- 967 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Şiirin ve Kutsalın Ortak Paydaları, Mor Taka
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ŞİİRİN VE KUTSALIN ORTAK PAYDALARI :
M. Mazhar ALPHAN
Canlı varlıkların özellikle de diğerlerinden birçok bakımdan ayrıcalığı olan insanların dünyaya Tanrı ve/veya bir enerjiye hizmet için gönderildiklerini biliyoruz. Dini kitapların, mit ve bilimsel çalışmaların insanın varoluş felsefesini birçok şekilde irdeliyorlarsa da dünyanın devamı için insanın üremesi gerekmektedir. "Yoksa boş döner dünya (Aşk Kül ve Köz)" İki ayrı cins olan kadın ve erkeğin dürtülmeleri, birbirlerinden etkilenmeleri, sevginin ve esinin kaynağı olmaları Tanrı’ya döşenen iyi niyet taşlarından bazılarıdır. Mihengi aşktır. Mevlana’nın ve/veya Yunus Emre’nin (Tartışmalı) dediği gibi "Yaratılanı severim Yaratan’dan ötürü"... Kutsal kitap yazılmış en güzel şiir kitabı, bizler de bu kitabın en güzel şiirleriyiz. İmiyiz, imgesiyiz...
Şiirin ve Kutsal’ın ortak paydaları; sevgi, his ve esini Gümüş ve Halhal’ın birbirleriyle "PAYLAŞIM" adı altında yaptıkları yazışmalarda deneysel bir yol izleyerek arayıp yanıtlamaya çalışalım.
...............................................................................................................
GÜMÜŞ: %........
Kıskançlık normal bir duygudur ancak aşırı kıskançlık? Düşünmek gerekir.
Taraflardan biri daha duygusal olup düşünmeden hareket edebilir sevgili Halhal. Birbirini seven, aşırı kıskanan kişiler, ince uzun bir ip üzerinde yürürler. Bu ip, ilişkilerinde onları taşıyan kutsal sağlamlıktır. Zaman zaman bazı nedenlerle öyle bir yere gelinir ki, bu yer ipin inceldiği yer, kıskançlığın da doruk noktasıdır. Eğer ip koparsa tekrar bağlayarak üzerinde yürümeye devam edebilirler. Sevgileri tükenmemiştir ama ipin görünümü artık düz değildir. Bu onları üzebilir. Veya ipin inceldiği yerde ip kopmadıysa, ölümsüz aşkın tarafları o yeri tamir ederek üzerinde yürümeye devam ederler. Bu gibi hassas yerlere geldiklerinde yapmaları gereken şey, daha dikkatli olmalarıdır. Aşklarının, güvenlerinin zedelenmemesi gerekir. Hassas konular, ötelenmeden konuşulmalı, tartışılmalı, çözüm üretilmelidir diye düşünüyorum. Aşk duygularımızın nöbet tuttuğu kutsal birer hazine (İmge) değil mi?
HALHAL:
O ince ip var ya sevgili Gümüş; o incecik, narin ip sakın kopmasın. Kopmaması için gerekli özen gösterilmelidir. Ben ne olursa olsun tamir edilmiş, onarılmış hiçbir şeyin ilk hali gibi sağlam olabileceğine inanmıyorum. Hani bir de köprü örneklemesi vardı anımsarsan (Simge): Köprünün taşlarından biri oynarsa ne olur sevgili Gümüş? Bu en baştaki taş bile olsa eski dengesinde olabilir mi o köprü? Hele bir de ortasındaki dengeyi sağlayan taşa bir şey olursa ne olur? Tüm denge yiter, sonuç yıkım... Bu yıkımı biz yaşamayalım lütfen. Dileğince, dileğimizce olsun yaşamımız…
GÜMÜŞ:
Dediklerinde haklısın. Üzerinde yürünen ipin inceltmemesine çok çaba göstermelidir. Bu ip sevenleri kurdukları cennetlerine taşıyacak duygusal yapı taşlarıyla döşenmiştir. Doğaldır ki üzerinde yürürken çok dikkatli olmak gerektir. Birbirlerine güvenmelidir sevenler. Bunun için de her konuda birbirlerine açık olmalıdırlar. Oturup konuşarak, çözüm üreterek yanlış anlaşılmalar önlenebilir. Her ne kadar birbirlerine bağlı ve ölümsüz bir aşkı paylaşa da insanların birbirlerine kapalı bir beyin yapısı vardır. Bu kapalı bir kutuya benzer. Zaman ve olaylara bağlı olarak, oturup konuşarak karanlıkta kalan bu kutunun bir kısmı aydınlatılabilinir. Böylece insanlar, özellikle sevenler birbirlerini, etkilendiklerini, onları üzen ya da sevindiren bazı şeyleri
yakından tanıma olanağı bulurlar. Tanısı konulmuş her şey, tedavisi kolay bir seyir takip eder. Manevi çöküş tamiri güç hatta imkansız olan bir vakadır. İnşallah bunu sevenler hiçbir zaman yaşamaz...
