- 1140 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -19 -
Osmanlı Devletinde devlet adamlarının büyük kısmının başına her ne hal gelmişse hep sır tutamamalarından gelmişti. En bariz örmeği de Genç Osman’dı.Yeniçeri Ocağını kaldırma düşüncesini eşine açmış, o da ağzını tutamayarak durumu Kösem Sultan’a kadar duyurmuştu. Sonuç: II. Osman Yedikule zindanlarında boğdurulmuştu. Bunlar bilinen şeyler olmasına rağmen bir türlü öğrenememişlerdi iki kişinin bildiği bir şeyin sır olmaktan çıktığını. Oysa hep anlatılırdı ve her kes de bilirdi:
Yavuz Sultan Selim ordusunu toplamış ve sefere çıkmış. Yolda giderlerken Sadrazamı sormuş:
-Sefer nereyedir Padişahım?
-Bu bir sırdır Paşa. Sen sır tutmasını bilir misin?
-Bilirim Hünkarım.
-Çok güzel…Ben de sır tutmasını birlim.
Evet bu hikayeyi herkes bilirdi de maalesef uygulamaya gelince yine herkes unuturdu. Kabakulak İbrahim Paşa da unutmuştu. Kendisine çok yakın olduğunu sandığı kayınpederi ve kethüdası Mehmet Ağa’ya anlatıyordu son durumu:
-Her kim benim işlerime burnunu sokarsa, her kim bana muhalefet ederse işte böyle sürüm sürüm süründürürüm.
-Yine ne oldu Paşam. Kime öfkelendiniz yine?
-Kime olacak. Darüssaade Ağası Beşir Ağa olacak o deyyusa kızdım. Ama merak etmesin Şıkkı Evvel Defterdarı Ali İzzet Paşa gibi onun da defterini dürüyorum.
-Beşir Ağa’ya dokunmayaydın..O Valide Saliha Sultan’ın has adamıdır.
-Sen Merak etme. Padişahımız Efendimizin dahi muvaffakatini aldım. Şimdi ona bir çekdiri ( bir çeşit gemi ) hazırlattırıyorum. Ağrıboz ceziresine ( Eğriboz Adası ) nefy (sürgün ) eyleyeceğim namussuzu. Ama sen sakın o gidene kadar kimseye bir şeyler söyleme.
Sadaret Kethüdası Mehmet Ağa kendisine sır olarak tevdi edilen bu haberi alır almaz doğruca durumu Beşir Ağa’ya iletti. Beşir Ağa da hemen Valide Saliha Sultan’ın huzuruna çıktı. Ayaklarına kapandı. Başladı ağlamaya.
-Ah Validem…Görür müsünüz şu Kabakulak’ın ettiklerini? Onca insanı sürgün etti. Şimdi de sıra bana gelmiş.
-Onun ne haddine benim adamımı sürgün etmek?
-Padişahımız Efendimiz de onaylamış bu sürgün emrini.
-Nereye sürdürüyormuş?
-Ağrıboz Ceziresine
-Olmaz öyle şey. Bakalım kim gider o Ağrıboz Ceziresine
Padişah Mahmut Devlet-i Âl-i Osman’ın gidişatından bir hayli memnundu. İran Cephesinden sevindirici bir haber gelmişti. İstanbul’da ise Sadrazam Kabakulak İbrahim Paşa işleri yoluna koymuştu. Aldığı tedbirler oldukça sertti, özellikle kendisine muhalif olanları oradan oraya sürüp duruyordu ama olsun devletin demir yumruğunu reayanın ve askerînin ( Yönetilenler ve yönetenler ) tepesinden indirince neler olduğu daha çok yakın geçmişte görülmüştü.
Padişah I. Mahmut bunları düşünürken Valide Saliha Sultan hışımla içeri girdi.
-Sen ne yaparsın bre oğul?
-Ne etmişim validem? Nedir bu öfken?
-Beşir Ağayı Ağriboz’a gönderirmişsin?
-Sen kimden duydun valide?
-Bana Beşir Ağa söyledi…Ona da Sadaret Kethüdası Mehmet Ağa söylemiş. Tabii ki Mehmet Ağaya da İbrahim Paşa…
-Anlaşıldı Valide. Hiç kimse bir sırrı tutamamış anlaşılan. Bana böyle ağzı gevşek adem yaramaz. Şimdi derhal ferman çıkartıyorum.
Beş dakika sonra Padişah nişancısına yazdırıyordu:
-Yaz Nişancı…Beşir Ağa yerinde kalacak. Sadrazam Kabakulak İbrahim Paşa Sadaretten azledilerek Ağriboz muhafızlığına gönderilecek. Onun yerine Rumeli valisi Topal Osman Paşa getirilecek.Sadaret Kethüdası Mehmet Ağa azledilerek yerine Yeniçeri Ağası Şahin Mehmet Paşa getirilecektir.
