- 826 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
yunus gibi
Baba adı: Hülya, Ana adı: Adnan yazıyordu. Çok fena olmuştum yeniden. Ayaktaydım ve ağlıyordum. Acaba Annem babamda değişmiş miydi Onlara baktım. Yarapbim sana yüz binlerce şükrolsun. Enazından annem babam kardeşlerim değişmemiş diye sevindim. Kendime kahrettim biraz. Boş boğazlığım yüzünden yaşadıklarıma kızıyordum. Yeminler ediyor bir daha haddimi aşmayacağım diyi yordum. Elimi yüzümü yıkayıp son çehreme aynada bir daha bakıp çaresiz aşağıya indim. Öylece bakıyor ve düşünüyordum.
-Nasılsın Hülya?
-Sağ ol Adnan. Dedim Ona Adnan derken sanki kendime hakaret ediyordum.
-İyisin değil mi. Yok bir yaramazlığın.
-Yok, yok Hamd olsun. Derken içimden bundan daha yaramaz ne olabilirdi ki diye geçirmiştim -Dışarı çıkacak mısın?
-Yok, bu gün çıkmayayım. O kadar iyi değilim sanırım.
-Bence de bugün istirahat et. Hatta dilersen çekyatı açayım orada uzan iyi gelir.
-Gerek yok böyle uzanayım. Deyip sırt üstü uzanarak tavana bakarken elimi alnıma yaslamış, Arpacık kumrusu gibi düşünüyordum. Hanım içeri dışarı gidip geldikçe ona bakıyor her defasın da ayrı bir hisse kapılıyordum. Ne kadar zaman geçmiş bilmiyorum. Uyumuşum. Bom boş bir sahrada yapayalnız dolaşıyordum. Yön kavramım yoktu. Her taraf sonsuz derinlikte açık ve her yer sadece kumdan ibaretti. Gökyüzü kumlar ve ben. Başka hiç ama hiç bir şey yoktu. Hangi istikametten geldiğimi bilmediğim için hangi istikamete gideceğimi de bilmiyordum. Bırakın istikameti ben neydim neden buradaydım onu anlamaya çalışıyordum. Ne bir esinti ne bir ot ne bir hayvan nede bunların varlığına dair bir bilgim vardı. Bulunduğum yerin bu kadardan ibaret olmadığını sezgisel olarak biliyordum. Ben âdem olmalıydım. Ama burası cennet olamazdı. Koyu kızılın sarıyla sarmaş dolaş olduğu kumdan ibaret, dümdüz bir araziydi. Yalınayak ve giysisiz öylece dikiliyordum. Ayaklarım uyluk kemiğine kadar kumlara batmış, tam bir esenlik içindeydim. Ne soğuk ne sıcak vardı. Ne bilgim ne birikimim vardı, nede kendi hakkımda bir bilgiye sahiptim. Teşbihte hata olmaz derler ya. Tam bir Ot kıvamındaydım. Nedendi bilmem Gölgemin olması gerektiğini düşünüyor etrafıma bakınıyordum. Tuhaf bir şekilde
-İçerideyim ben diyen bir ses beynimin algısına sesleniyor gibiydi. İçsel bir konuşmaydı bu. Kendi kendimle konuşuyor olmalıydım.
-Sen gölge varlıksın. Asıl olan benim diye yeniledi ses kendisini. Anlamaya çalışıyordum. Ana rahmindeki bir çocuk kadar hissiz, duygusuz, korkusuz ve bilgisizdim. Sadece dinlemek istiyordum. Sustum ve bekledim. O konuşmaya devam ediyordu.
-Adalet ve zulüm arasında seçenek belirleme işine hayat denir. Ömürse; bu hayatın, içinde, olduğu dar bir koridordur. Adalet tecelli ettiğinde yaşamak, zulüm tecelli ettiğinde adaleti aramak ise yaşlanma sebebidir. Bedenler eşya cinsindendir eskir ve tükenirler. İnsan bedeni sadece” Can” elmasının kâsesi olarak vardır. Can eskimez yıpranmaz ve yaşlanmaz. İnsan ile Allahın emrettiği zamana kadar baki olarak kalır. Sonsuzluk Allah’a mahsus olup Zatı gibi bir sırdır. Kavranamaz ve bilinemez. Acıyı, sevgiyi, dünya lezzetlerini, beden değil can hisseder ve yaşar. Canı olmayanın gamı olmaz. Tüm yaratılanlar yaratılış gayesine uygun hareket ederler, bu yaratılmışlar içinde ancak insan olabilenler, adil davrana bilirler.”Beşer” yani hataya yatkın, mükemmelin inşasına aday ve muhtaç olarak bir anneden yeryüzüne gelen insan, bilgisi nispetinde adil davrana biliyorsa İNSAN değilse. Erkek ya da Kadın olarak ömrünü kemale erdirir. Her şey olabilen insan için zor olan insan olabilmek değil, ölüm kendisini ölümsüz kılıncaya kadar, İnsan kalabilmesiyle mümkündür. Adalet ise Yaratıcının muradı ile gerçekleşir. İnsanın varlık sebebi adaleti temin etmek değil, adil davranmak zulme rıza göstermemektir. Allah bilendir. Âdem ise bilgi edinendir. Ömür; Ölüm kapısını araladığı güne kadar, bilgi edin, edindiğin bilgi ile adil ol. Zira insan için sadece yaptıkları vardır. Ve her insanın hali kendisine münasiptir. Her yaratılmışın bir ömrü vardır. Ömürse ancak ve ancak Ölüm kapısını açacak bir anahtardır. Ömrü olmayanın ölümü olmaz. Ölümsüzlük ise sadece ve sadece İnsanoğluna hediye edilmiş Özel bir mükâfattır. Ve şunu asla unutma. Senin olmadığın yerde hiç kimse yoktur. Dedi ve sustu. Etrafımda birkaç kez dönüp devam etmesini bekledim. Hiç bir şey anlamamıştım. Bu sözlerin hiç ama hiç birisinin bende bir karşılığı yoktu.
