Onların Anısına….
Roboski’nin ardından
2011 yılının bitmesine birkaç gün kala 28 Aralık günü Şırnak’ın Qilaban(Uludere) ilçesinin Roboski köyünde bir katliam yaşandı. Gerçekleşen bu katliam da 34 Kürt köylüsü yaşamını kaybetti. Sözün bittiği an anlamına gelen bu katliamın ardından Kürtler, bir kez daha tarihin kirli sayfalarına “egemenlerin starteji hatası olarak ifade ettikleri” dalga geçer gibi geçiştirdikleri” local soykırımı (küçük halepçe) daha yazdı… ne yazık ki kanıyla… ve sessiz kaldı insanlık, söz konusu öldürülenler Kürtler idi çünkü…
Bu yazım 28 Aralık “2011” günü Şırnak’ın Uludere ilçesinin Roboski köyünde yaşanan katliamın ardından yaşamını yitirenlere atfen bir sessiz çığlıktır…
“Onlara Atfen”
Gidiyorlar, alıp düşlerini bilinmezlere gidiyorlar… Avuçlarına gömüp kırılganlığın, sahipsizliğin izlerini alıp gidiyorlar… Sürüler halinde gidiyorlar... Bir çoğu geri gelmeyeceklerini bile bile gidiyorlar… Acıların tam ortasında kurulmuş kaçak bir yaşamın-yaşamların adı olan mazlumiyetin başkenti dört yanı mayın bir coğrafyanın tam ortasında çaresizliğin şifrelerine inat, kaçak bir çay deminde, kaçak bir mazot kokusu, kaçak bir mevsim mahmurluğu işlenir fişlenen ömürlerine ve onlar yine giderler. Kaçakçıya çıkar isimleri sonra bir katliama verilir soy isimleri. Bazen 33 kurşun bazen de 34 olur şarapnel parçalarına teslim edilir körpecik bedenleri, sadece isimleri değişir tarihe not düşerken 1 sayı farkla, 33 ve 34… Oysa cellatlar…
Yüzleri bir birinin aynısıydı tarihler boyunca… tek farkları birinin ismi kışlaya diğerinin ismi ise camiye!
Kaçak bir yaşamın kanıkyasan yüzlerini hangi şair anlatabilir söyleyin?... ve traktörler, odun taşır, kömür taşır, toprak taşır…. Traktörlerin römorkları bir birine karışmış 33 beden parçalarını mı taşır?, anlat hade ey şair, bu acının şifrelerini çözecek zulanda sözcükler var mıdır!...
Körpecik yaşında Adı Kaçakçıya çıkan ve bir kara kış deminde vurulan öldürülen sen, Ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu, hangi rüzgar savurdu unutulmuş ülkeye ne zaman konuşacak içinin ırmakları ne zaman uyanacak uykusundan insanlık!
Mavi uzak bir şehir için yürüdüğün patikada yüreğim ölür ve kapanır gece üstüme ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu ...
O günden beri yarım bir şiiri gezdiriyorum koynumda Sabırsız; aceleci, acılı Bir iç çekiş, geçen aylar, yapılar, sokaklar caddeler aynı, hiç değişmemiş, değişen bir benim, birde acıların boy verdiği bir mayın tarlasında yürüyen bir ömür… Hüzünlerimde hep aynı kalacak sizlerden geriye…
Cebimde sevdiğimin mezarından kalma çiçekler yüreğimde kanat çırpan şiirin. yarım kaldı şiirin, tamamlayamadım tüm dillerin sözcükleri eksik kaldı yetmedi anlatmaya sizleri ötelere götüren vahşeti… Bekle beni ey yüzünü göremediğim yarınım sen ey çocuk! Bir elimde umut diğer elimde barış güvercini gittiğiniz patikalardan koyaklardan özgürlük dehlizlerini açmak adına geliyorum…
Bir sınırdan bir sınıra ölümlerce kaderiydi onların bu gitmeler… Kendi coğrafyasında umutlar yatalaktı. Bir parça ekmek için bir yudum yaşam için ölümlerce bir başka sınıra… Daha birçok şeyin olduğu gibi umutta öylece zincire vurulmuştu…
Her gün göç başlıyor Uludere’den Roboskiden … sınırları zorlayarak sınırların ötelerine zamanın derinliklerine korsan yolcululuklar; onları başka coğrafyaların, başka tenlerin bambaşka bir dünyanın koynuna hızla ulaştırıyordu...
