- 958 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ALİ OSMAN’DAN ÂL-İ OSMANA -17-
2. BÖLÜM: SEBKATÎ [*]
Varalım kûy-ı dil-ârâya gönül hû diyerek.
Kokalım güllerini gonca-i hoş-bû diyerek.
Şerbet-i la’li hayâli bizi öldürdü meded.
Gidelim kûyuna yârin bir içim su diyerek. SEBKATÎ ( I. MAHMUT )
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yaşlı Tarihin takvim sayfaları yine 1730 tarihini göstermekteydi. Devlet-i Âl-i Osman Patrona Halil’in tamamen haklı sebeplerle başlattığı ancak daha sonra başa bela olan, eski yönetime rahmet okutan bir ayaklanmadan kurtulmuştu. Kısacası halk istikrar arıyordu ve bu yeni padişahın ülkede huzur ve sükunu sağlayacağından, yerlerde sürünmeye başlamış olan Osmanlı Devlet’ini yeniden dirilteceğinden emin görünüyordu.
1730 Yılının sonlarına doğru İran Şahı III. Tahmasb , görünüşte I. Mahmut’un tahta geçişini kutlamak amacıyla elçisini İstanbul’a yollamıştı.Asıl amacı ise Osmanlı Devletini oylamak ve kendi savaş hazırlıkları için zaman kazanmaktı.
Elçi bir taraftan Padişaha sunduğu hediyelerle Şahı adına Padişahın cülusunu kutlarken öte taraftan da Şahın yeni isteklerini sunmuştu Padişaha. Bu istekler hiç de yenilir yutulur şeyler değildi. III. Tahmasb Koskoca Devlet-i Âl-i Osman’ı bir aşiret sanıyordu herhalde.
Kubbe altında Divan toplandı. Sadrazam Silahtar Mehmet Paşa başkanlığında toplanan divanın en önemli gündem maddesi İran’a yapılacak seferdi.Madem ki Tahmasb bir oyun oynuyordu onun oyununa oyunla karşılık verilmeliydi.
I.Mahmut, İran Şahının kendisini oylamak için böyle bir yola başvurduğunu anlayamayacak kadar saf bir padişah değildi. Kafes arkasındaki yerini aldı ve divan toplantısında alınacak kararları dinlemeye başladı.
İran’a mutlaka bir sefer yapılması gerektiği, ordunun hemen harekete geçmesi lüzumu filan her şey tamamdı da bu orduya kim komuta edecekti? Bu konuda karar verilemiyordu. Ayrıca sefer için Şeyhülislam Efendinin fetvasının alınması gerekiyordu. O bakımdan -divanın doğal üyesi olmayan, ancak gerektiğinde görüşleri ve fetvası alınmak üzere divana çağırılan- Şeyhülislam da divana katılmıştı.
İran Seraskerliği için divanda öne çıkan isim Bağdat Valisi Ahmet Paşa idi. Şimdilik İran ile yapılan mücadelelerde bir tek o vardı. Ona serdarlık ( Başkomutanlık ) verilirse ve askeri yardım gönderilirse Acem namussuzunun canına okurdu. Aslında Kaptan-ı Deryasından Nişancısına, Defterdarından Kazaskerine kadar her kes, içinden ‘’Sadrazam seferin başında olursa bu , ordu için büyük moral olur.’’ diye düşünmekte ama aynı zamanda ‘’ Bu sadrazamla olmaz ‘’ kanaatindeydiler. Hem Sadrazamın da ta İran’a gitmek gibi bir niyeti yok gibi görünüyordu.
Sonunda karar verildi: Bağdat Valisi Ahmet Paşa, İran Seraskerliğine getirilecekti.
Padişah I. Mahmut dayanamadı. Divan toplantısının yapıldığı odaya girdi.
-Ahmet Paşa iyidir…Dirayetli bir Paşamızdır lakin bu sefer Diyar-ı Acem’e ( İran ) İki koldan girilecektir. Bir seraskerlik daha ihdas edip onun başına da bir paşa getirmek arzusundayım.
Özellikle Sadrazam Silahtar Mehmet Paşa yüreği ağzında Padişahın kararını bekliyordu. Kimdi acaba bu talihsiz(!) kul?
Padişah tane tane devam etti sözlerine.
-Tiz Erzurum Valisi Hekimoğlu Ali Paşa’ya haber verile. Onu da Revan ordusuna serasker tayin eyledim. Ahmet Paşa Bağdat ve tüm ordunun seraskerliğine, Hekimoğlu Ali Paşa da Revan ordumuzun serdarlığına tayin edilmiştir.
-Revan Ordumuzun serdarlığına Hekimoğlu Ali Paşa’yı uygun görürüm ben. Ne dersiniz vezirlerim?
Hekimbaşı Nuh Efendi’nin Oğlu Ali Paşa.. Hani şu Venedikli olup da Mülümanlığa geçen Nuh Efendi’nin -eskiden- Hassa Silahşoru olan oğlu Ali Paşa? Ne diyebilirlerdi ki vezirler?
-Muvafıktır Padişahım.
