verdiğine dair inancımla Ona (Allah’a) sonsuz şükürler ediyorum..,
Elimin ve gücümün yettiği nispette, hayatta kalmaya, dik durmaya, helal rızk kazanmak için meşru sebeplere sarılmaya ve önüme çıkan fırsatları bu anlayışla değerlendirmeye, çevremle barışık olmaya, ihtiyacı olanlara yardıma koşmaya, kazandıklarımdan hakkı olanların hakkını vermeye, dürüst ve adil olmaya, Sevgi saygı ve hoş görü paralelinde azami gayretle çalışacağım.
Hiç kimsenin kazancında, rütbesinde, makamında ve malında gözüm yok. Sadece iyi insanlara gıpta ediyorum. Yüksek ahlak ve faziletlerle müzeyyen, her şeye her türlü olumsuzluğa rağmen, gönül erliği yapan, varını yoğunu hesap etmeden muhtaçların yardımına koşan ve onları saran, okşayan, kucaklayan (veli) insanlara imreniyorum..,
Böyle kimselerin gözünde ve özünde insanların ayırımı dinlisi dinsizi, erkeği dişisi, edeplisi edepsizi, zengini fakiri, namuslusu namussuzu gibi zıt kavramlar olamaz. Onlar ihtiyaç sahiplerinin rızalarına mukabil imkanları nispetinde fedakarca iyilik ve yardımda bulunurlar..,
Gecenin ilerleyen saatlerinde, akşam üzeri nazar ettiğim orman içre “Toprak yol” her ne kadar kahpe karanlığın potasında erimiş görünse de ferman dinlemeyen gönül, göbek taşlarında terlemişçesine yorgun argın düşledi, bunca çerçici zarzavatı kabilinden, incik boncuk türünden hayal kırıntılılarını.
Bir başka gecenin koynunda uyanmak dertlere derman olsun dilerim...,
10.08.2002
Mehmet Sani Özel
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.