- 2013 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
Ağustos Düğünü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Müzik devam ediyordu. Neredeyse beni dirsekleyerek yanımdan geçen çiftin arkasından imrenerek baktım. Kalabalığı yardılar ve meydanda danseden diğerlerinin arasına karıştılar. Kızın bonesini bir görünüyor, bir kayboluyordu. Partneri onu döndürdükçe etek uçları da havalanıyor olmalıydı ama diğer dansedenler araya giriyor, boyunlardan aşağısını göremiyordum.
Biramın bittiğini farkedip meydanın girişindeki fıçılara doğru seyirttim. Fıçıların başında Guerin duruyordu:
“Yavaş içiyorsun evlat! Ne o dansedecek birini bulamadın mı? Beraber çok daha hızlı içilir.”
Gülerek maşrapamı bira musluğunun altına tuttu. Doldurduğu kadarını da döktü. Bir şey olmamış birayı bana uzattı. Ben de hala yuvasında olan tek gözüne bakarak teşekkür ettim. Diğeri hac yolundaki savaşlardan birinde kalmıştı.
Dansedenlere doğru dönünce kalabalığın arttığını farkettim. Damatla gelin de dans etmeye başlamış, peşlerinden genç, yaşlı demeden herkesi sürüklemişlerdi. Kasabalı önüne gelenle oynuyor, küçücük bir kız gençten bir kavalyenin kollarında havalanıyordu. Fırıncı DuChamps kayınvalidesiyel dansediyor, dansetmeyenler de kenarda tempo tutuyorlardı. Bütün bu sahnenin mimarı Bastien’in ise ağzı kulaklarındaydı. Yıllar sonra Oudine’in babası pes etmiş, evlenmelerine izin vermişti. Bu onların düğünüydü.
Onlar dansederken aklıma geçmişte Bastien’in yaşadığı umutsuzluklar geliyordu. Bir dönem handan çıkmaz olmuş, ancak Oudine’in yalvarmaları sonucunda içmeyi bırakmıştı. Üzüntüsünden hasadı aksatmış, kotasını yetiştiremeyince de biz, kafadarları, kendi hasadımızı yarım bırakıp, ona yardıma koşmuştuk. Sonuçta kimse kotasını tam olarak dolduramamış, özür dilemek için gittiğimizde derebeyinin kahyası bizi sıradan kırbaçlamıştı. Bir anlamda bu sadece Bastien’in değil, hepimizin düğünüydü; öncelikle de benim.
Bir başka oynak parçaya geçildiğinde Bastien gelini kayınpederine devretti ve yanıma geldi.
“Sevgili sağdıcım niye dansetmiyor? Yoksa benim evlenmeme üzülüyor mu?”
Cevap vermeyip, birama baktım.
“Dur söyleme!” dedi, sonra etrafına bakınıp “Ysabel nerede?” diye sordu.
“Orada” Meydanın doğusundaki asırlık meşenin altını işaret ettim.
Ysabel, kızkardeşi ve komşularından bir kızla dansedenleri seyrediyor, yorumlar yapıp gülüşüyorlardı. Onlar konuşurken yanlarında beliren bir genç ona dansetme teklifinde bulundu. Genci tanıyordum, kuzeydeki arazilerden geliyordu. Onun teklifini Ysabel duraksamadan kabul edip, kendisini meydanın ortasında buldu.
“Bugün bir şeyler yapman gerekecek. Sana yardım etmek isterdim ama başım kalabalık, biliyorsun.”
Bastien cümlesini bitiremeden bir grup kasabalı onun etrafını çevirdi ve tebrik etmeye başladılar. Çok geçmeden genç damat meydanda dansedenlerin arasında sürüklenmişti bile.
Biram bitmek üzereydi. Ama gidip almıyor, Ysabel’in dansının bitmesini bekliyordum. Böylece ona da bira alıp sohbet edebilecektim.
Güzel kızdı Ysabel: Dansederken sıvadığı kolları, partnerine bakarken kalkan küçük burnu, hareketin etkisiyle kırmızılaşan dolgun yanakları... Dansettiği çocuk farkında değildi ama ben biliyordum onun saçlarının rengini. Belki yanına gitsem, bir bira götürsem, az biraz konuşsam, kaşla göz arasında saçından bir tutam kesip bana verir miydi acaba?