Zavallı İbrahim Paşa… Darüssaade Ağası Beşir Ağa için hazırlattığı çekdiriye kendisi binip Sarayburnu’ndan Eğriboz Adasına doğru yol alırken hep Nef’inin şu beytini okuyordu : ‘’Gökten nazire indi Siham-ı Kazasına/Nef’i diliyle uğradı Hakk’ın belasına.’’ Sadaret Kethüdası Mehmet Ağa da belki sadrazamlık, olmazsa bir miktar ihsan beklerken dilinin belasına uğramış ve Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştu. Bu işten en kârlı çıkan ise Saraydaki olaylardan hiç haberi olmayan Rumeli Beylerbeyi Topal Osman Paşa ile Yeniçeri Ağası Şahin Mehmet Paşa olmuştu.
********************************************************************************
Şah Tahmasb da atası Şah İsmail gibi Osmanlı ordusunun karşısına çıkamamıştı. Osmanlı’nın birden bire bu kadar seri bir harekat yapacağını beklememişti. En azından İstanbul’a yolladığı elçisinin I. Mahmut’u uzun süre oyalayacağını zannetmişti. Dolayısıyla bütün hazırlıkları tamamlanmadan Osmanlı karşı taarruza geçmişti. Şimdi yapabileceği tek şey kaçmak, kaçmak ve kaçmaktı.
Kazvin’de karargah kuran Ahmet Paşa Selim Paşa’yı çağırdı huzuruna.
-Paşa , Tahmasb karşımıza çıkmaktan korkar. Savaşmaz bizimle kaçar. Bir taraftan sevinirim kan dökülmez diye ama öte taraftan endişe ederim bu adamın nasıl bir planı var diye. Şimdi derim ki benim kafamın içini kurtlar kemirmesin gayrı.
-Tedbir nedir Paşam? Ne emredersin?
-Tedbir şudur ki Paşa sen bu Şah Tahmasb’ın peşine düşesin. Varıp basasın çadırını otağını. Kellesini alıp bana getiresin ki ben de Padişahımız Efendimizin ayakları dibine atayım. Yapabilir misin?
-Paşam …Adım Selim’dir lakin Yavuz Sultan Selim değil… Yine de elimden geleni yaparım. Allah nasip etmişse o habis kelleyi getiririm ayaklarının dibine.
-O zaman gazan mübarek, kılıcın keskin ola.
Selim Paşa Günlerce Şah Tahmasb’ı aradı. Gördüğü her yerde artçı birlikleriyle savaşa girdi. Yaklaşık sekiz bin civarında acem askeri esir etti ama Şah ortada yoktu. Aldığı esirlerle birlikte Ahmet Paşa’nın yanına döndüğünde Şah Tahmasb’ ın elçi göndererek anlaşma sunduğunu öğrendi.
Ahmet Paşa gelen elçinin ve sunulan barış şartlarının bir oyalama taktiği olduğunu anlamıştı. O bakımdan elçi ile görüşmeler yapılıyor ama tedbir hiç bir şekilde elden bırakılmıyordu. Çünkü Şah’ın ne kadar sözüne güvenilmez biri olduğu çok bilinen bir gerçekti. Şah bir şeyler bekliyordu ama ne? İşte bunu bilmiyordu Ahmet Paşa…Evet Şah bir şeyler bekliyordu bunun farkındaydı ama beklediği neydi?
Çok kısa sürede anlaşıldı Şah’ın ne beklediği. Çaldıran Savaşından gereken dersi almış gibi görünüyordu. O savaşta İran ordusu topları olmadığı için yenilmişti. Şah İsmail’den sonra gelenler ise artık Avrupa’dan top satın almaya başlamışlardı. ‘’Düşmanımın düşmanı dostumdur ‘’ düsturuyla hareket eden Avusturya , İran’a bol miktarda top satmıştı. Ayrıca İran’da da top yapılmaktaydı artık. İşte şah Tahmasb’ın beklediği de buydu.
Nitekim İran Şahı, kırk bin kişilik kuvvet, yirmi balyemez, beş şâhî ve iki yüz zenberek topu ile 15 Eylül 1731 târihinde aniden Hemedân yakınlarında Osmanlı kuvvetlerinin karşısına çıktı. Kendince evdeki hesabı iyiydi ama evdeki hesap maalesef çarşıya uymuyordu hiç bir zaman.
Küzican Çölünde ‘’Allah Allah’’ sesleri birbirine karıştı…İki taraf da birbirine Allah Allah nidalarıyla saldırdı, İki taraf da ‘’Muhammed aşkına, Ali Aşkına ‘’ diye birbirinin kafasını koparıyordu. Acem askeri de ölenine şehit, kalanına gazi demekteydi, Osmanlı askeri de…Kızılbaşın kanı da kırmızı akmaktaydı, Yeşilbaşın da…Kuzican çölünün akbabaları kumlar üzerinde yatan naaşları yerken kimin Kızılbaş, kimin Yeşilbaş olduğuna aldırmıyorlardı. Onlar için et , etti o kadar.
