- 803 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kiraz'a Gel!
Sakarlığım üzerimde yine. Uykularımı emperyalist hasret saatlerine karşılıksız verdiğimden beri, daha mutluyum. Bu yüzden kelimeler ile de aram yok gibi. Bu demek değil ki insan sadece hüzünlü anlarında yazabilir, elbette mutlu olduğunda da çok iyi yazabilir ama sebebi kalsın yüreğin en iç derinliklerinde değil mi?
Adam gibi söylenmek istiyorum yine. Mottolarımı takacak ve değer verecek bir topluluğun olmaması beni daha çok mu özgür kılıyor, yoksa zaten değersiz kalacağını bildiğim için düşüncelerim dahi kendi prangalarını kendi çizgileriyle mi giyiyor? Bilemiyorum. Susurluğun debisi en yüksek hatıralarında saatler sonrasını izlemek gibi bir şey nefes almam şu anda. Bir saat önce bir şekerliğin kapağını yere düşürdüm. Bir saat önce şekerliğin kapağı yere düşüp tuz buz olurken, neden bizim kederliğimizin de tuz buz olması gerekliliği uğruna inadına sevmeye devam etmiyoruz düşüncesi ile sarsıldım. ‘Le monde va de lui même’ demek kadar basit değil miydi dünya? Biz olmasak da dünya kendi kendine dönmeyecek mi sanki?
Evet… Dakikalardır aynı hasret bölünmeleri. Uykunu tam alamamış bir memurun masa başında insanlara karşı davranışlarını tahayyül edip duruyorum. Masa başında açık programın yanı sıra, sıralanmış batak kâğıtları. ‘Program bozuk ya da bağlantı yok’ yalanını bir günde bir memur kaç yüz defa söyleyebilir ki? Sayı tutmayı ve isimleri hatırlamayı ben de sevmiyorum. Yalnız ben de memurum. Senden başka bütün sivilleri yüreğime belli bir mesafede tutan ve uykusuzluğu bahane etmeden, iş yapmama isteğine binaen insanların işlerini geciktiren tarz da değil, günün her saati rikkatle senle dolan ve senle boşalan, mesai saatlerinde bile seni anımsayan, iş çıkış saatlerinde, uykularında üzülen, daha fazla senle olabileceği anları tahayyül eden bir memurum.
Pencere kenarında elim tozlu mermer üzerinde, kedilerin tüm gece boğuşmalarını dinledim balkonda. Aslında yaşamayı sevdiğim kadar, kendimi de sevseydim daha fazla mı gülümserdim insanlara diye de arada düşünmüyor değilim. Düşünsem, ah… Düşünmek bazen insanın yürek surlarına toplar yağdıran düşman değil mi? Ve yanaklarında olan, leylak kokusunda süt beyaz teninin derinliklerinde akan tatlı kırmızı kanın buğusunda ağlamak kadar kutsi olduğunu bildiğim sevginin siperleri arasında, yaralanıp yine de seni, seni ve seni düşünmek güzel değil mi? Zaten dememiş miydim ‘Düşünmek bazen…’ diye. Evet, gözlerini kapatıp, burnunun sızlayan yanı ile bana söylediğin son acı türkü kadar hasretim doğa gülüşüne. Saat mi? Pek de önemi yok dakika, saniye ve de saat itibariyle artık saatin. Gizlenir gibi tüm yapay takvimler; yalnız sen ve ben kalıyor geminin ıslak güvertesinde!
Şimdi içimde patlayan dağın akıttığı lavların erittiği iri kayalar misali her damlam. Ağlıyor muyum? Bu da yalan, bu da büyük bir yalan. Spekülasyon yapan asude rüzgârların suçunu elbette kimseye de atamam. En azından gözümün gördüğü kadarıyla, matem bürünen kirpiklerin dahi niyaz ederken vuslata; yüreğe gam düşüren hayatın amacı ne ki?
Aman, aman da hayat! Şimdi kaç kişi bir aşkın vuslatını hayal edebilir ki benim gibi, senin gibi, bizim gibi? Çok değişik bir duygu değil mi, çok garip bir yanış bu hisse tercüman oluyor. Ölüm varken, aslında her şey basit kalıyor. Ama yine de kim bir kirazın tazesini ve dolgununu aynı avuçtan yemek istemez ki? Sevdiği ile beraber bir de!