Bir sonraki dansa geçildiğinde Ysabel yerine dönmedi. Gençle dansetmeye devam ettiler. Ben de gidip kendime bira aldım. Bu sefer oyalanıp ihtiyar Guerin’le sohbet ettim. Gözünü kaybediş hikayesini bir kere daha dinledim. Ysabel’i düşünmekten daha iyiydi.
...
Çalanlardan önce dansedenler yorulmaya başlamıştı. Alkolün etkisiyle yavaş yavaş yerlerine çekilenler oldu. Ysabel ise hala pistteydi. Belki yorulduğundan, belki de genç kızın kıvama geldiğini hissettiğinden kuzeyli genç kenara çekilmeyi önerdi. Beraber Ysabel’in kızkardeşinin yanına gittiler. Sonra genç, onlara bira almak için olacak, yanlarından ayrıldı. Belki de o anda yanlarına gitmeliydim. Ama bu sefer biram da yoktu; söze nasıl girecektim? Uzun süredir dansediyordu, onu tekrar kaldıramazdım. Yanlarında dursam birazdan o hödük elinde içkilerle gelecek ve kenarda kalacaktım. Bir bahaneyle Ysabel’i oradan uzaklaştırmalıydım ama nasıl?
“Boşver evlat, bu partiyi kaybettin. Başka sefere, başka bir kızla.”
Guerin boşalmaya yüz tutmuş fıçılardan kendine bir maşrapa doldurmuş, yanıma gelmişti. Onun tek gözüyle gördüğünü ben görmemeye çalışıyordum. Ona verecek güzel bir cevabım olmasını diledim ama yoktu.
Derken Avignon yolu tarafında bir hareketlenme oldu. Kalabalık kenarlara kaçışmaya başladı. Çalgıcılar aletlerini bıraktılar, dansedenler durup yol tarafına, gelenlerden tarafa döndü. Atlı bir grup meydanın ağzında belirdi, kalabalığa aldırmadan ortaya doğru ilerledi. İnsanlar ezilmemek için kaçışırken Ysabel’in nerede olduğunu görmeye çalıştım. Hala ağacın altında, kardeşi ve gençle beraberdi.
Meydanın ortasına gelince atlılar durdular. Dansedenler onlardan uzak durmak için gerilediler ve atlıların etrafında bir açıklık oluştu. Boynunda altın derebeylik zinciri ve bindiği savaş atıyla Garonne dükü diğerlerinden ayrılıyordu. Üzerine zırhını giymemişti, ama mahiyetindekiler baştan aşağı kuşanmışlardı. Dük atını sakinleştirmeye çalışırken, kahyası Gregoire eğerinden inmeden ilerledi, Bastien’in önünde durdu. O yaklaşınca Oudine kocasına sokuldu; kocası da korumacı bir şekilde onun önüne geçti. Kahya genç damadın gözlerine bakarak:
“Ekselansları Dük II. Philippe de Garonne genç evlileri kutsuyor ve bu birleşmeyi onayladığını belirtiyor.”
Sonra başını kaldırıp çevresine baktı. Kalabalık, kahyanın kendilerinden tepki beklediğini farkedip yarım ağız sevinç çığlıkları attılar. Bastien gülümsemedi bile. Gözlerini dikmiş, kahya Gregoire’a bakıyordu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bu noktada ben kendimi Bastien’in yanında buldum. Bir elimi onun omzuna koydum. Bunu ona desteğimi hissettirmek için mi yaptım, yoksa gerektiğinde onu kontrol edebilmek için mi, bilmiyorum. Galiba her ikisini hedefliyordum. Bu arada çevrediklerin biraz önceki zoraki tepkisinden memnun, kahya tekrar damada döndü.
“Ekselansları Dük yasanın uygulanmasını istiyor.”
“Hangi yasanın?”
O ana kadar suskun kalmış dük atının üzerinden gürledi:
“İlk gece hakkının!”
Kasabadan çok az kişi o güne kadar dükün sesini duymuşu. Genelde serflerin arasındayken konuşmaz, onun yerine çevresindekiler söz alırdı. Kimse hayatının sonbaharına yaklaşmış bu asilzadeden böylesine güçlü bir ses beklemiyordu.
Bastien’in hareketlendiğini hissedince var gücümle ona sarıldım. Bir diğeri arkadan uzanmış, damadın ağzını kapamıştı. Bastien bizden kurtulmaya çalışıyordu ama onu öylesine yakalamıştık ki bunu başaramadı. Yine de debelenmekten vazgeçmedi. Bir üçüncü kişi, Perrenet idi galiba, bize yardıma geldi. Dükün muhafızları atlarını kalabalığa doğru sürüp derebeylerinin etrafında bir barikat oluşturmuşlardı. Mızrakları halka doğru çevrili, gergin bir ifadeyle olası bir hareketi bekliyorlardı. Kimse yerinden kımıldamadı.
