- 581 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BALÇIK-7
Sığındığım mağarayı benimle paylaşmak isteyen küçük yaratıklar, sonunda anlamışlardı.Burada sığınabilecek tek canlının ben olduğuma.
Küçük yaratıkları ikna eden benim mücadelemle birlikte hızla etkisini artırmakta olan asit yağmurlarıydı. Rahatsızlık vermeyeceklerini bilsem fazlasıyla paylaşabilirdim sığındığım yeri. Yolum çoktu, dinç olarak yoluma devam etmeliydim.
O an şiddetini artıran asit yağmurlar hem genzimi hem gözlerimi hafifçe yakmaya başlamıştı. Gri toprağa düşen asitlerin cızırtı sesi, sığındığım mağarada yankılanmaya devam ediyordu.
Yüçük yaratıklarda mağaranın ağzından uzaklaşması beni biraz daha rahatlatmıştı. Mağaranın en dibine doğru dizlerimin üzerinde ileredim. Bir taraftanda elimle çantamı sürüklemiştim.
Hava yeterince kararmadan merakımı gidermek açısından çantama koyduğum kurtuluş haritasını tekrar incelemeye karar vermiştim. Bunu okumayı bilmesemde belki bir ip ucu bulabileceğimi düşünmüştüm.
Nede olsa asit yağmurları dinene kadar buraya sıkışmıştım bir kere. Mağaranın ağzından içeri vuran hafif ışığa doğru kurumuş deri üzerindeki haritayı yere sermiştim. Parmaklarımla önümdeki haritanın her çizgisine dokunurken bir taraftanda şekillleri hafızamda tutmaya çalışıyordum.
Ağzımda çiğnediğim etin son kalan kısmını mideme indirirken gördüğüm şekil beni eskilere götürmüştü. Mona’yla kabilemizin tanrılarına ait mezarlığına gittiğimizde bulduğumuz taş tabletin üzerindeki semboldü bu.
Yasak olan mezarlığa gittiğimiz gün Mona ile ben cezalandırılmıştım kabilenin bilgeleri tarafından. Dört kızıl gen günü sadece su verilmişti. Üstüne üstlük tanrılardan özür dilemek için ateşin üzerinde yalın ayak yürütülmüştük.
O gün bile bize büyücüden başka kimse acıyarak bakmamıştı. Kimbilir belki o zamandan biliyordu gezegenin ikinci umutlarının biz olduğumuza.
Hatıralarımı zorlamaya çalıştım. Taş tabletin üzerindeki sembolün anlamını büyücü bize çok önceleri söylemişti. Ama o kadar eskiyi hatırlayacak kadar o an hafızam çalışmamıştı.
Belkide o zaman carptırıldığımız cezaların acısı olmasaydı şimdi çok kolay hatırlayabilirdim. Yoksa kolay kolay unutacak bir hafızam olmamıştır hiç bir zaman.
Haritanın tüm şekillerini parmaklarımla gezdirirken hafızama kazıyıp ezberlemiştim.
Koyarken kurtuluş haritasını çantama bir parça daha kurutulmuş eti çiğnemek için ağzıma atmıştım. Ve hava tamamen zifiri karanlığa karışmışken gözlerim açık birşekilde öylesine boşluğa daldım.
Özlemlerim sevdiğim umudum yüreğim Mona gelmişti aklıma yine. Çaresiz onu hissedebilmek için yola çıktığımız gün koluma bağladığı kendisinin ördüğü kutsanmış ota dokundum.
Onun söylediği gibi yaptım sol elimi kalbimin üzerine götürüp sağ avucumu onun üstüne koyarak onun öğrettiği sözleri söyledim. Sonrasında dalmışım. Gözümü açtığımda asit yağmurundan fazlasıyla bitkin düşmüş bir ot oburun ayaklarıma sürtündüğünü hissetmiştim. Daha çok onun dokunuşu beni dalgınlığımdan kurtarmıştı.
Kısa gördüğüm düşümde MONA canlı bir şekilde büyücünün yanındaydı. Bu beni biraz daha rahatlatmış olacaktı ki yanıma sığınan ot oburu öldürüp yiyecek yapmaktansa yaralarına bakmaya başlamıştım.
Yeterince beni hayatta bırakacak yiyecek olduğuna göre bu ot obura zarar vermem zaten anlamsızdı. Yoksa Zuri’lerden farkım kalmayacaktı. İlk başlardaki ürkekliğini atlatan ve pansumanımdan memnun kalan ot obur parmaklarımı yalamaya başlamıştı.
İşte o an onu yanımda taşımaya yol arkadaşım yapmaya kararvermiştim. Ne garip bir çelişkiydi.Belki yiyecek niyetiyle az önce avladığım yanımda duran diğer ot oburlar belki bu yol arkadaşımın yakınlarıydı.
Hayatta kalmam gerekliliğini içimden tekrarlayarak kendi günahımı kendime bağışlatmayı denmiştim o an.
****** ********
Büyücü asasının ucundaki rengi değişen kristali Mona’nın alnından çekerken Mona kendine gelir.Büyücü bir kaç damla onun dudaklarına su damlatır. Mona titrek dudaklarında ki titraek sesiyle;
-Büyücü gördüğüm Hira diğer Hira’lardan çok farklı. Ve bu üçgen levhayı buraya atarken bizi gördükten sonra attı.Sonrasında bilerek kaçtığını gördüm. Anlayamıyorum bir avcı neden avından kaçar ki ? ....