- 1195 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK, YALNIZDIR..
RUH HİKAYELERİ - 1
( Hikaye Loreena Mckennitt’ın ’The Gates Of Istanbul’ adlı parçası dinlenerek yazılmıştır. Hikayeyi okurkende bu parçayı dinlemeniz tavsiye olunur. )
Geniş odada 2 pencere vardı. Biri kapıdan girince hemen sağda diğeri ise kapının tam karşısında. Sabah ezanının okunma saatinden 1, 1 buçuk saat geçmişti. Oda, yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Kapının tam karşısındaki pencereden günün ilk ışıkları süzülmekteydi. Pencerenin hemen önündeki minderde 175 cm boylarında, düz yüzlü, ela gözlü, uzun gri sakallı, tombul biri oturuyordu. Başında yeşil sarık, üstünde siyah ferace vardı. Başını öne eğmiş oltu başından olan tesbihini çekiyordu. Muhtemelen sabah ezanından 1 saat önce uyanmış, 4 rekat teheccüd namazı kılmış daha sonra sabah namazına kadar Kur’an okumuş ve sabah namazından sonra da bu saate kadar zikir çekmişti. Kendinden geçmiş bir hali vardı. Sanki gün ışığı sabah olduğu için değil de o zikrettiği için nur olarak odaya giriyor gibiydi. Sanki orada değildi. Bedenini buraya bırakmış ama o ruhuyla semaya uçmuş gibiydi. Tam o sırada kapı tıklatıldı. Başını kaldırmadan ileri doğru fışkırmış kaşlarının altından kapıya baktı. Bir şey demedi. Bir kaç saniye sonra kapı açıldı. İçeriye 30’lu yaşlarda, kirli sakallı, siyah sarıklı biri girdi. Yüzü yuvarlak ve kırmızıydı. Başı eğik bir şekilde şeyh’e doğru ilerledi. Önüne gelince kendini yere atıverdi. Şeyhinin önünde oturmuştu. Başı hala eğikti. Şeyh tesbih çekmeye devam ediyordu. Yaşlaşık 15 dakika bu şekilde geçmişti. Gün daha da ağarmış dışarıdan gelen ışık mürid’in yüzüne vurmaya başlamıştı. Ortam sessizdi ama sanki gizli bir müzik, bir ezgi vardı odada. Duyanlar etkisine kapılıp kaybolacak, kendinden geçecek, kendine gelecekti. Kuşlar da bu ezgiye eşlik etmeye başlamıştı. Sanki odada yaşam yoktu o onda, dünyadan kopmuş bir yerdi orası. Şeyh birden durdu. Tesbihini avucunun içine aldı. Yavaş yavaş kaldırdı başını. O gür kaşlarının altındaki, ateş saçan, kendisine bakana korku veren gözleri; aynı zamanda durgun bir göl, sevecen bir arkadaş gibi bakıyordu müridine. Elini müridinin yanağına götürdü:
-- Hoşgeldin Ahmet. Kaldır başını gözlerini göreyim.
Ahmet yavaş yavaş kaldırdı kafasını. Şeyhiyle göz göze geldiği anda hemen şeyhinin eline davrandı ve elini öptü şeyhinin. Şeyhi tekrar başını kaldırdı müridinin. Bir kaç saniye göz göze geldiler. Şeyh o davudi sesiyle:
-- Sıkıntı içinde gibisin. Neyin var?
Sustu başta Ahmet. Sonra sakin bir ses tonuyla cevap verdi:
-- Sıkıntım var doğru Şeyhim. Yalnız sıkıntımı anlatıp derman aramak niyetinde değilim. Bilirim ki dermanım sizin sohbetinizdedir. Sesinizdeki şifa ile ruhumu tamir etmek isterim.
Şeyhin yüzünde bir gülümseme oldu. Ahmet tekrar başını eğmişti. Şeyh içinden bir sesle ’Tamam’ dedi. Bir müddet sessizlikten sonra şeyh müridine sordu:
-- Sen yalnız mısın?