Padişah devam etti.
-Sadrazam Mehmet Paşa Diyar-ı Rûmda (Anadolu ) vuku bulan ayanların serseriliklerini te’dip ile görevlendirilmiştir.
Mehmet Paşa’nın bu görev dahi pek hoşuna gitmemişti ama yine de İran’a gitmekten iyiydi.
Sonra Şeyhülislamına sordu Padişah:
-Muvafık mıdır? Şeyhülislamım?
Şeyhülislam Paşmakçızade’nin gözleri ışıl ışıl oldu. Bir Padişah ilk defa ‘’Şeyhülislam’’ idesini kullanıyordu: ‘’ İslamın şeyhi ha? ‘’ bu çok büyük bir lütuftu. O güne kadar hep ‘’Müftü Efendi’’ diye anılırlardı çünkü.
-Şer’an caizdir Padişahım.
-Öyle ise derhal Erzurum Sancağına, Hekimoğlu Ali Paşa’ya ferman gönderile. İran Elçisi de sulh muahedesi için Serasker Ahmet Paşa ile görüştürülerek -bir sulh muahedesi yapılacak ise- bölgeyi en iyi bilen bu Paşamızın uygun göreceği bir muahede yapılması sağlana. Şer’an caiz midir Şeyhülislam Efendi?
-Caizdir Hünkarım.
-Öyle ise şer’i şerifim mucibince amel oluna.
İran Elçisi daha Diyarbakır topraklarına gelmişti ki I. Mahmut’un ne kadar haklı düşündüğü anlaşıldı. Çünkü III. Tahmasb İstanbul’a gönderdiği elçisinin cevabı kendisine ulaşmadan Revan üzerine yürümüştü. Bu pek de beklenmedik olmayan saldırı üzerine elçisi Mardin kalesine götürülmüş ve maiyetiyle birlikte orada hapsedilmişti. Bir elçinin hapsedilmesi ise ‘’Savaş başladı’’ anlamına gelmekteydi.
***************************************************************************
Divanda bu görüşmenin yapıldığı günlerde oldukça yaşlı ve yoksul bir pir-i fani Erzurum’da Hekimoğlu Ali Paşanın Huzuruna çıktı. Paşa okumakta olduğu Kur’an-ı Kerimi üç defa öpüp başına koyduktan sonra kalkıp duvardaki cüz kabının içine koydu. Daha sonra da huzurunda boynunu bükmüş bu derviş kılıklı adamla söyleşmeye başladı.
-Hoş geldin derviş. Bize ta İstanbul’dan Molla Ali Osman’dan selam getirmişsin diye söylediler.
-Beli Paşam. Öyledir. Mollamızın sana çok çok selamı vardır.
-Ve aleyküm selam. Ama sadece bir selam iletmek için gelmedin buraya sanırım.
-Asıl selam Peygamberimiz Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimizdendir.
-Nasıl? Anlamadım? Peygamberimiz Aleyhi ve Sellem Efendimiz bana selam mı göndermiş? Nasıl yani?
-Paşam…Ben yoksul bir dervişim. İstanbul’da Molla Ali Osman Efendi’ye uğrayıp ondan biraz sadaka istedim. O da bana ‘’Senin nasibin bende değil Erzurum’dadır’’ Dedi ve anlattı.
Molla Efendi bir gece rüyasında Peygamberimizi görmüş. Peygamberimiz ona ‘’ yarın sana gelip ilk yardım isteyeni benim selamlarımla birlikte Hekimoğlu Ali Paşa’ya yolla. O kişi, Paşa’ya benim selamlarımla birlikte şunları söylesin: ‘’Paşa...Peygamberimizin sana selamı var. Diyor ki. Acem ile yapacağı savaşta müşfik olsun. Adaletten ayrılmasın. Suçsuz günahsız masumların ahını almamaya azami dikkat etsin. Büyüklüğe kapılmasın. Unutmasın En büyüğün Allah olduğunu. Nefis müdafaası için yapılacak bu zorunlu savaşta Allah kılıcını keskin, gazasını mübarek eylesin. Ne kadar haksızlığa uğrarsa uğrasın vatanına, milletine hizmet söz konusu olduğunda asla küskünlük ve kızgınlık göstermesin. Ben ondan razıyım Allah da razı olsun. Bahtı açık olsun’’
-İşte böyle Paşam. Ben sana bunları anlatınca sen bana ihsanlarda bulunacakmışsın. Her selama bir altın verecekmişsin.
- Allah razı olsun derviş. Peygamberimiz Efendimizin selamı başım gözüm üstüne. Yalnız İran Serdarı ben değilim.Acem ile yapılacak bir harp için vazifelendirilmedim. Hem ne malum benden ihsan kapmak için böyle bir hikaye uydurmadığın?
-Paşam…Molla Ali Osman Efendi , Paşa eğer sana inanmazsa ona ‘’ okuyup da bitiremediği Yasin-i Şerifi sor. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz onu tamamlamasını da istiyor de.’’ Diye buyurdu bana. İran Serdarlığına gelince: Orasını bilmem Paşam. Ben bana iletilen emaneti sahibine ulaştırdım. Görevimi yaptım.
