- 1680 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Cehenneme Yolculuk-1
Cennettesiniz. Dünyada iken yüreğinizi ağzınıza getirip, gönlünüzü çalan ama sonra bilinmedik bir sebeple sizi orta yerde bırakıp gitmiş bir zalimi affedip etmeme arasında geçirdiğiniz onca ruh sıkıntısından sonra affetmemeye karar veriyorsunuz. Affettiğiniz takdirde o da cennetin nimetlerinden yararlanmaya başlayacak. Affetmezseniz sonsuza dek çıkamayacak cehennemden. Her şey sizin iki dudağınızın arasında. Ve “Gebersin anasını sattığımın çocuğu!” diyorsunuz. “Benim dünyada çektiğim o azabın gram karşılığı bile olamaz onun burada çektikleri,” deyip h/nurilerin başını çağırıyor ve “Ben onu affetmeyeceğim, bir daha da karşıma çıkıp, “Beni affet” filan demesini istemiyorum. Zinhar yakarım buraları!” deyip öfkenizi de kusuyorsunuz. Oysa n/hurinin bu konu ile hiçbir alakası yok. Yapabileceği bir şey de yok garibin, ancak Tanrı ile sizin aranızda mekik dokumaca. Doğal olarak küçük bir baş selamı ile huzurunuzdan ayrılıyor.
Kendinizi doğruca İrem Diskoya atıp çalan müziğin ritmine bırakıyor, etraftaki klon güzellerin/yakışıklıların arasında ‘vur patlasın, çal oynasın’ keyfine geçiyorsunuz. Azıcık yorulunca kafayı biraz dumanlamak arzusuyla nargile köşesine geçiyorsunuz. Birbirinden güzel ve güleç yüzlü n/huriler, tömbekinin içine ne alacağınızı soruyorlar. “Karışık” diyorsunuz, çünkü bu karışık dedikleri şeyin içinde kafayı hem dumanlayıp hem de besberrak yapan otlardan olduğunu zaten biliyorsunuz. Billur kadehlerde alkol oranı tam da damağınıza uygun şarabınız/rakınız da geliyor yanına.
Tam kafanızın denk olduğu sırada yine n/hurilerin başı karşınızda bitiveriyor. “Len kurtulamayacak mıyım ben senden?” deyip yüzüne bakıyorsunuz. Yine sakin bir tavırla;
“Efendim tanrı sizinle görüşmek istiyor, sizi almaya geldim,” deyince kafanın da dumanlı haliyle, “Bir rahat verin, bir rahat! Sapı silik biri yüzünden nedir bu çektiğim yahu!” diye söylene söylene hatta bir de sendeleyerek kalkıyorsunuz yerinizden.
Gözlerinizi kırpıp açmanızla kendinizi tanrı huzurunda buluyorsunuz. İlk nidanız, “Kapatın len şu ışıkları! Yağı bol bulan Arap misali!” oluyor.
Sizin bu haklı öfkenizi anlayan tanrı, “Gel evladım” diyor. “Söyle bakalım neden affetmiyorsun o kulumu?”
“Yüce Tanrım, dünyada iken onun yoluna öldüm ben. Ruh kayıtlarımdaki derin yanıklara bakılırsa görülecektir ki, benim orada yaşadığım hüznün ve kederin katresini çekmiş olamaz burada. O yüzden affetmedim,” diyorsunuz. Tüm bunları anlatırken bir yandan da o minnacık bir açıklama bile yapmadan kaybolup gittiği günler aklınıza geliyor, gözlerinizden yaşlar süzülüyor. Tanrı sizi de anlıyor elbette. Ama bilmediğiniz bir şey olmalı ki, sizden onu affetmenizi istiyor ve karşılığında ne şart isterseniz koyabileceğinizi söylüyor. Siz de
“Öyleyse efendim, onu bana getirin ve ben cehennemdeki seçeneklerden birine kendi ellerimle koyayım ve kendimce ‘tamamdır’ dediğimde affedeyim” diyorsunuz. “Hay hay!” diyor Tanrı ve kendinizi anında cehennemde onun yanında buluveriyorsunuz.
“Cehennem dedikleri bu mu demek?” diye geçiriyorsunuz içinizden. Ortam sizi öyle şaşırtıyor, öyle şok ediyor ki, dilinizi yuttunuz yutacaksınız!
Cehennem tasvirini de siz düşünün efendim, deyip bu uzun soluklu yazıyı burada kesiyorum. Linkleri tıklayarak geldiğiniz için teşekkür ediyorum. :)
Sahi bu yazının bir de başı var. Hani buraya oradan gelmeyen dostlar için, linki vereyim:
blog.milliyet.com.tr/serbet-bar--zemzem-kafe--irem-disko/Blog/?BlogNo=357428
YORUMLAR
Yilan adama demis ya bende kuyruk sende evlat acisi oldukca artik arkadas kalamayiz diye...Sizce adam mi hakli yilan mi? Oglunu kaybedip affetmek, kuyrugunu kaybedip kin gutmek...Dunyalik aciya karsi cehennem azabi... Esitlik bu olmasa gerek...