Ahmet hemen cevap verdi:
-- Değilim şeyhim siz varsınız. Çocukken yetim ve öksüz kaldığımda siz yanınıza alıp büyüttünüz beni. Allah sizden razı olsun.
Ahmet’in annesi ve babası Bosna’da Sırplar tarafından şehit edilmişti. Şeyh de o dönem Bosna’da Bosna ordusunda gönüllü askerdi. Ahmet’i yanına almıştı. Ortalık sakinleştiğinde İstanbula getirmişti Ahmet’i. Kendisinin mensup olduğu bu tarikata sokmuştu onu. Ahmet evladı gibi olmuştu. Şimdi o tarikatın şeyhi olmuştu kendisi. Şeyh’in yüzündeki gülümseme gitmişti bu cevapla. Sert bir ses tonuyla:
-- Yanlışsın Ahmet! Ben yokum.
Ahmet yanlış bir şey söylemiş olduğunu anlamıştı ama doğruya da ulaşamıyordu. Çekinerek sordu:
-- O halde yalnız mıyım ben Şeyh’im?
Şeyh daha da hiddetlenmiş bir şekilde:
-- Haşa, Allah bizimle beraberdir. Ama Allah dışında kimsemiz yok. Bak bir aşık vardır bir de maşuk. Başka kimse yok. Anladın mı?
Ahmet başını dahada eğelerek karşılık verdi:
-- Anladım şeyhim. Peki aşk makamına varamazsak yalnız mı kalırız?
Şeyh tekrar gülümsedi:
-- Evet Ahmet. Aşk olmazsa yalnız kalırsın. Allah yoksa kalbin yalnız kalır. Ruhun yalnız kalır. Allah yerine aşk denilen şeyle bağlı olduğun şeyler sadece gerçek Aşk’ın bir yansımasıdır. Gerçek aşık, aşık olduğu şeyde Allah’ın yansımasnı gördüğü için aşık olur.
Bir müddet sessizlik olduktan sonra şeyh tekrar konuşmaya başladı:
-- Yalnızız evlat. Bu madde dünyasıda yalnızız. Aşık oluruz ama biz oluruz başkası değil. Başka kimseyle beraber aşık olunmaz. Aşk yalnız yapılır. Ölüm... Ölümde yalnızdır. Doğumda yalnızdır. Demiş ya yazar ’ Herkes aynı anda 3’ten geriye sayıp kafasına sıksa yine de herkes yalnız ölür.’ Aklından geçenleri başkası duymaz evlat. Senin duygularını tam olarak kimse anlamaz. İşte bu yüzden istediğin kadar insan olsun çevrende, biri aşkım desin sana, biri oğlum farketmez, herkes yalnızdır madde aleminde. Bizimle beraber olan, duygularımızı bilen, düşüncelerimizi bilen Allah olduğu için, yalnız Allah var.
Ahmet sakin bir ses tonuyla:
-- Allah katında niyetin önemli olması bu yüzdendir sanırım Şeyh’im
Şeyh:
-- Evet. Niyet önemlidir. Ama bilirsinki her maşuk aşıkından bir şeyler bekler. Bir hareket. Bir cesaret örneği. Ama önce iyi niyet. İyi niyetten de önce Aşk ister gönül, ruh, Allah.
