- 823 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
yunus gibi
-İşe gitmeyecek misin bu günde.
-Ya bişey söyleyeceğim de nasıl söyleyeceğim, onu bilmiyorum.
Adnan yüzüme bakıp, tebessüm ederek.
-İngilizce söyle desem onu da ben bilmiyorum dedi. Korkunç mutlu olmuştum yine. İnsan gibi söyle demenin bu kadar nazik söylenebildiğine ilk defa şahit oluyordum. Sanırım çok hoşuma gitmişti koşup onu yakaladım demin bana verdiği öpücüğü ona iade ettim adeta. Bakıştık gülüştük. Elimden tutarak beni oturma odasına çekip çekyata oturtup mutfağa geçti az sonra bir çay ile geri geldi ve.
-Buyur dinliyorum Hülyam dedi. O kadar müşfik ve içtendi ki sesi. Konuşmasam ayıp olacaktı.
-Şey ya! Nasıl desem. Ben var ya, yani şey.
-Evet? Dinliyorum
-Dün ki baygınlıktan sonra olsa gerek kapıdan çıkmaya korkuyorum. Sanki dışarıda beni yiyecekler. Diyi verdim.
-Allah Allah garip? Sen hep demez miydin “Korku her bedende Suç demektir” diye. Birine bişey mi yaptın.
-Yok ya. Sadece içsel bir korku sebebinden emin değilim. Diyerek.
Asıl korkumu gizliyordum. Yoksa aklımda müşterilerim ve. Açılmayı bekleyen bir işyerim vardı. İçim sorumluluğum gereği “git “diye beni zorlarken yaşanması muhtemel olaylardan da ödüm patlıyordu. On beş yılı aşkın esnaftım. İyi bir sosyal çevrem vardı. Kıt kanaat da olsa dükkân sayesinde bir geçimim. İki gündür iş yerini açamamıştım. Merak eden dostlarım vardı. Bundan da emindim ama çıkamıyordum işte. Ve bunu izahta edemiyordum.
Her suç işlediğimde biraz daha kirlenen vicdanımla, hatamın, yakalana bileceği endişesinden, içime birikerek beni korkaklaştırıp bu sona getiren, Kendime karşı işlediğim o derin Suçtu aslında. Suçu ört bas etmek için her söylenen yalan yeni bir suçla birleşerek; Korku batağında tam bir korku abidesine çevirmişti beni. Ne kadar korkmam gerekiyorsa hepsini toptan ödemiştim bir gecede. Her şeyden habersiz olan eşime de, korkudan bişey anlatamıyordum. O geceden hiç ama hiç haberi yoktu bellikli. Bense suçumu gizlemeye çalışmış, belki anlatıp onu da üzmek istememiştim.
-Bak ne yapalım. Beraber gidelim. Hem Allah razı olsun sayende evde işim de yok Bir yemek yapılacak onu da dışarıdan halleder çocuklarla dükkân da yeriz olmaz mı? Fena fikir değildi aslında.
-Olur, tamam giyinip çıkalım o zaman. Ve öylede yaptık. Beraberce çıkıp dükkâna kadar gelmiştik. Gerek yol boyunca gerekse dükkâna geldiğimde herkes ya Hülya diyerek ya abi diyerek selam vermiş selam almış hiç ama hiç anormal bişey olmamıştı. Demek ki herkes oldum olasıya beni Hülya olarak tanıyor O ismimle seviyor, kızıyor ya da saygı duyuyordu. Bu bende yeni bir sevincin kapısını aralamıştı. Daha huzurluydum. Kabaca bir temizlik yapıp masamın başına oturdum. Öylece bira bakıştık hanımla. Sonra çocuklar geldiler yemek ısmarlayıp karnımız doyurduk.
-Hülya ben eve gideyim akşama yemeğim yok biliyorsun. Haydi, çocuklar gidiyoruz diyip küçüğün elinden tutarak diğer ikisi de yanında, Allaha ısmarladık diyip çıktılar. Vergi levham, tüm evraklarım masamdaki kaşe her şey Hülya adınaydı. Yani dönüşü olmayan bir şekilde ben artık Hülya olmuştum. Çıkıp birkaç dostuma uğrayıp son bir test edecektim hayatı. Aynada son çehreme bir daha baktım. Değiştiğini biliyor olmama rağmen gözlerim aynada eski yüzümü aradı bir müddet. Sonra çaresizce ayrıldım aynanın karşısında. Doğruca En çok sevdiğim Bayram beyin yanına gittim. Beni görür görmez. Yüzüne o tanıdık tebessüm yapışmış yanakları her zamanki gibi tombullaşarak dudakları arasından
-Ahada abim gelmiş. Koş oğlum çayımızı getir de abimle içelim. Demiş hiç yadırgamamıştı. Oturmuş çayı bekliyor ve oradakilerin yüzüne bakıp duruyordum.
