- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Falan Filan...(Ya da Filan Falan)"
Yine lodos yine o kahrolası huzursuzluk.
Ne zaman esse bende hep o bildik başağrısı, bir kaçacak delik arama telaşı, halsizlik ve bir güne sığdırılabilecek ne kadar lanet sancı varsa, işte o kadar şey.. Haftasonu pencereden dışarıya bakıp, bu düşüncelerle beynimin deklanşörüne basarken; "-Allah’ım.." dedim. "-Allah’ım n’olur bugün böyle bitmesin."
Saate baktığımda aslında saati görmediğimi yaklaşık üç dakika sonra farkettim. Çünkü baktığımı hatırlıyordum ama saatin kaç olduğunu hala kavrayamamıştım. Kafam yine dağınık. Kırk tane tilki, kırkının da kuyruğu birbirine kördüğüm olmuş, habire çekiştirip duruyorlar. Rambo’yla Rastık odalarında hala mışıl mışıl uyuyorken markete inip üzerime ihale kalan kahvaltı sofrasıyla uğraşmaya karar verdim. Rambo benim yirmi iki yıllık arkadaşım, kan ve can kardeşim. Rastık, dört yıl önce kendi memleketinden işyerinin özelleştirilmesi nedeniyle İskenderun’a gelmiş ve şimdi de artık üçümüzün de işyeri olan limanımızın satılmasıyla aynı kaderi paylaştığımız diğer arkadaş. Düşününce o kadar zorumuza gidiyor ki.. Ben ve Rambo okuldan mezun olur olmaz daha on altı yaşımızdayken girmiştik limana. TCDD’nin öz çocuklarıydık. Demiryolları bizi ortaokuldan sonra bir sınavla bağrına basmış, orijinal hababam yıllarıyla büyütüp besleyip adam etmiş ve sonunda kendi bünyesinde birer ustaya çevirmişti. Sivilcelerimizi limanda patlatmış,flörtlerimizle iş çıkışı liman kapılarında buluşmuştuk. Askere gidiş gelişlerimiz, evlenip çocuklarımızı kucağımıza alışımız, bu kapıdan yediğimiz ve yedirdiğimiz ekmek sayesinde olmuştu.
Yılbaşı gecesi devlet babanın başındaki adam kılıklı zirzoplar, allayıp pullayıp bir de fiyonk bağlayarak yeni yıl hediyesi olarak verdiler, hem de palas pandıras.. Ne zaman aklıma gelse altından kalkana kadar bir zaman acı çekiyorum. Konu arkadaşlardan açılmıştı. O yüzden affına sığınıyorum okuyucu. Arada satır arası notlar olabiliyor işte.
Marketten döndüğümde ikisini de uyanmış, birini buzdolabının içine düşmüş, diğerini de bisküvi ve çikolataların olduğu rafları karıştırırken yakaladım. Elimdeki poşetleri görünce gözlerindeki ışıltıdan günü kurtarmış olmanın keyfi anlaşılıyordu zaten. Kahvaltı hazırlandı, yendi, toplandı diyene kadar öğleyi bulduk.
Elimde televizyon kumandası, ne izlediğimin farkında değilim. Arkadaşlar odalarına çekilmişler, pazar tembelliği jokerlerini sonuna kadar kullanıyorken telefonumu alıp kadınlarımın sesini duymak istedim. İlk duyduğum ses küçük kızımınkiydi. "-Babacığımmmm..." dedi uzata uzata. Keyifliydi sesi; "-Sinemaya gidiyoruz babacım. Annem direksiyonda. Biz seni sonra arasak üzülmezsin, değil mi?"
Bak bücürün dediğine. Niye üzüleyim? Karımın sesini duyuyorum arada;"-Hayatım seninkiler rahat bırakmadı. Ah, bunlar var ya bu cadılar.." Herhalde bensiz sinemaya gitmekten kaynaklanan bir vicdan gıdıklanması. Kızlar gülüyor kikir kikir. Telefon hala ufaklıkta."-Kurban olurum seni yaradana. Kızım üzülmem tabi. Keyfinize bakın siz. Sonra görüşürüz. Ablanı da seni de öpüyorum. İyi eğlenceler. Annenizin elinden tutun kaybolmasın, size emanet.." deyip kapattım telefonu. Annelerini ve evi onlara emanet etmem hoşlarına gidiyor.
