- 5280 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MUTLULUĞA GİDEN YOL …ve insan!
İnsan, doğumla ölüm arasındaki yolda yürüyen bir varlıktır!
Doğumla ölüm arasındaki yol; yani, hayat süreci; yol misali hep inişli çıkışlıdır. Bazen düzlük olur yürür, bazen yokuş aşağı iner, bazen dik yokuşları çıkar!
Her düzlüğün bir inişi, her inişin bir çıkışı elbet vardır; yol misali!
Düzlükte yürürken de, yokuş aşağı inilirken de, dik yokuşlar çıkılırken de hayata dair; yaşanmak istenen umutlar vardır!
Ne zaman, ne olacağını bilmeden, güzel şeyleri yaşamak umudu ile hem yaşamaya çalışır, hem sonu belli olmayan yolda yürümeye devam eder insan!
Kimileri umutlarına kavuşur, kimileri kavuşmak için mücadele ederler. Mücadelelerle dolu olan hayat yolunun da belli dönüm noktaları vardır!
Ve adım adım çıkar hayat merdivenini insan!..
Bu -insan hayatın- dönüm noktaları ise; çocukluğu, gençliği, evliliği, çocuğunun doğumu, yaşlanmaya başladığının tam olarak farkına varması ve yaşlılığıdır!
Ağlayarak gelir dünyaya insan!
Karnı acıkır ağlar, ağrısı sızısı olur ağlar.
Ağlayarak anlatır derdini!
Gülümser melek gibi; melektir çünkü…
Karnı acıkır uyanır, karnı doyar uyur!
Zamanının çoğunu uykuda geçirir. Uyudukça büyür…
Uykusunda da gülümser meleklere!
Uyanınca aç kurtlar gibi saldır memeye!
Önce emeklemeye çalışır; sağa, sola yıkılır. Başaramaz, yine başlar ağlamaya…
Sesler çıkarmaya başlar; kendi kendine konuşuyor diye düşünürüz!
Anlamsız gelir çıkardığı sesler bize... Fakat, konuşur yine meleklerle…
Zamanla emekler; gücü yettiği yeri karıştırır, kucaktan yere inmez!
Kucakta taşımak zor gelir; elinden tutarak yürümesi öğretilir. İlk adımı yardımla atar! Aradan zaman geçer; birde bakmışsın ki, kendi ayaklarının üstündedir!
Konuşturmaya çalışırız her defasında…
İlk önce baba, anne der; sonra, yavaş yavaş konuşmasını öğrenir!
Soruların önü arkası gelmez; sorulara boğar!
Konuşmasını isteğimizi zamanla susturmaya başlarız!
Koşturur küçük adımlarla; odadan odaya… Daha fazla karışmaya başlar tüm odadaki eşyalar; el değmedik yer kalmaz!
Kulak verir dinler, görür, gözlemler; öğrenir her yapılanı! Boş kaset misali her şeyi kaydeder!
Her görüp öğrendiğini kendisi yapmak ister! Dokundurmaz kimseyi; o yapmalıdır çünkü her şeyi!
Suyu kendisi içmelidir. Kaşığı kendisi tutmalı; mamasını, yemeğini kendisi yemelidir!
Toz, toprakla oynamak hoşuna gider; üstü başı kir içinde kalır. Elinden tutarsın, tutmak istersin kendi yürümek, koşturmak ister; el vermez!
Zaman çok çabuk geçer; bi anda selvi gibi boy atan genç olmuştur!
Hızına ayak uydurmak mümkün değildir artık!.. Deli taylar gibidir; oradan oraya koşturur durur.
Kendince de çok büyümüştür!
Her şeyi öğretmeye çalışır; doğruları hep kendisinin bildiğini sanır!
Aşk yıllarıdır; zamanının çoğu ayna karşısında geçer!
Görmez olur gözleri kimseyi!
İlköğretim, Lise derken bir anda evlenecek çağa gelmiş; Elif bir kız, Yiğit bir delikanlı olmuş, yaş 18-20’yi bulmuştur.
Bazen delicesine çağlayıp aksa da damarındaki kan, bazen durgun bir derya gibidir!
Bazen, bazı şeyler hızlı yaşansa da, hayatı kavram kavram tutulmaya başlamıştır.
Kimisi başarılı olmuştur, kimisi başarısız. Kimisi istediğini almıştır, kimisi alamamıştır!
Hayattan tutunmayı öğrenenler, tutundukları hayatlarını birbirinin hayatına katarak, hayata dört elle, beraberce tutunma anlarını da gelmiştir!
Elif kızla, Yiğit delikanlının hayatlarını paylaşmak için almış oldukları birlikte yaşam kararı; iki farklı yaşamın bir bütün, iki bedenin bir ruh olma halidir artık zaman!
Zaman, evlilik zamanıdır!
Evliliklerin geneli -menfaat için kurulanı hariç- insanın kendisini evleneceği kişide bulduğu, sevdim çok sevdim dediği, dedikleri kişilerle gerçekleştirilir.
İki farklı duygusal yapının birleşmesi, insanın hayatlarını da birleştirmeye, aynı çatı altında yaşamaya götürür.
Karar birdir, yürünen yol tektir!
Beraber yürürler karar verdikleri yolda evliliğe! Fakat, karar verenler hiçbir şeyin evlenme öncesindeki yaşam ve yaşamak gibi olmayacağını da bilmektedirler!
İkisi de bilmektedir; evlenmenin sadece aynı çatı altında yaşamak olmadığını!
Değildir, olmamalıdır da zaten!
Kimileri evlenmeden önce yaşadığını, yaşadıklarını dile getirseler de; hiçbir evlilikte asla ve asla evlenme anından önceki birliktelik gibi düşünce ve yaşam tarzı olmaz, olamaz!
Ne kavgalar önceki kavgalara, nede yaşanan duygular önceki duygulara benzer!
Her şey ilk zamanlarda çok güzel olsa da, hemen hemen her evlilikte zaman içinde ufak çaplı sorunlar yaşanır!
Aslında her şey çok güzel başlar, başlamıştır. O olmayınca hayatın anlamsız, eksik yaşanıldığını bile düşünülmüştür!