Ya da ben öyle sanıyordum. Ancak yanımdan geçtikten sonra Oudine’in kahyaya doğru ilerlediğini farkettim. Kahya geline elini uzattı. Oudine de kendisine sunulan bu el şeklindeki zırhı kavradı ve yukarı çekildi. Tek hareketle kendisini atın terkisinde buldu. Dük atının başını Garonne kalesi yönüne çevirdi, diğerleri de ona uydular. Geldiklerinden daha hızlı bir şekilde meydandan çıktılar. Ortadaki boşluk öylesine kalmıştı. Kalabalık sessizce dağıldı.
Bastien’i hana götürdük. Masaların ve sıraların çoğu düğün için dışarı taşındığından müşterilere sunulmayacak kadar kötü bir taneye iliştik. Sessizlik içindeydik. Perrenet’nin kulağıma fısıldadığını duydum:
“Bağlasak iyi olacak galiba.”
Bağlamamıza gerek kalmadı. Zorla içirilen ucuz şarap etkisini gösterdi, Bastien çok geçmeden sızdı. Yine de buna güvenmeyip başında ikişerden nöbet tutmaya karar verdik. İlk nöbet benim değildi; biraz olsun dinlenebilmek için kulübeme yollandım.
Yürürken gözümün önüne Ysabel geldi. Her şey yolunda gidecekti; ben ona bira verecektim, o da bana saçını. Gün gelecekti onu ailesinden isteyecektim. Ailesi buna çok sevinecek, dikkate değer bir çeyizle Ysabel’i bana verecekti. Peki ya sonra? Sonra o zaman hala sağ olacaksa Dük II. Philippe de Garonne, ölmüşse varisi gelip Ysabel’i alacaklardı. Benim saçlarına kıyamadığım eşim dükün yatağını ısıtmaya yollanacaktı. Karşı koyarsa kalede alıkonup bir daha hiç salınmayacaktı. Koymazsa ertesi sabah bir atlı muhafız tarafından gelip köy meydanına atılacaktı. Tüm çiçekleri toplanmış, hoyratça kullanılmış olacak. Belki de... Belki de, söylemeye bile dilim zor varıyor, dükün emanetiyle gelecekti: Hayatımızın geri kalanında ona bakmak zorunda kalacağımız, her bakışımızda bize o geceyi hatırlatacak emanetiyle. Tıpkı bundan yıllar önce, ilk gecenin sonunda annemin benzer bir emanetle, benimle, gelmesi gibi.
Değmezdi, Ysabel’e bile.
YORUMLAR
tebriklerimle..
bir ilhan kemal öyküsü..
beğeniyle okudum..
selamlarımla..
İlhan Kemal
SEVİLAY DİLBER
sizden daha iyilerini daha doğrusu son cümlesinden sonra beni çok etkileyen öyküler de okudum..
lakin bu öykünüzde çok güzeldi..
söykülerinize ayıracak vaktim her zaman var..
selamlarımla..
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan yazarsa güzel yazar,bir sonraki öykünü beklerim bir şarkının hikayesi..
Çok saygımla kutlarım seni .
İlhan Kemal
Mukemmel oykuydu.Sakin anlatiminiz, gerceklik ve kadere teslim ile acimasizlasti.Sogukkanliligin vurabilecegi kadar nefret hissettirdi.Yureginize saglik.Saygilarimla.
İlhan Kemal
Tebrikler, güne gelen öyküyü ve yazarını yürekten kutluyorum...
canandemirel tarafından 4/10/2012 10:16:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Tebriğe geldim bu kez. Böyle başarılı yazıların seçilmesi için dua bile ettiğim olmuştur:)
Saygılar.
İlhan Kemal
Başkalarının öykülerini ise okumaya fırsatım olmuyor. Ama okuduğumda da ilginç bir şekilde güne geleceklere denk gelmiş oluyorum. Belki şanslı olduğumdan, belki de doğru yazarlara (Siz, Chaotica, Laci) baktığımdan. Teşekkür ederim.
Bir an için Mel Gibson'ın yönettiği ve başrolünü oynadığı, Büyük Britanya havalisinin bir nevi Malkoçoğlu'su sayılan William Wallace'ın hayatının anlatıldığı Cesur Yürek ( Braveheart) filmini(başlarını) izliyormuşum hissine kapıldım.
