- 556 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"BİR UKTEYDİ İÇİNDE"
“Güneş, ufukta görünmeden önce derinliklerden yaydığı ışıkla, yeni bir güne merhaba derken, doğanın muhteşem ahengini gözler önüne sermekten çekinmiyordu. tan yerinin ağartısı,yoğun olmayan flu bulutların kızıl görüntüsü, günün çok sıcak olacağının habercisiydi. yoğun olmayan bulutlar güneşin ilk yansıması ile kızıla boyanmıştı.bozkırın boz rengine uyum sağlamış,çok fazla olmayan bitki topluluğundan olan kaya yosunları, yaşam pınarları kayalara sıkı sıkıya sarılmış bırakmak niyetinde değil gibiydi. araziye rast gele saçılmış gibi duran bodur çalı bitkileri verimli omayan toprağın derinliklerine kadar saldıkları kökleriyle kısır hayatlarının ne kadar kıymeti olduğunu haykırıyorlar gibiydi. Bodur çalılar ve yoğun kaya bloklarının- arasından kendine özel yolunda kaygısızca ve yılan kıvraklığında ilerliyen şey, güneşin ilk ışıklarını bacasından saldığı yoğun kömür dumanıyla gölge olarak kayalara dağlara yansıtıyordu. çıkardığı gürültü nedeniyle henüz uyuyan kuş ve sürüngenleri yataklarından fırlatarak ilerleyen bu makineye (tren) deniyordu. çıkardığı gürültüye kulakları sağır eden uzun ve tiz sesiyle düdüğünü öttürdü... tren yolunun her iki yanında tarlalarına çalışmaya giden uykulu gözleri, yorgun bedenleriyle köylüler trenin selamlama düdüğüne kaldırmakta zorlandıkları kollarıyla karşılık verdiler. Kompartuman camından bakınca bu bozkırda yaşam olamayacağı düşüncesi ağır basıyordu.görüntü sarı ve kahverengi renklerinin bütün tonları tüm netliği ile ortadaydı.yüksek dağın bağrına karşısına çıkabilecek her şeyi yutacak bir ağız gibi açılan oyuk, yavaş yavaş yuttuğu gürültücü makinayı geçici bir süre susturdu.korkudan kaçışan kuşlar oyuğun karşısına gelip tekrar yerlerine tünediler.çok derinlerden gelen şangırtı ve boğuk siren sesi öncesine göre ortamı oldukça sessiz kılıyordu.dağın içinden geçen oyuk oldukça uzun,makinanın saldığı yoğun dumandan dolayı girişi simsiyah dumanla kaplanmıştı.son vagon çıkışını tamamlayana kadar yarım saat geçmişti. Bu süre içinde seyahat edenler oldukça huzursuzlanmıştı.çıkış tamamlandığında seyredenleri hayrete düşürecek bir görüntü tablo gibi karşılarına dikildi. vadi içerisine nakşedilmiş yeşillikler içerisinde, tren yoluna oldukça uzak küçük bir köy, boz kırın boz rengine inatla yeşilin bütün tonlarıyla inanmakta zorlananlara en samimi duygularla gülümsüyordu. güneşin turuncu rengi kucakladığı yeşillikler üzerinde mistik bir hava yaratmıştı.bu güzelliğe evlerin bacalarından tüten dumanlar gri rengiyle eşlik ederken şerit şerit vadiden gök yüzüne yükseliyordu.boğucu sıcakta bacalardan yükselen duman hayret verici olsada burada yaşayan insanların yemek yapmak için ocaklarını yakmak zorunda olduğunu elbetteki böyle bir yerde yaşamıyorsa bilemez...işte bu yoksul köyün, oldukça yoksul bir evinde yaşlı anasıyla yaşamaya çalışan, çocuklukla ergenlik arasına sıkışmış bir genç vardı. Bu yaşlarda insan oğlunun erkek veya dişi farketmez, nerdeyse düşüne bildiği tek şey cinselliktir.oysa bu gencin ilk önceliği o gürültücü makinayla seyahat etmekti.belki utangaç olmasa diğer gençler gibi birinci önceliği olurdu karşı cinse ilgisi.yaşamı dahilinde arzuları,hayalleri ve başına gelmesini arzu ettiği şeyler olduğu kadar hiç olmamasını dilediği halde engelleyemediği yaşama öyküsüdür anlatmaya çalıştığımız...anlatılanlar bir öykü tadında olsada bu ülkede yaşanılan bütün köy (farklılıklar gösteriyor olsada) kasaba, Ya da şehir farketmez insanın olduğu her yerde yaşandığı aşikardır...eğer yaşanacaksa yer ve mekan önemini yitirir...
Bir ukdeydi içinde: hayatında ilk defa doğup yaşadığı yerden yapacağı başka bir yere trenle yolculuk... daha doğrusu yapmayı arzuladığı, ama bu güne kadar mümkün olmayan yolculuk...gerçekleşmezse içinde bir “ukde” olarak kalacak olsada hayalide güzeldi...