Çok güzel giden bir evliliğin üstüne zamanla alışılmamış sorumluluklar binmeye başlar. İlk zamanlarda birlikte yaşamanın verdiği heyecan ve mutlulukla sorunlar gözle görülmez olur.
Görülenler ise, el ve gönül birliği ile ortadan kaldırılır.
Fakat, kaldıramayanlarda vardır!
Zaman geçtikçe sorumluluk daha da biner sırta!
Kaldıramayanlar daha da ezilir altında!
Bazıları çok şanslıdır; birlikte sırtlanırlar tüm sorunları!
Bazıları ise çok şanssızdır; el atılsın, tutulsun, sırt verilsin, ister; ama beklediği asla gelmez!
Küçücük sarsıntıda meydana gelen küçücük çatlaklar; el atılmayınca, tutulmayınca, sırt verilmeyince daha da açılır!
Açıldıkça açılır, derin boşluklar meydana gelir!
Bazen çatlaklar, derin boşluklar, kapatılmak istenir dört elle yeniden sarılır insan!
Zaman geçer; dört elle sarıldığına ihtiyacın olur; o an o yine yoktur!
Başlar yine sallanmaya!
Fay hattı gibi; sallandıkça açılır, açıldıkça derinleşir! Güç yetmez artık iki yakasını bir araya getirmeye!
Yıkım bazen, sessiz sedasız olur! Bazen öyle bir olur ki; vurur peş peşe, sallandıkça sallanır, yıktıkça yıkar geçer!
Herkes kendi tarafına devrilir; kendi yakasında yaşamaya başlar!
Bu da yetmez, birde el vurur!
Zaman geçer; iş işten çooooooktan geçer!
Zamanında yapmadıkların, yapamadıkların gelir aklına; düşünür durursun!
Düşündükçe yapmadıklarına yanarsın; yanarsın, ama ne yanarsın!
Yandıklarındır; yapmadıkların, yapmayı düşünüp de yapamadıkların!
Zamanında yapmamız gerekenleri bazen zamana bırakırız, çare olsun diye!
“Zaman her şeye çeredir” derler!!!
Doğrudur; zaman bazı şeylere çeredir! Armudu, elmayı olgunlaştırır!
Fakat, zamanın çare olmadıkları da vardır!
Zaman, durduk yerde kimseye ilgi göstermez!
Zaman, durduk yerde kimseye ilgi duyduğunu anlamasını sağlamaz!
Zaman, durduk yerde kimseye anladığına güvendirmez!
Zaman, durduk yerde kimseye güvendiğiyle paylaş her şeyi demez!
Zaman, durduk yerde kimseye her şeyini paylaştığına bağlılık düğümü atmaz!
Zaman, kimseye saygı duydurup, hoşgörü ile baktırmaz!
Zaman, durduk yerde kimseyi sevdirmez!
Zaman, MUTLULUĞU getirip insanın önüne koymaz!
Zaman insanı; armut, elma gibi olgunlaştırır; fakat, duyguları insan hisseder, insan yaşar!
Zamanda aradığımız çere; bazen çaresizlik olarak çıkıp karşımıza gelebilir! Çünkü; hiçbir şey olduğu gibi zaman içinde yerinde durmaz!
İnsani duygular; toplumun genel ahlak yapısına aykırı değilse, kimseyi zora sokup, rahatsız etmeyecekse; yarına, yarınlara bırakılarak ertelenecek, zamana teslim edilecek kadar sıradan ve değersiz değildir, olmamalıdır!
Çünkü; gülmeyi beklerken tebessüm etmeye bile zamanımız olmayabilir!
Birlikte aynı çatı altında yaşayan ve bu yaşam nedeni ile toplumun oluşmasını sağlayan ana unsur olan aile; iki bireyin birbirini tamamlayarak devam etmesi ile mümkündür!
Mümkün olmak; yaşanabilirliğin devam etmesi demektir!
İnsan hayatının yaşanabilir olması içinse; birlikte yaşayan iki insanın her açıdan; fikren ve bedenen örtüşmesi gerekmektedir!
Fikren ve bedenen hiç örtüşmeyen; fakat, birlikte yaşamaya çalışan insanlar hep uçurumun kenarında yaşarlar. Küçük bir sarsıntıda ikisi de birden uçurumun dibini boylarlar!
Fikren ve bedenen yarım, yamalak örtüşenler ve birlikte yaşama mücadelesini birlikte veren insanlar ise, hep uçurumun kenarına gelip giderler. Tutundukları ipin uçunu kaçırdıkları an onlarda uçurumun dibini boylarlar!
Fakat; fikren ve bedenen birbirini tamamen tamamlayan, tamam olmayan kısımları el birliği ile kapatma mücadelesi veren insanlara için ise; ne uçurum, ne dağ taş, ne de dik yokuş vardır! Her yerde el ele, gönül gönüle yürürler. Her sorunu beraber aşarlar, beraber sırtlanırlar!
Evlilik, -birliktelik- kararı ile birbirinin eşi olan -bay ve bayan- bireyler evlilik devam ettiği sürece kendilerini birbirine adamışlardır! Kendilerini birbirine adayanlar; öyle an gelir; ana-baba olur, an gelir; arkadaş olur, an gelir; dost olur, öyle an gelir; çocuk olur!
Onun istediği olmaktır zaten kendini ona adamak!
Onun istediği olduğun sürece adamış sayılırsın zaten kendini o’na!
Öyle anda vardır ki; iki bedenin kendini bir birine adaması sadece adamadan ibaret olur! Sadece adamak yerini bulsun diye; adadım demiştir ve adamıştır!!!
Kendini başkasına adamanın anlamı ile yerini bulması, bulunan adamanın yaşanması için ise; ilgi ile başlayan birliktelikte; ilginin, anlamanın, güvenin ve paylaşımların hat safhaya ulaşarak devam etmesi, bağlanmanın gönülden olması, saygı ve hoşgörüde sınır tanınmaması, sevginin karşılık beklenilmeden verilmesi halinde; öyle bir duygu seli meydana çıkar ki; adı sadece MUTLULUK olur!
İnsanlar bütün yaşamlarını mutluluk, mutlu olmak için bu uğurda harcarlar!
Hayattan beklentileri çok olmakla birlikte, bu beklentilerin her birinin altında, sonucunda bir tek neden, amaç vardır; MUTLU OLMAK!