-Abi çayın soğuyor. Eeee ne var ne yok, yoksun, İki gündür. Öylece yüzüne bakıyor hep ne olmuş sana diyecekler korkusuyla içim pır, pır ederek. Kendini saklayan suçluyu oynuyordum adeta kendi içimde. Oysa hiç kimse beni yadırgamıyor gelen selamını verip elimi sıkıp hal hatır sorup geçiyordu.
Bayram
-Abi hayırdır çok dalgınsın?
-Yok, yok biraz rahatsızdım iki gün yatmak bana iyi gelmedi demekle yetindim.
-Bize de yazıklar olsun Hiç haberimiz olmadı abi yavv. Hakkını helal et. Diye devam etti Bayram ve ardından herkes teker, teker aynı dilekleri tekrarladılar. Sağdan soldan ve sıradan konuşmalarla Bir saat kadar oturmuştuk. Kendime güvenim neredeyse şahlanmış hem üzülmüş hem bu cezanın bu kadarla sınırlı olup tüm hayatımı sil baştan etmemesine Hamd etmiştim.
-Ben dükkâna geçeyim arkadaşlar. Diyerek ayaklandım. Tabii abi sen bilirsin sesleri arasında tokalaşarak dükkâna geri dönmüştüm. Orada Oturduğum Bir saat boyunca şunu fark etmiştim. Hiç kimse adımı zikretmemişti. Herkes bana USTA ya da Ustam diye hitap ediyordu. Bazısı da Halil’in babası diyerek beni Kast ediyor, ama ısrarla ismimi anmıyordular. Bu arada bana da bir şeyler olmuştu. İnsanları hep tanıyor olmama rağmen hiç dikkatimi çekmemiş olan bedensel vasıflarını sanki ilk defa görüyor gibi algılıyor, her arkadaşımı adeta yeniden tanımlıyordum. Yakışıklı, çirkin, çok uzun boylu, bu da çok kısaymış canım, Aman Allahım bu göbeğe bak gibi tuhaf tanımlamalar yıllardır tanıdığım insanlarda ilk defa dikkatimi çekiyor ve kimilerini sevimli kimilerini sevimsiz olarak etiketliyordu hafızam. Daire sormak için gelen bir hanıma ise tepkim tam bir düşman tepkisiydi. Nesine kızdım bilmiyorum ama. Hayatımda ilk defa gördüğüm bu kadını ellerimle parçalamak geçti içimden. Diz üstü siyah bir etekle deşifre edilmiş kalçalarını taşıyan iki düzgün bacakları ve bu bacakları adeta makyaj gibi saran çiçek motifli ince çorapların motiflerdeki boşluğu dolduran bembeyaz teni, ciğerime batan iki hançer olmuştu adeta. Belki oradan uzaklaşmama sebep olanda bu histi. Hafif makyajıyla güneş gibi aramıza düşen yüzü bir anda herkesin dikkatin dağıtmış deri monttan ben buradayım diye fışkıran göğüsleri ondan daha önce düşmüştü içeriye sanki. Yeşil fırfırlı beyaz şeritlerle bezenmiş olan kazağıysa, olağan üstü güzellikler yüklemişti vücuduna. Hazan mevsiminde bir çiçeği görmenin iç burukluğuna benzer tuhaf bir hisle beraber aşırı düşmanlık arasında sıkışıp kalmıştım. Bu tuhaflığımı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Zira bende anlamış değilim. Normalde böyle olmaz hatta gelen bir hanımı asla fark etmez hemen başımı önüme eğerek benden rahatsız olmasının önüne geçerdim. Bu defa olanın, bende bir adı ya da karşılığı yoktu. Şaşkın ve hala sinirliydim. Sanki bir hasmımı görmüş yırtıcı bir leopara dönüşmüştüm. Bu duyguları bastırmak ise bir meydan savaşından yara almadan çıkabilmeye denk gelecek bir gayret harcamamı gerektirmişti.