Şiddetli bir kapı çarpmasının ardından uyanmış boş gözlerle çevreme bakınıyordum. Adnan koşarak geldi.
-Ah şu çocuklar! Şu kapıyı adam akıllı kapatmayı bir türlü öğrenemediler gitti. aa seni de uyandırdılar değil mi?
-Hı hı ama zararı yok İçim kavrulmuş ya. Bir bardak su versen de içsem.
-Olur hemen getireyim. Ufff ne fana uyumuşum yavv. Çekyatta uyumak ne kadar zormuş. Diyerek gelen suyu alıp içmeye başladım. Bu arada eşim
-Evet, geçen bende uyumuşum dizi izlerken. Her tarafım tutulmuş kalmıştı. Uyumamak lazım buralarda.
-eee akşam olmuş yavv.
-evet. Ben pencereden çocukları çağırayım yine oyuna daldı keratalar. Keratalar derken, biricik yavrularım vurgusu sözün tamamına hâkimdi. Evet, çocuklarda yukarı gelmişlerdi biraz oturduktan sonra yemekler yendi yatak odalarına çekildik. Her şey yine sıradandı. Adnan’a rüyamı anlatmak istedimse de beceremedim. Biraz kem küm ettikten sonra. Amaan! boş ver ya bir sürü zırvaydı işte dedim. Akşama kadar uyumuştum uyku tutmayacaktı biraz bıdılandım. Hanımda zorla kendini uyursun diye ekledi. Hayatım boyunca hanımıma sırtı dönük uyumamıştım. Hanımda bana yüzü dönük uyumayı beceremez ya da sevmezdi. Sırtını dönmesini bekliyordum ama nafile. O uykuya bile geçmişti ve yüzü bana dönük uyuyor, nefesini alıp verdikçe yüzüme çarpan sıcaklık ve kokudan rahatsız oluyordum. Allah Allah, Hanımımın nefesi asla kokmazdı benim. Az eğilerek bir daha koklamak istedim ama çok keskin bir kokuydu hemen sırtımı dönerek, nasıl olsa uyuyor galiba soğan yedi. Diye düşünmeden edemedim. Bana göre saygısızlıktı bu. İnsan yatak arkadaşını düşünmeden koku yapıcı şeyler yememeli diye içlendiysem de sırtımı dönmekle kifayet edip gözlerimi kapattım.
Çok erken uyanmıştım. Herkes uyuyordu ve açlık hissediyordum. Ocağa kahvaltı için çay suyu koyup banyoya giderek elimi yüzümü yıkadım. Sofrayı hazırladım birkaç yumurta kaynatıp televizyon izledim. Çocukların okul vakti geliyordu. Onları uyandırıp sofraya geçtim. Hanımda gürültüye uyanmış olacak ki yukarıda elini yüzünü yıkıyordu. Hemen her şeyi içselleştirmiştim artık yeni durumum beni rahatsız etmiyordu. Kahvaltı yapıp birer ikişer kalktık sofradan. Herkes çekilmişti, sofra yerde öylece bekliyordu. Bende meraklı, meraklı bir sofraya birde hanımın yüzüne bakıp duruyordum.
-Sofra kimi bekliyor ki Adnan?
-Dursun az sonra toparlarım. Bunu söylediğinde çok şaşırmıştım. Zira hemen sofrayı kaldırır ve ardından çocukları giydirir okula yollardı. Bu gün de ben kaldırayım bari diyip başladım toparlamaya. Her şeyi yerine kaldırıp dizdikten sonra nedense evi süpürmek geldi içimden. Süpürgeyi takıp evi dip köşe bir güzel süpürdüm. Çocuk odası dağınık orayı toparlayayım ve saire derken neredeyse öğlen olmuştu artık. Kendimi mutfakta patates soyarken buldum. İçimde tuhaf bir iş yapma isteği ve dudaklarımda tomurcuklanan tebessümlerle hem gülüyor hem Adnan’ın nerede olduğunu merak ediyordum.
-Adnan neredesin. Huuu!
-Geliyorum? Sen hala işe gitmemişsin?
-Evet ya sofrayı kaldır evi süpür derken nasıl zaman geçti anlamadım kendimi mutfakta buldum. Sanırım yemek yapacağım. Derken gülmekten de kendimi alıkoyamıyordum.
-Ellerine sağlık kocacığım deyip yanağıma kocaman bir öpücük kondurmuştu. Bir öpücük insanı bu kadar mutlu eder miydi bilmiyorum ama ben çok mutlu olmuştum. Öpülmek değildi sanırım beni mutlu eden. Verdiğim hizmetin karşılık bulmuş olmasıydı. Adnanken bunu hiç yapmadığım geldi aklıma. Yirmi iki yıllık evliliğimde bir kere bile yapmamış olduğumu fark edince sanırım çok utandım. Bu hareket erkekçe değildi diye aklımdan geçecekti ki. Onu şehvet yüzünden saatlerce öptüğüm aklıma gelince utandım. Yüzümü yere eğmiş görmesini istememiştim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.