İnsanlara hayattan beklentileri sorulduğunda; saymış olduğu beklentilerinin sonuna genelinin eklediği ve uğraş verdikleri tek neden ve beklenti; MUTLULUKTUR!
Hayal kurarlar mutluluk için… Meslek sahibi olmak isterler mutluluk için… Para kazanmak isterler mutluluk için… Aradığı eşle evlenmek isterler mutluluk için…
Mutluluğu yaşamak isterler; mutlu yaşamak için mücadele edeler ve MUTLULUK içinde ölmek isterler!
Bir ömür, mutluluğu aramak, bulmak ve yaşamak uğruna çile çekerek tüketilir!
Aradığının nerde, ne zaman, bulacağını bilen, bulduğunu; kimle, nasıl yaşayacağının bilincinde olan, her kişi aradığı murada elbet erecektir!
Arananı bulmak kadar, aranıp bulunana sahip çıkmak ve yaşabilmekte çok önemlidir. Hatta arayıp bulduğuna sahip çıkmak ve yaşanabilirliğini sürdürmek aramaktan daha da zordur!
Zorlukları aşmak elbet mümkündür! Fakat; zorlukların aşılması, bilmekte gizlidir. Bilmek için ise, anlamak, anlayabilmek gereklidir!
İnsanın uğruna çile çekip ömrünü verdiği, yaşamak için uğraşıp didindiği mutluluğa ulaşıp yaşaması için ise; hepimizin içinde olan ve mutluluğun yaşanması için damlaması, damlatılması gereken insani duygular vardır!
İşte bu duygular; insanı diğer canlı varlıklardan ayırarak, farklı bir yaşam hakkı tanıyan duygulardır!
Hayvanlarda bu duygulardan bazılarını hissederler, yaşarlar! Bir köpek yalını yediği yere sadık kalır; sahibini, malını, mülkünü korur! Sahibinin sesini duyduğunda irkilir, sevinir!
Sahibinin sesini duyduğunda irkilen, sevinen bir sürü hayvan vardır! Fakat, hiçbir canlı varlık -hayvanlaşan, bazen hayvanlardan daha aşağılık olan insanlar hariç- kendisine verilen duyguları insan gibi yaşayamaz ve yaşatamaz!
Hissedip, ama; anlamı ile hissedip, yaşamak ve yaşatmak istedikten sonra, en vahşi insanın yüreğinde bile bulunan insani duyguların ortaya çıkarılıp serilmesi yine insanın kendisindedir! Hiçbir insani duygu istemeden meydana gelmez, gelemez! Gelen ve geldiğini söyleyen varsa burada kölemsi bir yaşam tarzı vardır!
Hiçbir evlilik -birliktelik- kararları; yarın evlenesim var, hadi yarın evlenelim diyerek alınan, alınacak bir karar değildir!
Her insani duyguda olduğu gibi; bu aşamayı başlatan bir an vardır!
İşte o an; bir damla ilgi ile başlar!
İLGİ; kaşımızdakini anlamayı,
ANLAMAK – AnLayaBiLmeK; anladığımıza, anlayabildiğimize güvenmeyi,
GÜVEN; güvendiğimizle her şeyi paylaşmayı,
PAYLAŞIM; her şeyi paylaştığımıza bağlılığı,
BAĞLILIK; bağlandığımıza saygılı davranmayı,
SAYĞI; her saygılı davranış hoşgörüyü, hoşgörülü olmayı,
HOŞGÖRÜ; hoşgörüdür, sevgiye yakılan ışık; hoşgörülü olmak, davranmak yaşatır sevgiyi,
SEVGİ; sevgidir mutluluğun anahtarı; sevgi getirir mutluluğu!
…ve MUTLULUK; biz olanın, olabilenlerin hakkıdır!
Evliliklerde, -birlikteliklerde- mutluluğun anlamı ile yaşanması için ben yaşamaktan, biz yaşamaya geçmek, olmazsa olmaz ilk ve tek şarttır!
Olmazsa olmaz ilk ve tek şart olan; ben ve biz yaşamak nedir?
-BEN yaşamakta; sadece bir insan vardır. Her şeyde onun emrindedir. O ister olur, olmalıdır. O istemezse olmaz, olmamalıdır. Kimseye hesap vermez, kimseye bağlılığı ve bağımlılığı yoktur. Kimseden sorumlu değildir. Düşündüğünü yapar, düşündüğünü yaşar. Yanlışı asla yoktur. Her şey onun için en doğrudur. Çünkü onu isteyen, yapan ve yaşayan bir odur!
Toplum yapı içinde, ben yaşanmaya çalışıldığında veya birliktelikte ben yaşandığında, toplumsal tepki ve müdahale meydana gelir, gelmeye başlar!
Çünkü, ben yaşamada; toplumun yaşamına ve bireylerin yaşamına istemeden dahi olsa, istek dışı müdahale, sınırını aşıp başkasının sınır alanına girmeler meydana gelir.
Ben yaşamakta, ikinci bir şahsı anlamak, anlayabilmek, güvenmek yoktur. Hele hele paylaşmak hiç yoktur. Ben’i yaşayan kişi, karşısındakini belki ama belki anlayabilir, güvenebilir, fakat; paylaşma yoksa, yaşanmıyorsa ben, sadece ben’de kalır; ben’i yaşamaya devam eder!
Ben düşüncesinin ve yaşamanın, yani bencilliğin bittiği yer, nokta; paylaşımın başladığı andır!
Paylaşım olmadan bağlılığı hissetmek, saygıyı, hoşgörüyü anlamı ile yaşamak imkânsızdır!
İnsan kendince sevebilir, kendince mutlu olabilir; fakat, her şeyi sadece hep kendince yaşar!
Bu tür yaşamda meydana gelen, gelebilecek olan hiçbir sorunun çözülmesi mümkün değildir!
Ben düşüncesi ile hareket edilen ve yaşanan evliliğin -birlikteliğin- bulunacağı yer uçurumun dibidir!
-BİZ yaşamak; ben yaşamanın aksine her şeyin bir ortak noktası, çözüm yolu; çözümsüzlüğün bile bir çıkış yolu kesin vardır!
Biz yaşamda; bütün düşünceler ortaya konur, tartışılır ve ortak bir karara varılır. Ortak verilen, varılan karara herkes uyar, yapması gerekeni alınan ve varılan karar gereği yapar!