HALHAL:
Söylediklerine katılmamam mümkün değil, hepsi doğru. Kıskanılmak tabi ki güzel. Bana sorarsan, beni rahatsız eden kıskanılmak asla değil. Suçlanmak... İnan ki bunu yapan sevdiğim, değer verdiğim biri olmasa üzerinde durmam, yanıt bile verme gereği duymam. Kişi kendisine değer veren birine karşı kendisini sorumlu hisseder. Ve o kişiye karşı bir yanlış anlama var ise düzeltmeye çabalar. Yoksa herhangi biri için bu mücadele verilir mi? Ben şahsen bırak derim, ne düşünürse düşünsün... Lütfen bundan sonra dikkat edelim, kırmamaya çalışalım birbirimizi, sevdiklerimizi. İnan ki ben çok zor toparlayabiliyorum her travmadan sonra kendimi. Biliyorsun huyumu. "Boş ver" desem de içimden, beynimde “Neden, nasıl?" soruları hep yankılanıyor. Çok yoruldum Gümüş...
GÜMÜŞ:
Sevgili Halhal, aşka imgesel bir yorum getireceğim. Biliyorsun imge, iki sözcüğün yan yana gelmesiyle farklı anlamda üçüncü bir sözcüğün doğması olarak açıklanıyor. Çağrışımları kişilere özel, anlamları yoruma açıktır. Her sözcük tek başına bir anlam içerse de yan yana geldiğinde imge olmayabilir, hiçbir çağrışım vermeyebilir de. Sevgililer yan yana gelmiş iki ayrı sözcük, iki ayrı dünyadır. Bir uyum içinde iç içe geçerler. Eğer imge gibi çağırışımlar başlıyorsa, yaşanan aşk neler çağrıştırmaz ki…
- Sevenler birbirinin mihrabıdır, birbirlerine yüz sürerler.
- Sevenler bir yeni ayettir.
- Sevenler ulaşılması gereken bir limandır.
-Onlar, günah ve sevaplarıyla doğurtan ve doğurandır. Doğurgan olarak dişi
Tanrı’dan sonra gelir. Sütüyle beslenir gelecek.
- Onlar birbirlerinin Cennet ve Cehennemidir. Araf’ta onlar, Sırat Köprüsü’dür iki arada.
- Çatısı biriyse, eti öbürüdür ve/veya tersi. Her ne kadar ten ve tin olarak ayrı olsalar da gerçekte birbirleriyle yoğrulmuşlardır. Birbirlerinin kısmetidir.
- Birlikteliklerini ayakta tutan denge taşıdır onlar.
- Birbirlerinin canyoldaşıdır. Oturup her konuyu tartışıp olumlu çözümler üreten, paylaşımcı iki kişilik bir örgüttürler.
Görüyorsun Sevgili Halhal sevenlerin bir araya gelmesinin imgesel çağrışımlarını. Aşk, herkesin en kutsal hazinesi. Varsayalım ki sen de benim başucu şiirimsin, her gece döne döne okuduğum. Yaşamımda yazdığım en güzel şiir. Daha güzelini yazamam. Özetle desem de, aşkımın hiçbir zaman özeti olamaz. Evren bizde özet olabilir ve biz bu aşkın içinde birbirimizin çevresinde dönen iki ayrı dünya olabiliriz. Bu aşkı korumak için kendi açımdan çok dikkatli olmam gerektiğini biliyorum. Sevdiğimi üzmemem için, gerekirse bağrıma taş basmalıyım. Sevdiğimin de aynı şeyi yapacağına inanıyorum. Bize sunulmuş bu mukaddes aşkı, ipeksi duygularımızın kundağına sarıp sarmalayarak büyütmeliyiz.