Okumak adına, onurluca yaşamak adına, iyi bir insan olmak adına ve bir parça ekmek almak adına…
Yaşamda kendilerine bir nefeslik zaman belirlemek için… Düşlerini başka mevsimlere ertelememek adına…
Umudunun kıraç yansımalarıyla yaralanmaya; yaralarından hep uzaklarda ve ebediyyen uzaklarda olacak sevdâsı için özlem kanları, yangın yaşları akıtmaya razı; mutlu ve neşeli görüntüsüne hüznünü ambalajlayan ötelere zamansız giden sizler, Ey Encü, Uysal, Tosun, Ürek ve Alma…
Bir gece yarısı sessiz bir deprem çöküyordu gökyüzünden, gözyaşları kar etmedi o gece. Bombalar yağdı o gece bir biri ardına duraksamadan tarihe bir Halepçe daha düştü o gece…
Emir gelmiş Ankara’dan ve 33 can aldı niyazında sahte bir çelişkiye boyun eğiyordu kıblesi Mekke’den öte o karanlık ses… ve bir kez daha yükseliyordu çığlıklar ölümler Nuh’tan sonra…
Derin bir uykuya yıldırım düşerken mavi düşler uyandırılıyordu…
Anneler ölüm görüyordu, çocuk çığlıkları rüyalarda sessizce…
Bir ölüme çocuklarını veriyordu kadersiz bir keder ağı. Gözlerini açmadan uyurken gidiyorlardı, arkalarında kan gözyaşlarını bırakarak ve sel gibi göz yaşları akıyordu yağmurda… Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu?
Kimseler görmüyordu; Roboski’de Uludere’de Mezopotamyada..!
Diyarı-Bekir’de, Rıha’da (Urfa), Batman’da, Dersimde, Ninova’da, Mahabbat’ta Kamışlo’da, Süleymaniye’de, şehri Nuh’ta ve şehri Uludere’de kalbinden vuruluyordu Barışın ve umutların sıcak demi. Bir gülüş beklenirken yarına dair, hayatın en karanlığına bir küfür bin küfür kusuyordu o gece bir anne… ve yüreği aşk kokan, Zin kokan annelerin feryatları…
Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; Roboski’de Mezopotamyada..!
Ey acı, kuşanıp bütün silahlarınla Mezopotamya ya gerimi geldin bir gece demi, bombalarla şarapnel parçalarınla hançerlerlerini bile bilenmeden haince bir dehlize gömüyordun 34 körpecik yürekleri…
O gece mavileri, maviye tutulan umutları ve o umutların tükenişine birkaç yetim çığlık eşlik etti o gece Kato haykırdı Cudi haykırdı Dicle taştı sessize… Roboski’de Hz. Nuh’un şehrine bir akşam vakti öylesine haince. Kalbine saplanıyordu şarapnel parçaları umudun umutların….34 çocuğun gül gülüstan gülüşlerine.
Ey Acı; daha ne zaman dolacak kahreden vaktin, adı destanlarca insanlık kokan bu coğrafyada… Adını da gizleyerek kodların şifrelenmiş bir katran karası gecenin gözlerinden kan kırmızı can alarak beklenmeyen bir kaosla karmaşaya daha ne kadar yeniden merhaba diyeceksin hunharca zalimce!
Ve yine çocukları mesken seçiyordu, sağır edilen bir gecenin biten yarısında. Çığlıkları yeri göğü inletirken sessizce 34 ölüm doğuyordu sessizce bin ölüm oluyordu diğer adın… Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; Roboski’de Mezopotamyada..
Ey Acı; Güneş başka kıyılara nergis açarken, sen 34 bin annenin yüreğindeki baharının limanına demir atıyordun o gece… ve kahpe bir emirle Nafile bir umut mahmurluğu adını yitiriyordu o gece…
Ve sen Ey Acı; ölümcül 34 yarayı 34 bin yarayı sonsuzluklarca kan kırmızı deşiyordun, artık bundan sonra türkülerin son nakaratı hep acı dolacak kahpece ayrılmışlıkların mimiklerinde çelişkisel bir yanılsama derin bir boşlukla anılacak o soğuk, o mat, o diğer adın
ÖLÜM…
ÖLÜ…
ÖL…
Ö…
Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; Roboski’de Mezopotamyada…
Karanlık simsiyah bir perde gibi örterken Uludere’yi, gebe kalıyordu o gece bombalarla sel gibi bir ACI! … Doymadan yeni ölümlere. Çocuk ölümlere, çokça ölümlere… Şehir öksüz 34 çocuk bakıyordu, çocuk öksüz 34 anne kalıyordu, anne 34 çocuk ağlıyordu. Yağmur bir ölüm akıyordu, ölüm elleri büyümeyen "yüreği Cudi " 34 çocuğa mezar açıyordu o gece.
Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; Roboski’de
Mezopotamyada.
Ey anne, benim annem; Nerde sömürülmemiş yürek hem de en balasından, işgalsiz beden, kavgasız bir gülüş, umutsu bir kucaklama, güle oynaya bayram tazeliğinde bir anneye torbasından “yanaklarca kokan” şeker ikramı” Bedran, Hamza Şıwan olur adı” düşlerin mizanseni… An be an…
Ey Acı; kahpe mayınlara ayak veren o çocuk(lar) ölmüyordu, bu coğrafya da, adına annelerce Şervan, Seyit da hala gülerken, gülüşlerinde cennet kokan bir bakışın deltasına bir melek bir aşk kokan gülüşle öpüyorken ellerini, o çocuk(lar) bir katliama adı oluyordu, 34 can veriyordu farkına varılmadan bir Annenin kirpiklerinden ayılıyordu ve sel oluyordu kan kırmızı göz yaşları o gece… Gözlerinde bin bulut, yüreğinde bin yıldırım ellerinde tonlarca bastırılmış acı akıyordu kan kırmızı. Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; Roboski’de Mezopotamyada
Ve sen “yüreği Cudi, elleri Simya, gülüşleri Siyabent bakışları mem ” Ey Şırnaklı, Uludereli Kürt ÇOCUK(lar); adın savaşlar da, adın depremler de, adın mayınlarca, adın kaçak yollarda kaçakça hunharca kahpece ölümlerle gelir. adın büyümeden mezar, adın körpecik bir güneşe verilir zamansız ölümlerde kadersiz bir keder. Ve adın sen uyurken gözlerinden ince bir gözyaşı gelir doymadan o melek Anneye bir başka zaman paranoyasında bir başka iklimin yüreğinde buluşmak, büyümek gülmek bir kardelen bir barış çığlığı doğmak açmak adına HOŞÇAKAL dersin gözlerinden ince bir gözyaşı son kez dökerken… ve yağmura karışır o cennet kirpiklerinden son akan, sen akan…,
“İrem bağına giderken…”
Ve ben, yüreği yara, yarası yürek ve özgürlük ve barış ve Mezopotamya düşleyen… “Düşünmenin, çin işkencesine dönüştüğü bir Botan akşamında” elleri boynumda neden sessiz kaldınız diye haykıran seslerle ölüyorum boğuluyorum her gece her gece…
Turuncu işlemeli, Mezopotamya desenli bir seher deminde o sesler! gözlerimden fırlayan kimsesiz duyguyu alıp götürecek sanki rüzgar “o yere” hiçbir yere…
Betimsiz imgelerle acılara kan veren ÖTE; gün ortasında bir yağmur çöküyor kırık bir mızrabın fasıl deminde, karanlıklar nihavent bir hüzün demler, şakaklarımda bir kara kış mevsiminde şehri Mezopotamya da. Annelere ağlıyorum... Bir yanım Roboski, diğer yanım muhacir ve maxmur, kan kırmızı ağlıyor düşlerim 34 canıma… 34 canımın alıp götürdüğü hatıralardan arta kalan kerpiç bir duvarın yıkık yamacında bir Anne ölüyorum, bir doğuyorum bir anne oluyorum…
Ve yağmur gözlerimde, gözlerim yağmurda bir hicaz ağlar. İçselleştirdiğim bütün tümcelerle… Onlarla ölüyorum her seher….
Ne çare; ölüm anlatılmaz haldan anlamayana
Filizlenen acılarda, boy verir hüsran
Yanık bir türkü çalınır, bağrında şafağın
Parsellenen yarınlara gebedir;
U-mutsuzluğun lal dili…
Yarasalarla izlenir, yasaklanan doğuşu güneşin şehr-i nuhta- şehri Uludere’de
Ne kalır geriye, yoksa bu kente -nefes verişin ey gülüstan yüzlü yetimliğim siz 34 canlar-ım
Hüzün alır kaldırımlarda, yürür yetimliği dört parça yüreğim
İzleri de silinir bütün aşkların ketumluğu bu kente
Bir militan olur, ihanetlere uğrar bu yürek
Bileti kesilir bir hayatın, bir baharın, bir yarının
Yoksan bu kentte nefes verişi özgürlüğün kar düşer saçlarına çocukların…
Bir Halepçe demi olur yüreğim… Bir Roboski ölür yüreğim….
Dündar Sansur…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.