O duyulmayan ama hissedilen ezgi ten kafesinden çok daha içerlere ruh duvarlarına varmış ruhu coşkuya getirmeye başlamıştı. Hava iyiden iyiye ağarmıştı. 20-30 dakika daha sessizlik oldu. Şeyh tekrar tesbihini çekmeye başlamıştı. Ahmet’inde duyabileceği şekilde ’Allah’ diyordu. Ahmet de zikre eşlik etmeye başlamıştı. Sıkıntılı olarak gelmişti odaya ama şimdi o sıkıntı dünyasında değil gibiydi. Şeyhiyle beraber bir dağın zirvesinden başka bir dağın zirvesine uçarcasına gidip geziyorlardı sanki. Büyük bir huzurun koynundaydı. Yok gibiydi. Aynı zamanda da gerçekten var gibiydi. Ölmeden önce ölmekti bu. Dünya sıkıntılarını, dertlerini unutmak ve gerçeğe bağlanmak... Bu ölmekti işte. Derin bir huzur... Şeyh bir an durdu. Başını kaldırdı. Ahmet zikre devam ediyordu. Şeyh gülümsedi. ’ İşte yalnız başına çıktın Aşk dağına’ dedi kendi kendine. 20 dakika kadar şeyh Ahmet’i seyretti. Ahmet kendine gelmişti. Yüzünde nurani bir gülümseme vardı. Yavaş yavaş kafasını kaldırdı. Pencereden gelen ışık yüzünü aydınlatıyordu. Buram buram aşk vardı yüzünde. Şeyh de Ahmet de gülümsüyordu. Şeyh sordu :
-- Nerdeydin?
Ahmet sakin bir şekilde:
-- Aşk’ın olduğu her yerde
Şeyh sordu:
-- Ben var mıydım?
Ahmet gülümseyerek :
-- Yoktun Şeyhim. Yalnız ben ve O.
Şeyh sordu :
-- Peki zamanla ’ben’ den vazgeçmeye sadece ’O’ olmaya hazır mısın? Bu madde aleminde ’ Tek’ iken mana aleminde ’Bir’ olmaya hazır mısın ?
Ahmet kendinden emin bir şekilde :
-- Huzur veren bu ateşte yanmaya hazırım Şeyh’im.
Şeyh sordu:
-- Ya buraya gelirken getirdiğin sıkıntı ?
Ahmet sırra vakıf olmuş bir şekilde :
-- Anladım Şeyh’im. Burası aşk makamıdır. Buraya dünyalık dertlerle gelinmez.
Şeyh gülümseyerek :
-- Allah hep seninledir. Unutanlardan olma.
Ahmet ayağa kalktı. Yüzünde Aşk’ın ışığıyla Şeyh’ine baktı. Bir kaç saniye sonra Şeyh’inin ellerine eğildi ve öptü. Şeyh’ine sırtını dönmeden geri geri kapıya doğru gitmeye başladı. Şeyh Ahmet kapıya yaklaştığında o davudi ses tonuyla :
-- Bizim sözlerimizin amacı evlat, Allah yolunda hepimizi birleştirmek ve Aşk yolunda yalnızlaştırmaktır. Sır burdadır. Aşk makamı bazen burasıdır, bazen bir kuyu dibi, bazen bir çöl, bazense bir mağaradır. Yan ve yak evladım.
Ahmet o güzel gülümsemesiyle beraber kapıyı yavaş yavaş açtı. Duvara yaslanarak yavaş yavaş odadan çıktı. Şeyh ayağa kalktı. Pencereye doğru döndü. Camı açtı. İçerisi kuş sesleriyle, yaprakların çıkardığı hışırtı sesleriyle doldu. Ve o duyulmayan ama hissedilen muhteşem ezgi aynı güzelliğiyle devam etmekteydi. Duyanları Aşk’a getirerek...
Ahmet BAYRAM
YORUMLAR
aşk yanlızdır..evet aşk yanlızdır..ve yüce yardan aşkı.en kutsal olanı ..yanlız benim anlymadğım ahmet ..neden ilahi aşktanmı yoksa dünydaki manevi..gönül aşkın danmı sıkltılydı ..her iki durum dada aşk ilahi bir duygu .. yardan dan ötürü yardılna ağşık olmak...güzel anltmışsınız..teşkkler..
Sevgili yazar bu işte bir iş var bu ses eşliğinde ne okunsa güzel gelmez mi?
Tebrikler...
Yada güzel niyetle yapılan her iş güzel gelir diyelim...