- 681 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
84. Sayfa
...
Şimdi belediye otobüsünde pencere kenarında oturuyorsun. Korkuyorum, bu bir film olabilir diye!
Brad Pitt’in oynadığı bir filmdi. Adını da biliyorum, boş ver! Sarışın kadın pencere kenarında otururken, haylaz Afgan çocuklarının tüfek atış denemelerinden birinde, kadına mermi saplanıyordu. Yahu aklıma nereden getiriyorum böyle şeyler? Yanımdasın işte, yanımda; film mi zannediyor yoksa önümüzde ve arkamızda oturan yolcular?
Markete gidip ayran alacaktık oysa hüpür hüpür içirmek için bugünün yarınlarına. Şırıl şırıl gözlerimden akanı mı görmek istiyor şu sahildeki yengeç efendi? Ah ne de korkarım kendisinden, ne de rahatsız eder varlığı beni derinden. Yoksa bundan mütevellid miydi sahilde bunca zaman bulunmamam?
Ellerini ver bana, ellerini; kınasız, yalansız, ak beyazı ellerini ver bana şimdi! Şimdi gözlerime süremem, utanırım milletin içinde. Ama ellerin, ellerin mi avuçlarımın içinde birkaç saniye? Niye deme, neden deme, özledin mi, sevdin mi, hasretlere mi gark olup da, balkonda çamaşır ipine kirpiklerini mi astın sorma, çiçeklerin kokusunun senden daha güzel koktuğuna beni inandırmaya çalışma, yıkma, hayalime göz yaşını akıtma, darılma, şakacıktan olsa, ellerinin ellerimde öleceğine… Neyse işte, yolculuk başladı yine. Şoför efendi hızlı mı gidiyor, yoksa biz mi yavaş kalmışız yaşamaya. Yaşamak için bana da dudaklarını uzat, dudaklarını ak ak ellerinden ırak, coğrafyama bırak!
Şimdi omzuna yaslanan ben mi olacağım? Kalbine gömülecek kadar zamanım var mı şimdi?
Ah sen, ah sen de sevmek, sen de sevilmek! Çaresi bitmez, tükenmez hasretlere mim çeken sesin, de hüzün, de yas, de matem mi bu dakika? Koltukta sıkışan dizlerim mi, yüreğim mi, saçlarının arasında kaybolan gençliğim mi; yoksa hâlâ avuçlarımda sımsıkı, ceviz tanesi gibi tuttuğum ak ak ellerin mi? Ah ellerin mi, seni sevmeden bu hayattan gitmek de mi varmış? Ne yaman bir yalanmış, ne yalan bir varsayımmış! Sensizliği gömseler bir gün günyüzüme, acaba çıkartabilirler mi bu kadar aşk ile sevgini içimden de, bile, senin kalmadığını dile getire getire. Dedim, dedin, dediler de bile; kedilerde, mırıl mırıl akan gözyaşları ile sulanmış yanak bahçende! Ah yanağın, ah yanağında eriyen yanağım! Şimdi sıcak hava, şimdi sanki bir Temmuz alevi, sinemada birkaç çocuğun parasız film izleme dileği.
Şimdi tekrardan yazma zamanı. Seni yazmalı, seni kırmamak için dahi seni kırdığım zamanları saymalı! Aşkı anmalı, mehtabın hüznüyle yanmalı, davranmalı, tez elden tok bir sesle gücü fakirlere yeten şımarık öyküleri yırtmalı, kanatmalı, kanaviçeler arasında sağlanan tığları bu sefer yüreklere değil, bu sefer topuklara saplamalı!
Kelimeler dilsizliğimin leblebi sancılarında. Kimi zaman çikolatalı leblebiler gibi sertleşiyor yüreği dişlerimin. Gıcırtılar ve ses vermiyor sanki yarılası âlem. Bir şarkı açıyorum, kuşların hepsi uykuda. En çok da kargayı seviyorum, kargaların hırçın kanat çırpışlarını, arada sırada baykuşların bilge bakışlarını, en çok da şimdi o beyaz plastik poşeti taşırken, yorgunluğunu tarif eden kestane gözlerini, kestane yanığı, saçlarının gölgesiyle yeniden sabaha çıkan gözlerimin bebeğinde uykusuz saatler taşıyan ve sarı ayaklarında, sapsarı yorgunluğuna kırmızı terler akıttıran gözlerini, yine seni, seni…!
Yemin ediyor bakışları Medrese’nin. Uyumak istiyor çöpçüler. Çöpçülerin ellerinde ulvi sopaları. Sopalarının ucunda ağaç dalları. Saçların gibiler sanki! Yüreğimin kaldırımlarını süpüren saçların efil efil bir rüzgâra emanet. Terli bir akış gibi an ve duraksıyor zaman.
’Baharda gitmedin, yitmedin ellerimden. Daha kavuşmadan, daha vuslat tecelli etmeden, ölüme mi koşacaksın yoksa ayaklarınla, hani o ayaklarınla...’
Ah! Şimdi sızlayasım var da, susayım mı acaba?
Ah ben ne edem! Yazdıkça kanar mıyım sanki kelimelere? Tarifliği sadece birkaç zaman sonrası, ya sonrası? Buz gibi ense kökünden inen sinir uçlarında hangi nehir taşmadan durabilir yanında?
Şimdi yine yürek yüreğe kalmanın zamanı!
Ne de güzel pişiyor yumurtalar ve ne de güzel kaynıyor kahvenin suyu! Karaca’nın dilinden sarılır mıyım sana şimdi sevdiğimi hissettire hissettire ve uçacak rengarenk tırtıllar besler miyim dilimin en günahsız köşesinde?
Ama ruhum kasvet, biraz et ve biraz kemik; gerisi yine keramet!
Ama ellerin, ak ak hayattan yorgun düşmüş ellerin yoklar şimdi avuçlarımda!
Ama gözlerim yolda, ama pencereden dışarı bakıp da, göğe dumanını ilikleyen benim. Yoksa, yoksa şimdi orada da duman mı var gökte? Yıldızları göremiyor musun? Yağmur mu yağacak? Yoksa şimdi rengârenk hırkanı giyip de, sandalyeye oturup, benim gibi gökyüzüne dumanını mı ilikliyorsun?
Şimdi sarıl tenine değen son ölüm soğukluğu gibi. Kendinle donmadan, söz geleceğim yeniden.
Bir sayfa daha çeviriyoruz hep beraber. Yarın da yine sen ve ben!
84. Sayfa Yazısına Yorum Yap
"84. Sayfa " başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.