Bu tren denen makineyi, köyünden bir başka şehre taşınanlar köye ziyaret için geldiklerinde köy meydanında, ulu çınarın dibine kümelenen dinleyenlere ballandıra ballandıra anlatırlardı...konuşmacı dinleyenlerden daha yüksek bir yere oturup meraklı gözlerini kendisine diken köylüye gururlu bir şekilde anlatmaya başlardı.
-Bu genç diğer köylü gençlerden biraz farklıydı.son derece utangaç ve ürkekti.bazen merakı utangaçlığına galip gelir, böyle bir toplantı olursa toplu halde oturanlardan geride tek başına oturup dinlemeye çalışırdı... onların anlatılarına kendi hayal gücünü,de katıp düşünürdü...
Evlerindeki sobaya benzetiyordu bu makinayı....sobada demirden, ve tepesinden dumanlar çıkıyordu....kendi tasarrufuna göre aralarındaki fark yıllardır koydukları yerde durmasıydı...oysa anlatanlar onun yürüdüğünü, arkasından bir sürü vagon çektiğini, insanların onların içine bindiklerini söylüyorlardı...
bazen bir bilgin edasıyla sobanın etrafında dolanıp onu nasıl yürüte bileceğini düşünürdü...
tahtadan tekerler yaparak monte etmeye çalışır, bir gün bu işi başaracağına inanırdı.
tepesinden çıkan dumanı ve homursuyla tıpkı hamit emmi diye düşünüp gülerdi...
köyün yaşlısı hamit emmi, sardığı kalın sigarasının dumanını salınca baca gibi tüter,sürekli herkesle dalaş içerisinde olduğundan homurdanıp dururdu.
hayaller güzeldi: ama, bırakın trene binmeyi, gezip dolanmak, bir yerlere gitmek, onun için olanak dışıydı.çok uzaklardan duyduğu düdüğünün sesi bile heyacanlanmasına yetiyordu.
Bu ve benzeri köylerin İnsanları oldukça yoksuldur. Hatta bir çoğu hayatı boyunca köyün dışına bile çıkmadan bu fani dünyadan göçüp gittiği aşikardır.
yaşadıkları bu yerin dışında bir hayatın var olduğunu, sadece köyün dışına çıkanların anlattığı kadarını bildiği bir dünyası olan insanlardı.
kim bilir... belki onunda kaderi böyledir... insanı yoksul, dış dünyayı yeteri kadar bilmiyor olsada, şirin bir köydü memedin yaşadığı yer...
insanları kanaatkar, gülüşleri riyasız, yardımlaşmada sınırı olmayan insanlardı.
elbiseleri kirli olsada tertemiz kalpleriyle ,ihtirasın yıkıcılığına kapılıp yırtıcı olmamışlardı...
yazları tarla, bağ bahçeyle, kışın hayvanların bakımı derken, bir günü diğerinden farklı olmadan akıp gidiyordu bu kısır döngü...
peki bunca hengame yeterli konforu sağlıyormuydu? Bunca çabalamalarının meyvesi, doymaktan kasıt midenin gurultularını bastırmaksa bunu yapabiliyorlar, karınları doyuyordu...
para kazanıp artırmak onlara oldukça uzaktı...böyle olunca bir şey yapa bilmek için para denen şeyinde olması gerekiyordu.buna sahip olsa bile arkasını dönüp gidemezdi.çünkü anasından başka kimsesi yoktu . hem hiç çıkmadığı bu köhne köyden, başka bir yerde yapabilirmiydiki?
Hem parayla sahip ola bileceklerini tanımıyorsan, ne önemi vardırki?...köy yerinde karnını doyurup sağlığında yerindeyse yeterli gibi görünüyordu...
“Uyku mahmurluğuyla yatağında dönüp dururken bunları düşünüyordu.
“ bir gün olacak inşallah” dedi .”bismillah” deyip yatağından kalktı. Bir iki adım attıktan sonra geriye dönüp kalktığı yatağa baktı. Yamanmadık yeri kalmayan yatak ve kaplaması olmayan bir mitilden ibaretti. Uyku mahmurluğundaki yüzüne acı bir gülümseme yerleşmiş bir halde önce ayak yoluna gitti. evin dışına ahırın üstüne tahta parçalarıyla çevrilmiş yere elinde bir ibrikle girdi.insan dışkıları ahırdan atılan hayvan dışkılarıyla karışmış, koku dayanılmaz boyuttaydı. Dışkıların üzerine kara sinekler üşüşmüş sesleri sabahın sessizliğini bozuyordu...
İşini bitirip çıktığında annesinin, kendisini bildiğinden beri hiç değişmeyen.
- “lan memet: hadi galh gari. hayvanları götür ecen.”fazla ısıcalar basdumadan hayvanları yayda gel. daha bahça sulanacak. hadi çorba hazır...
‘ diye yıllardan beri hiç değişmeyen, performansı hiç düşmeyen, ses tonuyla sesleniyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.