HALHAL:
Sevgili Gümüş, biz seninle imgeyiz mi gerçekten dersin? Varsayalım ki öyle. Sen ayrıyken Gümüş, ben ayrıyken Halhal birleşince ortaya çıkan da ölümsüz birliktelik... Kulağa çok güzel geliyor. Benim bazı sıkıntılarıma bakma sen. Biraz bunu çocukluğuma ver. Belki de ben yaşayamadığım çocukluğumu arıyor, bunu sende yaşamaya çalışıyorum. Bazen çok güzel çocukluk yaşadığımı düşünüyorum ama çoğu kez de bu çocukluğun bir güzelliğinin yanı sıra
büyük olmanın verdiği olumsuzluklarla, sınırlar içerisinde yaşandığını düşünüyorum. Yıllar ilerledikçe, yaş geçtikçe ya da olumsuzluklardan kurtulmak için belki de, büyüklerime hak vermeye başladım, son dönemlerde. Annem beni çocuk denecek yaşta doğurmuş. Çocuğun çocuk yetiştirmesinden ne beklenebilirdi ki daha fazla? Ama anneannem? O yaşattı bana çocukluğumdaki en güzel yıllarımı... Ne alaka değil mi Gümüş? Sen ne diyorsun, ben neye değiniyorum? İçimden gelenler bu, şu anda… Bilirsin huyumu, hesaplaşmalar dolduruyor zamanımı benim ve bunlardan sanırım zor kurtulacağım.
GÜMÜŞ:
Kendinle hesaplaşmaların kendine uyguladığın bir terapiden başka bir şey değil. Başaracaksın. Çünkü “Sevenler bir bütün, iç içe geçmiş bir şiirdir.” demiştim yukarıdaki varsayımımda. Bu şiirin çatısı sadece onlar. Yaşamları boyunca olumlu olumsuz yaşadıklarının onlardaki gelişimi ve bıraktığı izlerle ete, kemiğe büründürecekler bu çatıyı... Gelelim yine birbirlerini seven kutsallara… Sevenler birlikte üçüncü bir dünya yaratırlar. Bu dünyanın özne ve yüklemi de onlardır. Dışarıda kalan sözcüklerle şiirlerini ilmik ilmik örerler. Yani dışlarındaki nesnelerle iletişim kurarak, istedikleri anlamları yüklerler, yüklenirler, çevrelerindekilere sezinletirler. Duygusal patlamaları ya bire bir ya da dolaylı olarak yansıtırlar. Her şeyin başında bence ışık geliyor. Aşkın doruğu beynimiz, şiirimizin kurgulandığı yer, ibadethanemizdir. Hani sen de zaman zaman dersin ya: “Ben seversem aklımla severim” diye, işte sonuçta sana geliyorum, senin düşüncelerinle. Evet, duygular mantığımızın önünde de olsa; sezgiler, beş duyu, beyin tekrar bu yolu tersine kat ederek, bir dönence oluşturuyor. Bu dönencenin mihenk taşı biz olabiliriz. Bu Tanrı’nın birbirlerini delice sevenlere sunduğu kutsal bir armağandır...
Sevgili Halhal, çocuklukta yaşayamadıklarımızı, sevdiğimizde yaşadığımızı düşünebiliriz. Doğrudur. Sevenler birbirinin hem eşi, hem anne babası, hem de canyoldaşıdırlar. Bu yolda ilerlerken daima birbirlerine destek çıkarlar. Bu, bu şiirsel birlikteliğin olmazsa olmazıdır, ayrıcalığıdır. Herkes şair olamaz ama onlar aşklarının şairidir. Evrende, içlerinde ölmeyecek bir sestir.
HALHAL:
Ölümsüz aşklarla ilgili herhangi bir şey söylemeyeceğim. Bu benim için saygıyla karşılayacağım ayrı bir konu. Örneğin; Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem… Burada kavuşamayan iki ayrı dünyanın, keşfiyle ilgili düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım. Kutsala yolculuk… Bundan evvelki yazılarımda aşkın bir imge olduğunu uzun uzun yazmıştım. Varsayalım diyerek bizi örnek vermiştim. Yan yana geldiğimizde içimizde bize özgü üçüncü bir dünya yarattığımızı, onlarca çağırışım yaşadığımızı, elimden geldiğince açıklamaya çalışmıştım. Aşk, kavuşulduktan sonra, iç dünyaların keşfi için çıkılan bir safari olarak ele alınmalıdır bana göre. Kavuşma:
- Sevenlerin birbirlerinin iç dünyalarını sahiplenmeleri, tanımalarıdır.