Ortak verilen karara uymadır, yapmadır zaten biz olma, olabilme!
Biz yaşamda, karşındakini görürsün, hissedersin, benimsersin, dinlersin, anlarsın!
Anladığında yer edinir, güvenirsin!
Güvendiğinle her şeyi paylaşırsın!
Paylaştıkça büyür, çoğalır her şey, her duygu!
Büyük bağlanırsın, saygıdan büyük eğilir gönlün!
Hoşgörün çok büyüktür! Sevgin sığmaz içine; akar gider gönülden gönüllere!
Evlilikte -birliktelikte- biz yaşandığı, yaşanmaya başlandığı an taşınmayacak yük, çözülmeyecek sorun, gidilmeyecek yol, yokuş yoktur!
Zorluklar; aşılmayacağını düşündüğümüz, gözümüzü korkutan dik yokuşta olsa; elbet bir bir aşılır, içinden çıkılır!
Ben yaşamdan, biz yaşamaya geçmek bazen -ilk etapta- sorunlar yaşatabilir. Fakat, biz yaşamak sorumluluk üstüne artı sorumluluklar getirse de, kişiler arsında gerekli uyum sağlanırsa ben yaşamaktan daha kolaydır! Çünkü, sorumluluklar kuralları, kurallar ise; insan hayatının düzene girmesini sağlar!
Evlilik -birliktelik- yaşamı aynen trafikte araba kullanmaya, kuralları ise; trafik kurallarına benzer!
Trafiğe çıkmak için hazırlanıp, arabaya yöneldiğimizde başlayan trafik kuralları, evliliğe yöneldiğimizde de aynen geçerlidir!
Trafiğe çıktığımızda, trafik kurallarına nasıl uyuyorsak, uymanız gerekiyorsa; evliliklerde de -birliktekilerde de- kurallara aynen uymak, uygulamak zorunluluğu vardır!
Trafikte iyi şoför olmak, iyi araç kullanmak hiçbir anlam ifade etmez!!!
Ne kadar iyi şoför olursanız olun, ne kadar güzel araç kullanırsanız kullanın, tüm trafik işaretlerine anlamıyla uyun; karşınızdaki iyi şoför olmazsa, aracı güzel kullanmazsa, trafik işaretlerine uymaz; trafik işareti ve kuralı ihlali yaparsa, sizinde kaza yapmanıza neden olur, olacaktır!
Çünkü; trafikte yapılan her trafik işaret ve kuralı ihlali, eninde sonunda bir kazaya meydan verecektir!
“Evlilik kurumu” da aynen böyledir!!!
Evlilikte de her gün evliliğin trafiğindeyizdir!!! Taraflardan birinin evlilikte -birlikteliklerde- kurallara uymaması, kural ihlali; kazaların meydana gelmesine neden olur, olacaktır, olacağı kesindir!!!
Bu nedenledir ki; evlilik -birliktelik- kişilerin başına buyruk yaşamasını, hareket etmesini kısıtlar, yok eder!
Dolayısıyla; ben, biz olur.
Biz olmakla, insan yaşamı tamamen değişir! Atılan her adım, yenilen her lokma, kurulan her hayal, hayaller, alınan her nefes artık iki kişiliktir!
BEN yok, BİZ vardır!!!
Çünkü; anlamıyla yaşanan, adam gibi evlilikte ben yoktur!
Bazı kişiler, ben düşünce ve yaşam şeklini biz düşüncesine ve yaşam şekline erken döndürür.
Evlenmeyle ben düşüncesi ve yaşam şekli; biz düşüncesine ve yaşam şekline dönecektir, dönmüştür, dönmelidir!
Biz düşüncesidir; karşımızdaki ile buluşmanın ortak noktası!
Biz düşüncesidir; iki gönülü bir araya getiren!
Biz düşüncesidir; iki bedeni ayrı bedenlerde bir
ruh gibi yapan!
Biz düşüncesidir; aynı çatı altında yaşama kararını aldıran!
Biz düşüncesidir; iyi ve kötü günde el ele, gönül gönüle, bir ömür boyu birlikte yürüten!
Evlilik -birliktelik- biz olup yaşandıkça yaşanır ve yaşayasın gelir!
Damlalar, damla damla damlamaya başlar!
Damlalar, damla damla damladıkça çoğalmaya başlar! Çoğaldıkça çok yaşarsın, çok yaşadıkça çok ama çok mutlu oluruz, olursunuz!
DAMLAMAK olur; ilgi duyduğuna damlayıverirsin!
Gösterilen ilgi karşılığını bulduğu, hissedildiği zaman; ilgi anlamaya döner, dönüverir!
Gönülde, gönüllerde kıpırdamalar başlamıştır artık. Uzaktan bile olsa görmek, sesini duymak istersin!
Bir gülüşü her şeye değer dersin, her anını özleyerek yaşarsın!
Bazen bir gülüştür anlamak, bazen bir bakış, bazen bir sesleniş!
Anlamak kısaltır aradaki mesafeyi!
Ve anlayarak yaşarsın artık her şeyi!
Gözlerine bakışın, sesini duyuşun, ellerini tutuşun anlamı bambaşkadır!
Onsuzluğun hiçbir anlamı yoktur; çayında şeker, aşında tuz olur! Ekmek olur; karnın doyar! Gözünde uyku olur!
Varsa da yoksa da odur her şeyin anlamı!
Bir damla ilgi anlamını bulmuştur, buluvermiştir!
Damlalar aynı yere, aynı noktaya damlamaya başlanmıştır!
Bir dokumuştaki özlemi, bir bakıştaki erimeyi, bir sesteki tatlılığı, bir gülüşteki mutluluğu anladığınla yaşamaya, anlayabildiğine yaşatmaya başlamışsındır artık!
Anlayamayınca yaşayamaz, yaşatamaz insan!
Özümseyerek yaşamanın, yaşatmanın tek yolu anlamaktır!
Anladığına güvenir, güvendiğinle paylaşırsın!
Güvendiğindir; sırtını yasladığın!
Güvendiğindir; başını omzuna koyup elini tutuğun!
Güvendiğindir; yolunu gözlerken UMUT’la beklediğin!
