16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2051
Okunma
Müzik devam ediyordu. Neredeyse beni dirsekleyerek yanımdan geçen çiftin arkasından imrenerek baktım. Kalabalığı yardılar ve meydanda danseden diğerlerinin arasına karıştılar. Kızın bonesini bir görünüyor, bir kayboluyordu. Partneri onu döndürdükçe etek uçları da havalanıyor olmalıydı ama diğer dansedenler araya giriyor, boyunlardan aşağısını göremiyordum.
Biramın bittiğini farkedip meydanın girişindeki fıçılara doğru seyirttim. Fıçıların başında Guerin duruyordu:
“Yavaş içiyorsun evlat! Ne o dansedecek birini bulamadın mı? Beraber çok daha hızlı içilir.”
Gülerek maşrapamı bira musluğunun altına tuttu. Doldurduğu kadarını da döktü. Bir şey olmamış birayı bana uzattı. Ben de hala yuvasında olan tek gözüne bakarak teşekkür ettim. Diğeri hac yolundaki savaşlardan birinde kalmıştı.
Dansedenlere doğru dönünce kalabalığın arttığını farkettim. Damatla gelin de dans etmeye başlamış, peşlerinden genç, yaşlı demeden herkesi sürüklemişlerdi. Kasabalı önüne gelenle oynuyor, küçücük bir kız gençten bir kavalyenin kollarında havalanıyordu. Fırıncı DuChamps kayınvalidesiyel dansediyor, dansetmeyenler de kenarda tempo tutuyorlardı. Bütün bu sahnenin mimarı Bastien’in ise ağzı kulaklarındaydı. Yıllar sonra Oudine’in babası pes etmiş, evlenmelerine izin vermişti. Bu onların düğünüydü.
Onlar dansederken aklıma geçmişte Bastien’in yaşadığı umutsuzluklar geliyordu. Bir dönem handan çıkmaz olmuş, ancak Oudine’in yalvarmaları sonucunda içmeyi bırakmıştı. Üzüntüsünden hasadı aksatmış, kotasını yetiştiremeyince de biz, kafadarları, kendi hasadımızı yarım bırakıp, ona yardıma koşmuştuk. Sonuçta kimse kotasını tam olarak dolduramamış, özür dilemek için gittiğimizde derebeyinin kahyası bizi sıradan kırbaçlamıştı. Bir anlamda bu sadece Bastien’in değil, hepimizin düğünüydü; öncelikle de benim.
Bir başka oynak parçaya geçildiğinde Bastien gelini kayınpederine devretti ve yanıma geldi.
“Sevgili sağdıcım niye dansetmiyor? Yoksa benim evlenmeme üzülüyor mu?”
Cevap vermeyip, birama baktım.
“Dur söyleme!” dedi, sonra etrafına bakınıp “Ysabel nerede?” diye sordu.
“Orada” Meydanın doğusundaki asırlık meşenin altını işaret ettim.
Ysabel, kızkardeşi ve komşularından bir kızla dansedenleri seyrediyor, yorumlar yapıp gülüşüyorlardı. Onlar konuşurken yanlarında beliren bir genç ona dansetme teklifinde bulundu. Genci tanıyordum, kuzeydeki arazilerden geliyordu. Onun teklifini Ysabel duraksamadan kabul edip, kendisini meydanın ortasında buldu.
“Bugün bir şeyler yapman gerekecek. Sana yardım etmek isterdim ama başım kalabalık, biliyorsun.”
Bastien cümlesini bitiremeden bir grup kasabalı onun etrafını çevirdi ve tebrik etmeye başladılar. Çok geçmeden genç damat meydanda dansedenlerin arasında sürüklenmişti bile.
Biram bitmek üzereydi. Ama gidip almıyor, Ysabel’in dansının bitmesini bekliyordum. Böylece ona da bira alıp sohbet edebilecektim.