Kadınlarımdan üçünün keyfi yerinde. Kaldı biri..
Uzun uzun çaldı telefon. Açmadı ama. Tekrar aradım, gene açan yok. "Bugün hakikaten tarihten silinesi bir gün" diye düşünürken bu defa benim telefonum çaldı. Ağlamaklı ama sesimi duymaktan mutluluğu tavana fırlamış bir tonda karşıladı beni. Muhtemelen sesimi ilk duyduğunda da aynı heyecanla, aynı saf ve tereddütsüz hoşgeldinle karşılamıştır. Otuz sekiz yıldır, her seferinde..
"-Oğluummmm..."
Bu haykırıştan sonra ne varsa dünyevidir artık. Hiçbir önemi yok.
* * *
Sımsıcak bir duş, tertemiz çamaşırlar ve deodorantım.. Beni o gün o saatte mutlu edecek şeyler arasında ilk üçte yer alırdı. Öyle de oldu. Aynada kılığıma kıyafetime son şeklini verip iyice açılmış alnıma (artık kellik deme zamanı gelmiş) son bir bakış atıp, kafayı sıfır numara traşla tanıştırmanın vakti gelmiş diye düşünürken telefonumun sesini duydum. Halil.. Bu, dördüncü araması. Ben duştayken de aramış.
Halil, konservatuarın Türk Müziği Enstrüman Yapımı bölümünün üçüncü sınıfında okuyan yakışıklı bir kardeşim. O’nunla İzmir’de tanıştım. İlk geldiğimde kendimi o kadar kapana kısılmış ve mutsuz hissettim ki, aklıma müzik geldi. Zaten geç başlamış olmanın dezavantajıyla bağlamamdan uzak kalırsam unuturum paniği yaşadım. Sonra bir tesadüf ve iki ayrı koroda Halil’le beraber bağlama icracısı olarak çalışmaya başladım. Hiç küçümsemedi. Tanıştığımız günden beri paylaştı ve hatta beni ateşleyecek, müzikte daha ileri taşıyacak fikirler verdi. Pek severim Halil’i..
"-Abi, işin yoksa buluşalım mı? Sana Bornova’yı gezdireyim."
İşte duaların kabul olduğu an. Evin içinde pineklememek için bir fırsat, bir bahane.
"-Olur" dedim. "-On beş dakikaya kadar çıkarım ben. Nerde buluşuyoruz?"
"-Metro durağından alırım abi seni. "
Akabinde kırk dakika sonra kararlaştırdığımız gibi metro çıkışında buluştuk. Lodos hiç hız kesmedi. Ağaçlararası sevişmelere sebep, polenler havada uçuşurken acele adımlarla kocaman bir alışveriş merkezine girdik. Kalabalık, sadece kuru kalabalık içerisinde biz de amaçsız gezip tozarken bir kitap mağazasının içinde bulduk kendimizi. Rafların çekiciliğine uyduk ve anında dağıldık. Romanlar senin masallar benim, tarih, mizah, klasikler derken, önünde durduğum rafta kocaman bir sözlük çarptı gözüme. TDK yazıyordu üzerinde ve kalın bir kapağı vardı. Gayriihtiyari elime alıp hızla tıııırrrrttt! diye sayfaları atlarken durdurdum. F harfine gelmişim. Sözlük o kadar kalın ki, o kadar "tııııırrrrrtt!" lamaya gele gele f harfine kadar gelebilmişim. "Falan filan" yazıyor. Anlamı "filan falan." Bu ne şimdi, şaka mı? Hayır, ciddi ciddi öyle yazıyordu. "Falan filan = filan falan.." Bıraktım rafa. Dibimde duran pofuduk mindere çöktüm. Halil hala kitaplara bakıyordu. Üzerinde müzik enstrümanlarının resmi olan bir kitabı kurcalıyordu. Kendimi sokağa hazırlamaya başladım. Halsizdim ve iç organlarım sanki asıldıkları ince iplerden kurtulup karın boşluğumda bir yere düşecek gibi hissediyordum. Kalabalığın arasında kaybolacağını bilerek sesimi sadece kendime duyurdum;
"-Lodosları hiç sevmiyorum.."
03/04/2012 İzmir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.