Akşama kadar süren amansız savaşta Şah Tahmasb’ın ne topu, ne tüfeği, ne süvarisi ne de piyadesi Osmanlı karşısında hiçbir varlık gösteremedi. O , savaş meydanını terk edip kaçarken geride piyade askerinin tamamı, süvarilerinin üçte ikisi, Ordu kumandanları, Kazvin ve Şiraz Hanları ruhlarını teslim etmişlerdi.
Bol miktarda savaş ganimeti elde eden Kabiller, kardeşleri Habilleri - kargadan öğrendikleri şekilde- toprağa verdikten sonra Hemedan üzerine yürürken Serasker Ahmet Paşa bir orduyu da Sadık Ağa kumandasında İsfehan üzerine yolladı.
İsfehan…Nısf-u Cihan… ( İsfehan Dünyanın yarısıdır ) Dünyada iki şehir ancak bu kadar istila görmüştür. Biri dünyanın incisi ve merkezi kabul edilen İstanbul, öteki de 16. Yüzyılda bazı madeni paraların üzerinde önemi ‘’ Isfehan , nısf-u Cihan ‘’ olarak belirtilen İsfehan…
Selçuklu Türklerinin Başkenti…Halılarının ünü bütün dünyada bilinen İsfehan kim bilir kaçıncı kuşatmasını yaşıyordu. Bir imamın ezan okumasıyla bile sallanan Munar Juban ( Sallanan minareler ) [*] Osmanlı süvari ve piyadesinin ayak seslerinden şimdi her zamankinden daha fazla sallanmaktaydı. Barış zamanında dünyanın en huzurlu şehriydi İsfehan ama şimdi maalesef barış zamanı değildi. O bakımdan da huzuru kaçmıştı yine.
*************************************************************************************************************
[*]Sallanan minareler 14.yy’dan kalma bir türbedir. Ebu Abdullah’ın türbesi. Depremlere karşı dayanıklı olan bu iki küçük minare sallandığı zaman bütün bina sallanıyor
YORUMLAR
Söz sükutsa gümüş altındır:)))))...demişler ...ders verici ce akıcıydı...selam ve hürmetlerimle...Romana doğru inşallah...
sami biberoğulları
Evet..İnşallah romana dorğru...Allah nasip ederse tabii ki.
Selam ve sevgilerimle.
Sayın Hocam,
Sanırım öğrencileriniz,, hiç sıkılmadan ve tarih dersini severek dinliyorlardır. O kadar güzel anlatıyorsunuz ki. Ama Hocam,şu yabancı kadınlarla evlenip, sarayın idaresini onlara bırakan, Türkü, devşirmelere kurban eden, çarpıklıklara da, değine bilirseniz , size ayrıca, minnetkar da kalırım .
Saygılarımla.
sami biberoğulları
Çok önemli bir konuda çok önemli bir uyarıda bulunmuşsunuz. Osmanlı Padişahlarının aşağı yukarı neredeyse tamamı kökeni Türk olmayan kadınlarla evlenmişlerdir. Sadrazamlarının çoğu devşirmedir...I.Mahmut döneminde sayıları yüz bini bulan kapıkulu askerleri ( ki çoğunluğu yeni çerilerdir ) hep devşirmedir. Bunun sebeplerine dokunmamlazım.Dokunmalıyım ki bu gün bize hata, çarpıklık gibi görünen bu durumun asıl nedenleri anlaşılabilsin. İleriki bölümlerde unutmazsam bir vesile ile bu konuyu da ele alacağım.
Selam ve saygılarımla.
Dünya yıkılana kadar insan ayni insan medeniyetler değişse de ,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
ibrahim paşaya çok güldüm ya hem ağzı gevşek hemde aptal sadrazamlıktan oldu aptal devlet sırlarının yapacağı şeyleri kimseye söylenmeyeceğini bilmiyor. Gazan mubarek, kılıcın keskin olsun
bu sözü çok seviyorum.
evet iranda allah için savaşıyor osmanlıda onların ölüleride şehit osmanlının da kabil ile habil kardeşler çok güzel bir benzetme hocam ben hep acemleri takdir etmişimdir osmanlıdan eski bir medeniyet yıkılmadı kimseye boyun eymedi kimsenin uşağı olmadı ne devlet nede siyasetçileri
çok güzel roman tadında yazıydı yine uzun olmuş şimdi siz cevap olarak
sevgili eray
yorumun için teşekkür ederim haklısın
selam ve sevgiler yazarsınız
hadi benden de selam ve sevgiler
sami biberoğulları
sevgili eray
yorumun için teşekkür ederim haklısın
selam ve sevgilerhadi benden de selam ve sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sami biberoğulları
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
bülbülün dili belasıdır misali.... herkes sırdaşım der ama yinede tutamaz.... hem öğretiyor hem öğüt veriyorsun hocam.... saygılar sevgiler
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden
i