( Filmi seyredenler mutlaka hatırlayacaklardır, orada da kahramanımız William Wallace'ın beşik kertmesi sayılan Catherine McCormack’ canlandırdığı “Murron” karakteri hemen hemen benzer bir muameleye maruz kalmak üzere iken kahramanımız William Wallace bir anda kayış kopartıyordu. Ondan sonra ise abartılı sahneler yüzünden film; tarihi-savaş filmi dalından bir anda bilim-kurgu haline dönüşüyordu.)
Uzatmayayım; değerli yazarımız her zamanki gibi sürpriz bir final ile trajediden neredeyse bir komedi çıkarmış. Ben deyim bitten yağ çıkarmış siz deyin sütten. Sizce de basit bir köylü olan kahramanımızın aslında Dük II. Philippe de Garonne ile yedi göbek akraba olması yeterince (traji)komik değil mi?
Ah şu feodal töreler yok mu diyeceğim de feodalliğinde bir şerefi var hani. Öyle ki böyle “1.elden az kullanılmış” formatlı töreleri gördükten sonra kötünün iyisi misali bizim “ölü kadın namuslu kadın” formatlı törelere kurban olası geliyor insanın !...
Bir tarafta “bedenime sahip olabilirsin ruhuma asla” diğer tarafta “ sahip olabilirsin bedenime asla ruhuma”. Sadece gramerler farklı. Feodal meodal ama bütün kültür törelerinde (biraz kültür mantarı gibi oldu) illa bir “sahip” olma güdüsü var. Ama hep kadına
Ah "Ysabel", her ne kadar adın "Ysabel" se de unutma bütün törelerde "kadının adı yok" tur. Okeyyy!
Şimdi reklam sayacaklar varsın saysınlar, sen gene de verdiğim bu ip ucunu kulağına küpe et. Hiç olmazsa dönüşte emanetsiz dönersin. Okeyyy!
Anladın sen "Ysabel" anladın.(Çok acımasız oldum galiba)
Düşünüyorum da böyle bir kuralı (dü)Dük efendinin yerine Düşeş hazretleri uygulamaya kalksaydı. Töre bu ya olur mu olur.
Tebrikler, saygılar, selamlar
O qué
Bir saat önce okudum bu yorumu ama hâlâ gülmekteyim:))))
Şu trajikomik akrabalık olayına gelince, nesi komik ki?
zaten böyle bir yasa varsa, büyük ihtimal Dükle herkes akrabadır:D
Ben her yerde bizim törelerimizin gıyabına atıp tutuyodum bir de ya. Azcık haksızlık etmişim.
Daha kötüymüş, tiksinçmiş bu şeş beş düşeş.
Saygılarr, selamlar.
İlhan Kemal
O giriş derslerindeki notlardan birinde bilim kurgu ile fantezi edebiyatı arasındaki farka değiniliyordu. Şimdi detaylarına girmeyeceğim ama Aslan Parçası, Cesur Yürek ve onun savaş alanında yaptıkları fantezi edebiyatında anılmalı, bilim kurgu yerine.
İşin akademik tarafını umursamazsak (ki öyle yapalım), yorumda dikkatimi çeken noktaya gelebiliriz: "sürpriz bir final ile trajediden neredeyse bir komedi çıkarmış".
Bu noktaya katılmıyorum. İlk gece hakkı söz konusu olduğunda en doğal tepki "Ya hamile kalırsa?" sorusunu sormaktır. İkinci soru ise "Derebeyi bunu ilk defa yapmıyorsa başka çocukları da olabilir mi?" dir. Bence süpriz okuyucunun bu soruları final gelmeden kendisinin sormadığını farketmesidir. Bu yüzden de sözümona süpriz son öyküsünün havasını değiştirmemekte.
Binyıl önce TRT mizdeki Kökler dizisininde de benzer bir durum vardı: Horoz George babasının çiftlik ve esirlerin sahibi olduğunu öğrendiğinde ona gidiyor, bir baba evladına böyle mi davranır cinsinden sorguluyordu. Baba ise ona civardaki tüm kasabaların kendi çocukları ile dolu olduğunu belirtiyor, münkünse karşısından yıkılmasını söylüyordu. (Diziden sonra siyah renkli köpeklerine Kunta Kinte adını verenleri aradan otuz yıl geçse de kınamaya devam ediyorum).