Güvendiğinle paylaşırsın her şeyi, her şeyini!
Her şeyi paylaştığında geçer insan, bir başkasının sınır ötesine!
Ayrısı, gayrisi yoktur arık; ben, biz olmuştur!
Acısı olsa yüreğin sızlar!
Biri gece olsa, diğeri güneş gibi hep ona doğar!
Biri olmadan ne karın doyar, ne susuzluk gider!
Bir damla olsa bir -ilk- ona düşer!
Evliliği düşünen ve bu yolda adımlar atarak ilerleyen kişi ve kişiler için en önemli duygulardan biride; paylaşımdır.
Gizli ve saklı olmadan, kalmadan karşılıklı paylaşmalar; beton duvara mıh çakmaya benzer!
Duvara mıh çakmanın zor olduğu kadar, zoru başarıp çakılan mıhı yerinden çıkarmak, çıkarmaya çalışmak bi o kadar daha zordur!
Ben duygusundan sıyrılarak, Biz duygusu ile paylaştıklarımız neticesinde; herkes kendisini karşısındakinin yüreğine mıh gibi çakarsa, çakarsak yerinden geriye çıkarmaya kimsenin gücü yetmez!
Birbirinin yüreğinde paylaşım duygusu ile yer edinenler arasında öğle bir bağlılık duygusu meydana gelir ki; o’ndan başkasını duymazsın, görmezsin, bilmezsin!
İlgiyi o’nda yaşarsın!
Anlamayı o’nda bilirsin!
Güven UMUT olur, yarına hep onunla bakarsın!
Paylaşmak oluverir; bağlanır kalırsın!
İnsanların elinden tutulur; fakat, gönüllerinden birbirine bağlanır!
Gönülden, bağlılık düğümüyle birbirine bağlananları çözmek mümkün değildir! Fakat, bunu her iki tarafında yapması gereklidir. Çok bağlı kalınmasını istemek kadar, çok bağlı kalınması gerektiğini de bilmeli ve yapmalıdır insan!
Bağlılıkta, ben düşünme ve yaşama sürecinden biz düşünme ve yaşama sürecine geçmek ve yaşamaya başlamak bu değil midir, bunu gerektirmez mi zaten?
İstemek çok kolaydır!
İstemenin zorluğu; isteneni yapmaktır!
Her isteğin yerine gelme veya gelmeme, getirilme veya getirilememe olanakları bilinmekle birlikte; istediklerimizin yerine getirilmesi kadar, bizden istenenlerin de yerine getirilmesini sağlamalıdır insan!
Çünkü; istekler insanın ihtiyacıdır ve ihtiyaç duyduğu ona gereklidir.
Birinin gereksinimi, diğerinin zorunluluğudur!
İhtiyaç duyduğuna doymalıdır, doyurulmalıdır insan!
İhtiyaçların yerine getirilme imkânı varken, yerine getirilmeyen ihtiyaçlar; başka yerden, başka yollarla karşılanmaya çalışılır! İhtiyaçları başka yerden ve yoldan arama ve bulma girişimi bile bağlılığın bittiğini gösterir!
“Sevdiğine bağlı kalmak için uğraşmak sadakatsizliğin ta kendisidir.” Herhangi bir şeyi eski haline getirmek için uğraş vermek, onun asıl özelliğini kaybettiğinin göstergesidir!
Evliliğin -birlikteliğin- tarafları; ne kendi özelliklerinin, nede karşısındakinin özelliğini kaybetmesine izin vermemelidirler!
Bir evliliği -birlikteliği- ayakta tutan, var olmasını sağlayan, diğer duygularında yardımı ile aradaki bağı sağlayan, bağlılık duygusudur!
Birlikte yaşama kararı ile gönüllerini birleştirerek yaşamaya başlayanların; birbirine bağlanmaları ve bir arada kalmaları, gelecek için hayal kurmaları, biz düşüncesini sözde değil, özde beraberce istemelerinde saklıdır!
Biz düşüncesi, yaşam alanının içinde bir başka kişiyi görmek, varlığını kabul etmek demektir!
Herkese saygı duyulması bir zorunlulukken; bağlı kaldığına daha çok saygı duyar insan!
Saygı öyle bir duygudur ki; her duyguyu dengede tutar!
Kâinatı denge üzerine kurmuştur Yaradan!
Dünyanın kendi etrafında dönerken, aynı zamanda diğer gezegenlerin etrafında da dönmesi dengenin olmasındandır!
Her işleyişin kendi içinde dengede olması, düzeni getirmiştir. Dengede olmak, dengeli davranmak düzen içinde yaşamak demektir!
İnsanda dünya gibidir; olmayanlar olmalıdır!
Her duyguyu kendi içinde olması gerektiği şekil de yaşarken, etrafında döndüğü kişiye de olması gerektiği şekilde yaşatmalıdır!
Bunu için ise; yaşam alanının dışındaki başka kişileri görmek, varlığını kabul etmek gerekmektedir!
İnsanın birinde meydana gelen veya yaşanan dengesiz bir duygu, bütün insanların hepsinde dengesiz duyguların yaşanmasına; dolayısı ile düzenin bozulması neden olur, olacaktır!
İnsan hayatında da denge çok önemlidir!
İnsanların kendi iç yaşamında ve başkaları ile olan yaşamlarında ki dengeyi saygı duygusu sağlar.
Çünkü; gönülden eğilmektir saygı!
Saygının, insanlar arasındaki hak ve hukukunun sağlanmasındaki en etken duygu olmasının nedeni buradan kaynaklanmaktadır!
Her insanın gönlünde bir terazi vardır! Gönül gözü ile görür, hissederek tartar, hak edene hakkını verir.
Kendisi gibi karşısındakine de ruhen eğilme hissiyatı; onu hissedip, görmesini sağlar.
Gönül gözü ile gördüklerimiz, hak edene hakkını verdiğimizdir saygı…
Saygı duygusunda meydana gelen bir aksama, terazinin yanlış tartması; içindeki düzenin bozulmasına, düzensizliğin başlamasına neden olur.
İnsanın kendisinde bile meydana gelen bir saygısızlık başka kişilere de saygısızlığı beraberinde getirir!
Kendine saygısı olmayan bir insanın başkasına saygı duyması imkânsızdır!