Derviş ‘’Görevimi yaptım’’ derken bir taraftan da hatırlatıyordu adeta ‘’Sen de görevini yap da bana ihsanlarda bulun’’ diye. Ama Paşa gözlerinden inen yaşlara rağmen sanki işin o tarafıyla hiç ilgilenmiyormuş gibiydi. Cezbeye tutulmuş gibi titremekteydi. Çünkü derviş doğru söylüyordu. Daha bir kaç gün önce Yasin okurken gözleri yorulmuş ve yarım bırakmıştı. Biraz önce okuduğu da işte bu yarım bıraktığı Yasin Suresiydi.
-Derviş hele bir daha anlat şu rüyayı.
Derviş bir daha anlatı…Lakin yine ihsan yoktu.
-Allah razı olsun derviş. Bir daha anlat.
Derviş bir daha anlattı…Paşanın ısrarı üzerine… Bir daha ve bir daha…Sonunda dayanamadı.
-Bre Paşam. Madem ki gönlünden kopamaz bir ufak sadaka vermek. Ne diye beni oyalayıp durusun? Ne diye anlattırırsın durmadan? Ben vazifemi yaptım. Allah senin yolunu açık eylesin. Bahtın ve ikbalin açık olsun. Bana müsaade.
Hekimoğlu Ali Paşa durdurdu dervişi.
-Ah be derviş…Molla ne demişti sana? Her selama bir altın… Tekrar tekrar anlattırmamın sebebi daha çok altın alasın diyeydi.
Diyerek göz yaşları içinde dervişe on altın verdi.
Derviş gittikten bir kaç saat sonra huzuruna gelen bir ulak Hekimoğlu Ali Paşa’ya Padişahın fermanını iletti. Revan orduları serdarlığı ile Azerbaycan üzerinden Revan’a yürümesi emrediliyordu. Fermanı öptü başına koydu. ‘’Ya Allah…Bismillah ‘’ dedi.
**************************************************************************
NOT:
[*] Sebkatî: İlerlemeci…Yenilik sever anlamına gelir. Sultan I. Mahmut’un, şiirlerinde kullandığı mahlas olup aynı zamanda annesi Saliha Sultanın da bir adıdır.
1- Bir roman haline getirmeyi düşündüğüm bu yazı dizisinin 2. Bölümüne başlamış bulunuyorum. Birinci kısımda bir bölüm başlığı yapmamıştım. O bölümün başlığını ‘’Tekerrür Eden Tarih ‘’ olarak düşünmekteyim. Ne dersiniz? ‘’Muvafık mıdır? ‘’
2- Hekimoğlu Ali Paşa ve derviş arasındaki konuşmalar kurgu değildir. Bu kısımda kurgu olan tek şey: Olaya Molla Ali Osman’ı dahil etmemdir. Malum O, bu romandaki - Şu ana kadar - tek kurgu şahsiyettir.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Sağ olun var olun.
Size de iyi geceler.
sami biberoğulları
Sağ olun var olun.
Size de iyi geceler.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
sami biberoğulları
Sadece ve sadece tarihi bilgi vermek olsaydı çok kolay olacaktı benim için..Ama roman kurgusu ile anlatmakta zorlanıyorum. Yinde de elimden geleni yapmaya çalışacağım.
Selam ve saygılarımla.
Hocam böylesiderin önemli ve seri yazılar maalesef reyting sorunu yaşıyor....İnanın kendi adıma değil yazılanlar adına üzlüyorum...selam ve saygılarımla
sami biberoğulları
Tarih herkaesin özl ilgi alanı değil. O bakımdan da normaldir bu tür yazılarda yaşanan reyting sorunu.
Elbette ki daha çok arkadaş tarafından okunmasını isterim Ama devamlı okuycu olan can dostlarım sağ olsunlar beni hiç yalnız bırakmadılar.
En azından bir şeyler üretmenin zevki...O bile yeter inan ki...O bakımdan ben aynen devam ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
İleriki bölümlerde Daha nice paşaların, daha nice kahramanlıklarını okurken onları kahraman yapanın da bu bu maneviyatları olduğunu göreceğiz.
Selam ve saygılarımla.
BENDE DERVİŞİN ANLATTIĞI RÜYA KURGUM DİYE SORMAYA HAZIRLANIYORDUM OSMANLI İLE İRAN ARASINDA VEP SOĞUK RÜZGARLAR ESTİ SANIRIM ROMANINIZ TEKRAR HOŞ GELDİ
TEBRİKLER HOCAM
SELAM VE SEVGİLER
sami biberoğulları
Dervişin anlattığı olay bir hikaye...Böyle bir olaydan bahsediliyor bir yerde...Ona benin Ali Osman Efendiyi de ben kattım.
Osmanlı ile İran arasındaki savaşlar I. Mahmut döneminde 1746 yılına kadar devam edecek. Ondan sonra bir daha savaş olmayacak...Taa günümüze kadar. ( Bunları ileriki bölümlerde yazacağım )
Selam ve sevgilerimle.