Düşese gelince. Ortaçağ Avrupasında gerek devlet, gerekse kilise, soylular arasındaki evlilik dışı ilişkilere hoşgörüyle bakıyor (Daha doğrusu hiç o yöne bakmayıp, görmezlikten geliyor). Ama söz konusu olayda erkek soylu değilse cezalandırılıyor, eğer birleşmenin ürünü varsa yaşanılan mekandan uzaklaştırılıp, evlatlık veriliyor. Yanılmıyorsam Napoleon'un bir sözü var (Ona ait de olmayabilir): Eğer erkekler hamile kalsaydı kürtaj kutsal olurdu! Düşesinki de benzer bir durum olurdu.
Yorumlarınızı dört gözle bekliyorum. Sırf onları okumak için sayfama gelenler olduğuna eminim. Saygılarımla.
Ağyar
Final ile alakalı katılmadığınız yorumuma gelince;
Verdiğiniz “Kökler” örneğindeki Horoz George ile Dük II. Philippe de Garonne aynı kefeye koyamayız sanırım. Zira Horoz George lakabı ile müsemma bir işi ifa ediyor. Herhangi taht, saltanat kaygısı yok, üstelik oda netice itibari ile köylü sınıfından. Oysa Dük için gayrimeşru da olsa bir veliaht adayı ileride taht için bir tehlike. Hele ki birden fazla olursa (üç, beş, yirmi, yüz, bin….düşünmesi bile yani)
Dük bir şekilde de olsa önlemini alıyordur muhakkak. Eğer ortada bir komplo yoksa (validanım tarafından) kahramanımızın valideleri defolu prezervatif kurbanı, bence… (olabilir mi olabilir)
Son olarak bir şey itiraf edeyim ne olur kızmayın, yani bu kadar olur. İnanır mısınız o yıllarda kurt çoban kırması çok zeki, sevimli bir köpeğim vardı (aldığımızda gözlerini yeni açmıştı) ve adını “Kunta” koymuştuk( Kinte’si yok). Fakat şunu samimiyetimle söyleyeyim, bu ismi koyarken herhangi bir ırkçı yaklaşımımız yoktu, sadece popüler bir isimdi. Zira daha sonraları beslediğim balık, muhabbet kuşu, kedi gibi evcil hayvanların isimleri de hep beyaz ırka özgü isimler taşıyordu. Şaziye, Şaban ve Bush (1.Buş). Tek ortak noktaları popülariteleri.
Bu vesile ile tekrar tebrik ediyorum. Selamlar, saygılar
İlhan Kemal
Kahramanlık filmlerinde kantar topuzunun kaçması galiba kahramanlık fikrinde yatıyor. Kahraman, benim anlayışıma göre, gerçekte olmayan bir şey. Kendini olayların ortasında bulup da adrenalin salgısının etkisiyle bir şeyler yapanları kahraman ilan etmeyi seviyoruz. Sonrasında da öyküsünü anlatırken bire bin katmak gerekiyor ki olaylar çekici olsun.
Bu noktada aklıma yine bir filmden sahneler geliyor: Er Ryan'ı Kurtarmak. Seyrettiğimde Bunu Türkiye'de çekemeyiz diye düşünmüştüm. Sebebi ise teknik yetersizlikler değil, konuya yaklaşımdı. Amerikalı askerler (yani öykünün kahramanları) teslim olmuş Almanları vuruyordu (Aslında vurdukları Çek askerlerdi ve adamlar çekçe Biz Alman değiliz diyorlardı). Amerikalı askerler itaatsizlik ediyor ve komutanı takip etmeyi reddedip geri dönmeye kalkıyorlardı (Makineli tüfek yuvasına yapılan saldırı sonrası). Amerikalı askerler baskı altında panik ağlamaya başlıyorlardı (Gerek tercüman, gerekse Ryan'ın ta kendisi). Bunları bir filmde Türk askerine yaptırmaya kalksanız Türk askeri böyle yapmaz! isyanıyla karşıya karşıya kalırsınız. Daha film başlamadan olaydaki kahramanınız Kahraman olmak zorunda, topuzu kaçırmak durumunda. Dediğim gibi sorun filmlerden çok seyircinin Kahraman beklentisinde. Konuyu dağıttım, özür dilerim.