Kişiler önce kendine saygı duymalı, sonra en yakınındakinden başlayarak; dairesel bir şekilde dışa doğru açılarak herkese saygı duymalı, saygılı olmalıdır! Herkes kendine saygılı olduğu sürece, başkasına da saygı duymayı, saygılı olmayı bilecektir, bilmelidir!
Hele hele evliliklerde kişilerin birbirine saygılı davranması, saygılı bir aile ortamının yaşanması, yaşadığımız hayatta bütün dengelerin sağlanmasına ve düzensizliklerin ortadan kalkmasına neden olur, olacaktır!
Çünkü; her duygusallık önce iki kişi arasında meydana gelir ve en yakınındakini etkileyerek devam eder. Yaşanan duygu olumlu ise; insanlar olumlu, olumsuz ise; olumsuz etkilenirler!
Olumlu ve hoş duygu seline herkes kapılmak ve içinde boğulmak ister. Fakat, olumsuz ve hoş olmayan duygulara kapılmak ve boğulmak bir yana dursun, insanlar yakınından bile geçmezler, geçmek istemezler!
Saygı duygusu; duygular arasındaki dengeyi sağlayarak, insanlar arasındaki dengeyi de sağlamış olur ve hoşgörüyü de beraberinde getirir!
Saygıdan yoksun hoşgörü, hoşgörüden yoksun saygı; öksüz evlat gibidir!
Birinin olmaması, diğerinin de eksik kalmasına, yaşanmasına neden olur. Eksik yaşananda ne anlam vardır, ne de denge!
Hemen hemen her insanın hoşlandıkları kadar hoşlanmadığı şeylerde vardır, olacaktır, olmaya devam edecektir!
Ancak, birini çok seviyor ve onunla bir şeyler paylaşarak, yaşamak istiyorsak; bizim hoşlanmadığımız, onun ise hoşlandığı şeyler konusun da esneklik göstermeliyiz. Özellikle evliliklerde daha özverili ve daha hoşgörülü olmak paylaşımların önündeki tüm engelleri kaldırır, kaldıracaktır!
Bu düşüncenin yaşandığı aşamada ise, anlayış duygusu devreye girecek; anlama, anlayabilme duygusuyla saygı duymaya, hoşgörünün yaşanmasına; yani, uyumun meydana gelmesine neden olacaktır!
Uyum ise; insanlar arasındaki sıcak ilişkilerin kurulmasını sağlar, sağlayacaktır!
Birbirine uyan insan; birbirini anlayan, güvenen, paylaşan, bağlı kalan, sayan ve hoşgörülü olan, olabilen insan demektir!
Birbirine uyan insan; iskambil destesindeki kâğıtlar gibi birbirine örtüşen demektir!
Birbirine uyan insan; bir elmanın diğer yarısı olmak demektir!
Karşındaki sen olabiliyorsa, seni tamlayabiliyorsa, seni yaşayabiliyorsa; sensen her şeyin anlamı, yürek onun için hep farklı çarpıyorsa, SENİ SEVİYORUM diyorsa, diyebiliyorsa; vardır sevgi!
SENİ SEVİYORUM demek kadar kolay değildir sevgi!
Bazen kolay söylense de, anlamıyla yaşamak çok zordur!
“Doğa güneşe nasıl ihtiyaç duyarsa, insanlarda sevgiye aynı şekilde ihtiyaç duyarlar.” Doğadaki, bin bir türlü canlı varlığın hiçbirinin beklentisini boşa çıkarmadan, hayal kırıklıkları yaşatmadan, her gün zamanı geldiğinde, umutla baktıkları noktadan yükselmeye başlayan güneş gibi; insanın ruhen gıdası olan sevgiyi de bekleyen insana vermesi için gerekirse her an doğması, gerekirse hiç batmaması gerekmektedir!
Doğadaki canlılara ışık ve ısısı ile hayat veren güneş gibi sevgide; insanlara yarına bakma, yaşama bağlanma umudu verir!
İnsanlar arasında farklı boyutlarda, farklı sevgiler olup yaşansa da; güneş gibi hiç batmayan; fakat, her gün yeniden doğan, karşısındakine -eş olana- hissedildiği gibi başkasına asla hissedilmeyen, bambaşka bir sevgi vardır!
Fakat; bambaşka yaşanan duygular kendi içinde tarifi mümkün olmayan boyutta çok anlamlı olsalar da, karşılığı olmadan tek başına, başlarına kalmaları anlamlarını hep eksik bırakacaktır!
Yaşanan duygularda karşılık beklemek, beklentisi içinde olmak; çarşıdan, pazardan para karşılığı meyve, sebze almaya asla benzemez!
Buradaki karşılık beklentisi ve beklemek; yaşanmak istenen duygudan iki tarafında tat alma, hoşnut olma isteğidir!
Yaşadığı duyguları bilerek ve isteyerek eksik bırakan, görmezden gelen ve bu şekilde mutluluk arayanlar olduğu gibi, mutluluk ve mutlu olmak istediği için üzülmek ve üzmeyi göze alan; her şey MUTLULUK için değer diyerek dimdik ayakta duran insanlarda vardır.
Bu açıdan bakıldığında ise; üç tür insan vardır:
Birincisi; ben duygusu ile yaşayan bencil insan. İkincisi; biz duygusu ile yaşayan insan. Üçüncüsü ise; hiçbir şeyi benimsemeyen ve umursamayan insan!
Hiçbir şeyi benimsemeyen ve umursamayan insan; her şeyden geçmiştir. Hayattadır, bu dünyadadır; fakat, yaşayıp yaşamadığı belli değildir; yoktur!
Diğer iki tür insana gelince;
Ben duygusu ile yaşayan insan; kendinden başkasını asla düşünmez. Her şey onun isteği, istediği doğrultusunda olsun, yapılsın ister. Başkasının ne istediği ve düşünceleri onun için bir anlam ifade etmez. Önce odur, ondan önce kimse gelemez!
Biz duygusu ile yaşayan insanda ise; kendisi ile birlikte hep başkasını da düşünür. Düşündükleri herkes içindir. Her şeyi karşısındaki ile paylaşarak, onun isteği, istediğini dinleyerek ve onun düşünceleri ile ortak alınan bir karar gereği olsun, yapılsın ister her şeyi… Karşınındakinin küçücük bir isteğini, istediği bilmek onun için çok anlam ifade eder! Övülmek ve her şeyde öne çıkarılmaktan utanır!