Güzel kızdı Ysabel: Dansederken sıvadığı kolları, partnerine bakarken kalkan küçük burnu, hareketin etkisiyle kırmızılaşan dolgun yanakları... Dansettiği çocuk farkında değildi ama ben biliyordum onun saçlarının rengini. Belki yanına gitsem, bir bira götürsem, az biraz konuşsam, kaşla göz arasında saçından bir tutam kesip bana verir miydi acaba?
Bir sonraki dansa geçildiğinde Ysabel yerine dönmedi. Gençle dansetmeye devam ettiler. Ben de gidip kendime bira aldım. Bu sefer oyalanıp ihtiyar Guerin’le sohbet ettim. Gözünü kaybediş hikayesini bir kere daha dinledim. Ysabel’i düşünmekten daha iyiydi.
...
Çalanlardan önce dansedenler yorulmaya başlamıştı. Alkolün etkisiyle yavaş yavaş yerlerine çekilenler oldu. Ysabel ise hala pistteydi. Belki yorulduğundan, belki de genç kızın kıvama geldiğini hissettiğinden kuzeyli genç kenara çekilmeyi önerdi. Beraber Ysabel’in kızkardeşinin yanına gittiler. Sonra genç, onlara bira almak için olacak, yanlarından ayrıldı. Belki de o anda yanlarına gitmeliydim. Ama bu sefer biram da yoktu; söze nasıl girecektim? Uzun süredir dansediyordu, onu tekrar kaldıramazdım. Yanlarında dursam birazdan o hödük elinde içkilerle gelecek ve kenarda kalacaktım. Bir bahaneyle Ysabel’i oradan uzaklaştırmalıydım ama nasıl?
“Boşver evlat, bu partiyi kaybettin. Başka sefere, başka bir kızla.”
Guerin boşalmaya yüz tutmuş fıçılardan kendine bir maşrapa doldurmuş, yanıma gelmişti. Onun tek gözüyle gördüğünü ben görmemeye çalışıyordum. Ona verecek güzel bir cevabım olmasını diledim ama yoktu.
Derken Avignon yolu tarafında bir hareketlenme oldu. Kalabalık kenarlara kaçışmaya başladı. Çalgıcılar aletlerini bıraktılar, dansedenler durup yol tarafına, gelenlerden tarafa döndü. Atlı bir grup meydanın ağzında belirdi, kalabalığa aldırmadan ortaya doğru ilerledi. İnsanlar ezilmemek için kaçışırken Ysabel’in nerede olduğunu görmeye çalıştım. Hala ağacın altında, kardeşi ve gençle beraberdi.
Meydanın ortasına gelince atlılar durdular. Dansedenler onlardan uzak durmak için gerilediler ve atlıların etrafında bir açıklık oluştu. Boynunda altın derebeylik zinciri ve bindiği savaş atıyla Garonne dükü diğerlerinden ayrılıyordu. Üzerine zırhını giymemişti, ama mahiyetindekiler baştan aşağı kuşanmışlardı. Dük atını sakinleştirmeye çalışırken, kahyası Gregoire eğerinden inmeden ilerledi, Bastien’in önünde durdu. O yaklaşınca Oudine kocasına sokuldu; kocası da korumacı bir şekilde onun önüne geçti. Kahya genç damadın gözlerine bakarak:
“Ekselansları Dük II. Philippe de Garonne genç evlileri kutsuyor ve bu birleşmeyi onayladığını belirtiyor.”
Sonra başını kaldırıp çevresine baktı. Kalabalık, kahyanın kendilerinden tepki beklediğini farkedip yarım ağız sevinç çığlıkları attılar. Bastien gülümsemedi bile. Gözlerini dikmiş, kahya Gregoire’a bakıyordu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bu noktada ben kendimi Bastien’in yanında buldum. Bir elimi onun omzuna koydum. Bunu ona desteğimi hissettirmek için mi yaptım, yoksa gerektiğinde onu kontrol edebilmek için mi, bilmiyorum. Galiba her ikisini hedefliyordum. Bu arada çevrediklerin biraz önceki zoraki tepkisinden memnun, kahya tekrar damada döndü.