Avrupa feodal yapısı geleneksel Anadolu anlayışından farklı. Eğer resmi çocuk değilseniz taht, ünvan hakkında hak iddia edemiyorsunuz (Halbuki özellikle Osmanlı'da annenizin kim olduğu fazla bir kimseyi ilgilendirmiyor). Bu yüzden dükün çocuk sayısı ne olursa olsun, resmi anneden gelmedikleri sürece ünvan ve malvarlığı üzerinde iddiaları olamıyor. Hatta resmi çocuklarından da en büyüğü ünvanı ve malların idaresini ele alıyor, diğerleri küçük soyluluk ünvanları varsa dönemin haçlı seferine katılıyor, ya da paralı asker oluyor. Benzer durum Horoz içinde geçerli. Köle annenin oğlu olarak köle statüsü devam ediyor ve özgür olsa bile miras konusunda hak iddia edemiyor.
Gerçekten yorumlarınız ve devamındaki sohbet şahane oluyor; onları haketmek için öykü yazmaya devam! Saygılarımla.
İlhan Kemal
William Wallace ve Freedommm!! Brave Heart' da da bu olaya maruz kalmamak için habersizce evlenirler.Aklıma onu getirdi sürükleyici hikayeniz,tebrikler: )
İlhan Kemal
Harika bir öykü iki kez okudum...Gelinle damadın yaşadıkları....
Siz yazmaya devam edin lütfen daha sık yazsanız diyorum...
Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum...
Güne gelecek bir öykü....
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Davidoff
Bu kapılar mesela ana karakterin ismi olabilir, rengi olabilir, şekli olabilir, hatta cinsi bile olabilir.
Okuyucu öykünün sonunda bir kediyle bile karşılaşabilmelidir. Fakat bu öyle ustalıkla olmalıdır ki; okura kedinin yerine süt içirmemeli.
:)
Başarılarınızın daim olması dileklerimle.
İlhan Kemal
"Sütü bile sek içemiyorsun," dedi Anna, "suyla karıştırmam gerekiyor."
Aldırmadım, gülümsedim. Gülümsediğimi görmedi, görmeyince de aldırmadı.
Ustalıkla yapma konusu ise benden uzakta.
Kesinlikle okuduğum en güzel öykülerden birtanesi.Kesinlikle seçkide görmeyi umduğum bir çalışma...Kesinlikle beklediğimize değmiş.
Yabancısı olduğumuz bir manzarayı bize gösterdiniz, bununla da kalmayıp gelin ve damadın hüznünü bize yaşattınız...Biz de sizin gibi "Değmez" dedik...
Hayran hayran bakıyorum. Müsade ederseniz bu öykünün, kadın tarafını yazmak iserim.
Yürekten kutluyorum.
Aynur Engindeniz tarafından 4/9/2012 5:33:15 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Öykü sizin. İsterseniz kadın tarafından (Gelini düşündüğünüzü varsayıyorum, Ysabel'inki daha renkli, hafif bir öykü olur), isterseniz erkek (Damat ya da sağdıç) öyküyü yazabilirsiniz, değiştirebilirsiniz canınızın ya da hikayeniz çektiği gibi. Heyecanla bekliyorum. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Şu elimde cebelleştiğim bir öykü var. O bitsin eğer becerebilirsem bu öykünün kadın bakışlısını yazmaya çalışacağım. Siz erkek tarafını gayet başarılı bir şekilde anlatmışsınız zaten.
Gelinin hiç itiraz etmemesine şaşırdım ilk başta. Ama sonradan anladım ki bu durum toplum tarafından kanıksanmış...
Her yönüyle çok etkileyici ve seçkide görmezsem hakikaten üzüleceğim bir öykü...
Saygılar.
İlhan Kemal
Cebelleşme umarım olumlu anlamdadır; yürümeyeni yürütmeye değil de, güzel olanı daha da güzel yapmaya çalışıyorsunuzdur. Kaderine razı gelin ise bu coğrafyanın yabancısı olduğu bir kavram değil. Kıskanılacak bir öyküyle geleceğinizi hissediyorum. Saygılarımla.
Bunu siz yazdığınıza göre kesin tarihi bir alt yapısı vardır.
Zulüm görece bir kavram mı, sosyal yapılara göre tarih içinde değişkenlik gösterir mi?
Yoksa insan olma onuru her çağda temellere mi dayanır?
Nereye kadar "o zaman öyleymiş, şimdi böyle" denebilir soğukkanlılıkla?
Öykünüz bana bunu düşündürdü.
Yine çok temiz derli toplu bir öykü yazmışsınız ellerinize sağlık.
İlhan Kemal
Nereye kadar "o zaman öyleymiş, şimdi böyle" denebilir soğukkanlılıkla?
yorumunuza gönülden katılıyorum. Saygılarımla.