Ben duygusu ile yaşayan insanda; kullanma duygusu vardır!
Biz duygusu ile yaşayan insanda ise; ben duygusunun aksine, kendisi gibi başkalarının mutluluğu için de mücadele etme duygusu vardır. Bu bazen kendisini hiçe sayma, karşısında ki için kendini feda etmeye kadar gider!
Ben duygusu ile yaşayan bencil insan; karşısındakinin hatasından, eksikliklerinden medet umar! Hatasını görse de, bilse de uyarmaz. Üzüleceğini bile bile göz yumar, görmezden gelir.
Karşısındakinin üzüleceğini bile bile uyarmayan, üzülmesine göz yuman, görmezden gelen; yani, kötülüğünü bilerek isteyen kişi karşısındakini kullanıyor demektir.
Bu tür bir birliktelikte -evlilikte-; KULLANMA vardır!
Biz duygusu ile yaşayan arif ve vakur insan ise, karşısındakinin hata ve eksikliklerini uyararak kapatmaya ve düzeltmeye çalışır. Engel olduğunda, HAYIR dediğinde bile; ağlayarak, sızlayarak üzüleceğini bilse bile, asla ve asla göz yummaz, görmezden gelmez, gelemez!
Karşısındakinin üzüleceğini anlayıp, bildiği an; başına kötü bir şey gelmemesi, yaşamaması için onu uyaran, üzülmesine göz yummayan, görmezden gelmeyen; yani, ağlamasına sızlamasına aldırmadan karşısına dikilen kişi, karşısındakini kendisi kadar düşünüyor demektir.
Bu tür bir birliktelikte -evlilikte- ise, aklınıza getirebileceğiniz; İLGİ, SAYGI, SEVGİ vb. ne kadar güzel duygu varsa, hepsi vardır!
Her duyguyu kendi içindeki anlamıyla yaşamaz, yaşayamazsak; ikinci veya bir başka duygumuzun tamamlanmasına imkân sağlamamış -vermemiş- oluruz!
İlgi duymadan; birini anlamak olmayacaksa, anlamadan, anlam vermeden birine durup dururken güvenmek imkânsızken, güvenmediğimiz biriyle her şeyi paylaşamayacağımıza göre, paylaşım, paylaşılan olmadan bağlılık olmazsa, olmayacaksa, bağlılık olmaksınız her duygunun geçici olduğu kesinse, sevgi yalan ve aldatıcıysa ve duygular birbirini destekleyerek tamamlayamıyorsa sizce hangi duygu samimi midir?
Ben kişilikten sıyrılıp, biz diyerek evleneler; belli bir zaman sonra tekrar ben yaşamaya başlarlarsa, bu duygulardaki samimiyetsizliği gösterir! Kısa süreli bile böyle davranırlarsa, küçücük kısa ara vermeler evlilikte geriye dönüşü olmayan yollara girilmesine, kapatılması imkânsız çatlakların oluşmasına neden olurlar, olacaklardır!
Biz ile başlayan evlilik yaşamın da, ben molası asla olmaz, olamaz!
“Zamanın behrinde yaşayan bir karı koca varmış…
Bir gün evin beyi, evinin önündeki damda otururken köy halkından misafirleri gelmiş. Mevsim yaz, havada çok sıcakmış… Sıcak yaz mevsiminde misafirlerine ikramda bulunmak için eşine seslenmiş:
-“Hanım pazardan aldığım karpuzlardan birini getirir misin?”
Eşi gidip içeriden kucağında bir tane karpuzla gelmiş ve karpuzu eşine uzatmış. Karpuzu eline alan evin beyi, sıcak yaz mevsiminde misafirlerine büyük karpuz keserek, çok ikramda bulunmak için:
-“Hanım bu karpuz küçük biraz daha büyüğünü getirir misin?” demiş.
Eşi getirdiği karpuzu alarak, tekrar içeriye gitmiş ve kucağında bir karpuzla daha gelmiş. Evin beyi, hanımının getirdiği bu karpuzu da küçük bulduğu için eşinden, başka bir karpuzu getirmesini tekrar istemiş.
Evin hanımı tekrar karpuz alıp içeriye gitmiş ve içeriden kucağında bir karpuzla daha gelmiş.
-“Haa bu daha büyük” diyerek, karpuzu kesmiş ve yazın kavurucu sıcağında misafirlerine ikram etmiş.
Yapılan sohbetler eşliğinde kesilen karpuz yenmiş ve iyi niyet dilekleri sonrasında misafirlerini uğurlamış.
Evin damında kendi başına otururken; bir anda pazardan aldığı karpuz sayısı akılına gelmiş. Pazardan aldığı karpuz sayısı ile kesilip yenilen karpuz sayısını hesaplamış. Kesilip yenilen karpuzla, pazardan alınan karpuz sayısı birbirine eşit geldiğinde; evde karpuz kalmaması gerektiğini düşünmüş ve eşine:
-“Hanım, hanım buraya gelir misin?” diye seslendi ve yanına gelen eşine; evde kaç tane karpuz olduğunu sordu.
Eşi:
-“Evde hiç karpuz yok, kalmadı bey” dedi.
Evin beyi:
-“Benim hesabıma göre de karpuz kalmaması gerekiyor; fakat, nasıl olur; senin kucağında karpuz getirip götürmene göre, içeride iki karpuz daha olması gerekiyor” dedi.
Bunun üzerene eşi:
-“Evet bey, senin yaptığın hesap doğru. Aldığın beş tane karpuzdan dört tanesini biz kesip yedik. Son kalan karpuzu da bugün misafirlere ikram ettik.”
-“Biraz önce; getirdiğim karpuzu küçük diye beğenmediğin için içeri götürdüm ve yanı karpuzu tekrar geriye getirdim. Yine küçük diye beğenmedin, karpuzu tekrar içeriye götürdün ve aynı karpuz tekrar getirdim.”
-“Üçüncü kez getirişimde beğendiğin ve kesip misafirlere ikram ettiğin karpuz, aslında birinci ve ikinci getirdiğimde küçük diye beğenmediğin karpuzla aynı karpuzdu..!”