“Ekselansları Dük yasanın uygulanmasını istiyor.”
“Hangi yasanın?”
O ana kadar suskun kalmış dük atının üzerinden gürledi:
“İlk gece hakkının!”
Kasabadan çok az kişi o güne kadar dükün sesini duymuşu. Genelde serflerin arasındayken konuşmaz, onun yerine çevresindekiler söz alırdı. Kimse hayatının sonbaharına yaklaşmış bu asilzadeden böylesine güçlü bir ses beklemiyordu.
Bastien’in hareketlendiğini hissedince var gücümle ona sarıldım. Bir diğeri arkadan uzanmış, damadın ağzını kapamıştı. Bastien bizden kurtulmaya çalışıyordu ama onu öylesine yakalamıştık ki bunu başaramadı. Yine de debelenmekten vazgeçmedi. Bir üçüncü kişi, Perrenet idi galiba, bize yardıma geldi. Dükün muhafızları atlarını kalabalığa doğru sürüp derebeylerinin etrafında bir barikat oluşturmuşlardı. Mızrakları halka doğru çevrili, gergin bir ifadeyle olası bir hareketi bekliyorlardı. Kimse yerinden kımıldamadı.
Ya da ben öyle sanıyordum. Ancak yanımdan geçtikten sonra Oudine’in kahyaya doğru ilerlediğini farkettim. Kahya geline elini uzattı. Oudine de kendisine sunulan bu el şeklindeki zırhı kavradı ve yukarı çekildi. Tek hareketle kendisini atın terkisinde buldu. Dük atının başını Garonne kalesi yönüne çevirdi, diğerleri de ona uydular. Geldiklerinden daha hızlı bir şekilde meydandan çıktılar. Ortadaki boşluk öylesine kalmıştı. Kalabalık sessizce dağıldı.
Bastien’i hana götürdük. Masaların ve sıraların çoğu düğün için dışarı taşındığından müşterilere sunulmayacak kadar kötü bir taneye iliştik. Sessizlik içindeydik. Perrenet’nin kulağıma fısıldadığını duydum:
“Bağlasak iyi olacak galiba.”
Bağlamamıza gerek kalmadı. Zorla içirilen ucuz şarap etkisini gösterdi, Bastien çok geçmeden sızdı. Yine de buna güvenmeyip başında ikişerden nöbet tutmaya karar verdik. İlk nöbet benim değildi; biraz olsun dinlenebilmek için kulübeme yollandım.
Yürürken gözümün önüne Ysabel geldi. Her şey yolunda gidecekti; ben ona bira verecektim, o da bana saçını. Gün gelecekti onu ailesinden isteyecektim. Ailesi buna çok sevinecek, dikkate değer bir çeyizle Ysabel’i bana verecekti. Peki ya sonra? Sonra o zaman hala sağ olacaksa Dük II. Philippe de Garonne, ölmüşse varisi gelip Ysabel’i alacaklardı. Benim saçlarına kıyamadığım eşim dükün yatağını ısıtmaya yollanacaktı. Karşı koyarsa kalede alıkonup bir daha hiç salınmayacaktı. Koymazsa ertesi sabah bir atlı muhafız tarafından gelip köy meydanına atılacaktı. Tüm çiçekleri toplanmış, hoyratça kullanılmış olacak. Belki de... Belki de, söylemeye bile dilim zor varıyor, dükün emanetiyle gelecekti: Hayatımızın geri kalanında ona bakmak zorunda kalacağımız, her bakışımızda bize o geceyi hatırlatacak emanetiyle. Tıpkı bundan yıllar önce, ilk gecenin sonunda annemin benzer bir emanetle, benimle, gelmesi gibi.
Değmezdi, Ysabel’e bile.