Şimdi her yanım, her anımız engel gibi. Ah’lı figanların, pahalı figürlerin biblolaşıp fikriyatımızda sinmiş ve derdest edilmiş geçmişine ait bir çalışması da mevcut. Yunan tarihçilerinin onlarca adada buldukları tek şeyin, ‘büyük geçmiş’ olduğu gibi, ben de senin gözlerinde geçmiş dünyaya rast geliyorum her seferinde. Bir neo-klasik metamorfozunda, Santorini’de siyah saçlarına, siyah kum tanelerinden kaçak katlar çıkıyorum. Belediye imar yasasını yok sayıp, beni aforoz etme peşinde. İstanbul yılışık bir insan kalabalığı, İzmir nemli ve boyun terletiyor, Ankara yaza hazırlanıyor. Bir top sevinci insana çok gören büyükbaşların parfümlü kokularında aklıma bir tek parfüm adı geliyor. Zaten unutkanlığımı sen de biliyorsun. ‘M’ diye başlıyorum ve sonunda ‘e’ ile kelimeyi tamamlıyorum. Gökyüzü daha yumuşak ve artık koyunların çobansız yaşama umutları da var.
Deniz sıcak, çarşaflar kesif aşk kokusunda hızmalara emanet. Bileğine halhal takmaya çalışan parmak uçlarımda senle gülme sevinci. Kaldırımlar, sokaklar, bütün anlatılmış ve eskitilmiş imgeler peşimde umut yorgunları. 12 Eylül’e hep bir ağızdan isyan eden ezilmişlerin sesi gibiyiz. Kısık sesin, tüm taraftarlarımın sesini bir anda kesiyor. Kulak veriyoruz ve seni dinliyoruz:
-Canım kiraz çekti.
Pazarda tablaları arkasında saklanan yüksek sesli halk korosunun 2,5 liraya verdiği doğal antikorlardan ‘napolyon kiraz’ın tadına bakıyorum. Bordo renkli bluzun kadar güzel görüyorum her şeyi.
YORUMLAR
HakkınSesi
Hürmetle daim..
vay be! epeydir yazdıklarını okumamıştım.. ne çok şey anlatmışsın öyle.. kırılan şekerlik kapağının kederinden tut, koyunların çobansız yaşama umuduna kadar... iç içe geçmiş ne çok düşüncen var, bazen düşünmekten çok yoruluyorum.. insan en saçma sapan şeyleri bile düşünür ve tartar oluyor...
kendimi çok sevseydim daha mı gülümser olurdum demişsin ya, alakası yok güzel kardeşim.. kendisini çok önemseyen, çok benimseyen ve çok seven insanlar bencil oluyor.. dünyayı sanıyorlar ki kendi etrafında dönüyor.. dünya öyle ki, o olmadan raks edemiyor... değil kardeşim değil... dünya biz olmadan da dönüyor.. bu düşüncelerden kurtul, kendini sev ama abartma.. o zaman başkalarına bırak gülümsemeyi, insan başkalarını sevmeyi bile unutur oluyor.. kendini fazlaca önemseyen o büyük çoğunluğun bir halkası da sen olma gözünü seveyim..
kiraz demişsin, nasıl canım çekti, nasıl severim kirazı bilemezsin.. haa bir de memurların çoğu evet çok yalan söylüyor :)) onlara hak vermeyi dene, masa başında açılmayı bekleyen ne çok fal var, hayatlarına renk veren.. döner koltuklarda yaşamayı kolay sanmayasın.. efkan şeşen der ki; ''şu gördüğün döner koltuk, sanki ömür törpüleyen rulet'' bir gün memur olursan anlarsın, ama umarım o sıkılan çoğunluğun kederine de dahil olmaz ve sıkıcı bir yazar olursun :)) sana daha güzel bir bedduam yoktur kardeşim..
ne diyordu ah muhsin.. hadi çay koy da içelim, yok yok, hadi bir napolyon kiraz al da yiyelim :))
eyvallah peksican :)
HakkınSesi
İçelim, beraber olsun:)
...
Kendini sevme konusunda biliyorsun ki ironi var orada. Bir insanın herkese gülümsemesi sence insanları rahatlatır mı yoksa rahatsız mı eder daha çok? Hani güvensizliğini gülüşünün arkasına saklamak gibi bir şey.
Beddua işini beğendim. Acep şimdi Tokyo'da saat kaç gibi bir şey oldu:)))
Eyvallah daim, hürmetle...