-“Evet, bundan dolayı evimizde şuan hiç karpuz yok” dedi.
Eşine neden böyle bir şeyi yaptığını soran evin beyine eşi dedi ki:
-“Evimizdeki hiçbir eksikliği kimsenin bilmesini istemedim bey..!” deyince; eşinin bu hassas düşüncesinden dolayı gözünden yaşlar damla damla düşmeye başladı..!”
Herhangi bir şeyi biriyle yaşamak istiyorsanız, onunla beraber hareket etmek zorundasınızdır! Birimiz ikimiz, ikimiz birimiz için diye düşünülmeli ve düşünülen sonuna kadar yaşanılmalıdır!
İki insan yola çıkarken ikisinden biri lider olmalı, diğeri ise ona tabi olmalıdır. Fakat, kararlar ortak alınmalı ve ortak yaşanmalıdır.
“Evimizdeki hiçbir eksikliği kimsenin bilmesini istemedim” düşüncesi değimlidir zaten biz olmak? ”…gözünden yaşlar damla damla düşmeye…” başladığın an karsındakinin yüreğine yeniden, bir daha damlayarak düşüvermiştir insan..!
Hiçbir yaşam sürecinde zorla yaşamanın, yaşatmanın olmayacağı, olamayacağı gibi; iki insanın evlilikle hayatlarını birleştirip yaşamaları sürecinde de zorla bir şeyin olmasını istemek, zorla istenenin yapılması; kimseyi mutlu etmez, etmeyecektir!
Zorla ve isteksiz yapan, yaptığına hile kadar! Zorla isteyen ise; zorlaması nedeni ile istediğini istediği gibi asla alamaz, yaşayamaz!
Hayatın her yerinde, her aşamasında zorla yapılan kimseyi asla mutlu etmemiştir, etmeyecektir..!
Her istek, istekler gönüllü ve içten olmalıdır. İsteği yerine getirecek olansa; isteyen kadar istekli ve gönülden vermelidir; vermeyi istemelidir!
Bunun için en güzel örnek; iki çift arsındaki istekli cinsel yaşamdır!
İkisinden birinin istemesi, diğerinin karşı çıkması, gönülsüz olması sonucunda yaşanacak tecavüzdür!
Tecavüzde, insanların bedenine zorla sahip olabilir, istediğiniz gibi kullanabilirsiniz; fakat, beynine asla ve asla sahip olamaz, kullanamazsınız!
Hayatın her aşamasında, duygular arasında yoğrulma yoksa, olmazsa; zorlama, zorla isteme meydana gelir. Ne ile ilgili olursa olsun; zorla yapılan, zorla istenen ve zorla benimsetilenin tecavüzden farkı yoktur!
İnsanın bütün duygularını önce kendi içinde yoğurmalıdır; hamur gibi!!! Çünkü; kendini anlamayan, anlayamayan; başkasını anlayamaz! Kendisiyle paylaşamayan; başkası ile paylaşamaz! Kendisine bağlı kalamayan; başkasına bağlanamaz! Hele hele kendisine saygısı olmayan; başkasına asla ve asla saygı duyamaz! Saygı olmayanda insanda, zerre kadar hoşgörü yoktur; olamaz!
Bütün bu duyguları kendi içinde anlamıyla yoğurup yaşayamadığı zaman insan; kendisini sevmeyi de beceremez, başaramaz! Kendini sevmeyen insandan, başkasını sevmeyi istemek, beklemek ise; boş, boşuna, anlamsız ve aptalcadır!
Zorla istenen bir sevgi de tecavüzdür!
Sevmek için; birine ilgi duyacaksın, onu anlayacaksın, güveneceksin, paylaşacaksın, bağlanacaksın, saygı duyup hoşgörülü olacaksın ki, sevgi anlamını bulsun!
Sevgi duygusunu özünde hissetmeden, istemeden mutluluk, mutlu olmak imkânsızdır!!!
Kendi içimizde olduğu kadar, karşımızdakinin duygularıyla yoğrularak sağlanan duyguların arasındaki bağlılığın gerekçesi ise şudur:
İnsanın yaşamak ve yaşatmak için uğruna ömrünü harcadığı bir duygu vardı!..
İnsanın yaşadığı; adı ne olursa olsun, kim adını ne koyarsa koysun, bütün duyguların birbirine sarmaşık gibi sarmal olduğu, yollarının kesiştiği, şıııp şıp diye damladığı bir yer vardır!..
Bu yer; yolu kesişen, şıııp şıp diye damlayan duyguların damladığı yer; MUTLUKUK’tur!..
İnsan her duygusunu mutlu olmak için hisseder ve hissettiğini, başkasını rahatsız etmek bir yana dursun; onu da mutlu etmek, beraber mutlu olmak istercesine yaşamak ister.
Bu uğurda yaşanan her duygu, mutluluğa ulaşmak için çırpılan kanat gibidir!.. Bu uğurda yaşanan her duygu, mutluluğa ulaşmak için damla damla damlamak gibidir!..
MUTLULUK; bazen bir çığlık olur her yer inler, bazen gözde yaş olur, damla damla yanaktan düşer!
Mutluluğa Giden Yol’da, her duygu bir damla gibidir! Damlamaya başladıkça çoğalır, çoğaldıkça anlam kazanır. Anlam kazandıkça değeri artar!
Değerlendikçe duygular; çooooook mutlu olur insan!
Karşınızdakinin, sevdiğinizin yüreğine damla damla damlayarak MUTLULUĞA GİDEN YOL’da yürüyün ki, hayata mutlu gülümseyin :)…
Cengiz KORKMAZ
YORUMLAR
Ya Ben once den hic bu kadar iyi yazi okumamistim...
Bravo Demek isterim sayin yazara.
Yazabilecek cok sey var ama dusunce icindeyim...
Cunku dusunulecek okadar sey var ki. Bazen o cok seyler bende bir hic gibi gorunuyor, neden bukadar dusunupde kafami,beynimi yoruyorum diye uzuluyorum ama elde degil....
Tekrar okumam lagzim bu guzel yazinizi kafamin tam olarak alsin. 😉
Vallah yureginize,dusuncelerinize,guzel guzel yazan Kalem ile ellerinize saglik.
Coooook uzaklardan saygilarimi Ve selamimi gonderiyorum size..... 💐