- Bunu yaparken; sezgilerin, beş duyu organının ve beynin devreye girmesi gerekir.
- Beyin kapalı bir kutudur. Belli zaman, mekan ve olaylarda, karşılıklı terapilerle aralanması gerekir.
- Ten ve tin sonuna kadar açık ve canlı tutulmalıdır.
Özetle aşk; ulaşma, paylaşma, tensel ve tinsel dünyaların keşfidir. Bunun için de zaman, sabır, saygı, anlayış, açıklık, terapi v.b. şeyler gereklidir. Bu araştırma sevenlerin ölümüne kadar sürer. Ölümsüz aşk, bu noktadan bakılıp araştırılması gereken kutsal bir olgudur. Ölümsüzlük buradadır. Sevgililerin birbirlerine kavuştuktan sonra yüz sürmeleri bu sayede mümkündür. Birlikte yaptıkları safariler, bu nedenle kutsal bir düğünün, olmazsa olmazıdır.
GÜMÜŞ :
Sevgili Halhal, şimdi onlar üzerinden "şiir biziz” ’i açıklamaya çalışacağım. Şiir biziz dediğim zaman, şiir ete kemiğe bürünüyor. Tüm verileriyle, organlarıyla yaşama odaklanmış, yaşama asılan, amacı olan canlı bir süreç başlıyor. İçimizdeki bizle, bizi yazıyoruz. Dediğin gibi ruhsal bir safariye çıkıyoruz. Şiirimizi tekrar tekrar kuruyoruz.
- Menzil biziz.
- Menzile giden gemi biziz.
- Yelken biziz.
- Yelkenimizdeki uzun soluklu rüzgâr biziz.
- Şiir biziz, bizi yazıyoruz en gizli koyaklarımıza varmak umuduyla.
Ve biliyorum ki Halhal, sevenlerde bu birliktelik aynı canlılıkla ölüme dek sürer. Ölümden sonra da şiirlerde yaşar. İşte ölümsüzlük budur. Yineliyorum; sevenler birbirlerinin duygularında nöbet tutukları gizli birer hazinedir. Onu korumak sevenlerin kutsal görevidir. Bu görev Tanrının bir lûtfu, armağanıdır. Kıymetini bilmek gerekir.
HALHAL:
Aşktan söz ediyorsun sevgili Gümüş, benim aşk hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun: Aşk bence tutkudur. Ben körü körüne tutkuyu yaşamak istemediğimden, aklımın da devrede kalmasını istediğimden, aşka sevgiyi tercih etmek için zorlamaktayım kendimi... Ne kadar başarılı olduğum tabi ki tartışılır.
Duygular istemesem de ne yazık, akıl sınırlarını zorluyor, hatta aşıyor çoğu kere... Geçmişe bakarsak akıllı bir ölümsüz aşk görür müyüz? Bence hayır... Leyla için Mecnun yıllarca dolanmış durmuş. Ya sonra? Sonrası bir felaket kanımca. Leyla’yı bulunca "O sen değilsin!" demekten bile kaçmamış...
Öyle bir hastalıklı aşk ki bu, yıllarca süründüren, karşısında bulunca ona bile inanmıyor bir seven. İçimden "Vay be salak Mecnun!" demeden edemiyorum ne yazık ki... Diğerlerine bakarsak hep aynı çizilmiş tablolar gördüğüm. O nedenle benim aşkım olacaksa böyle olmasın Gümüş, olmasın ki ben gözümde bir ulaşılmazı yaratmayayım. Ben sevdiğimi olduğunca, olduğu gibi seveyim.
Ne bir eksik ne de bir fazla. Tabi ki çekinmiyorum bazı bana ters gelen davranışlar hissettiğimde, gördüğümde, sevdiğime söylemeye... Neden? Çünkü sevenler açık ve dürüst olmak zorunda. Sen de hoş kal, hoşluğunla kal, hiç değişmeden, olduğun gibi kal...
GÜMÜŞ :
Sevgili Halhal, ben aşkta söz ederken ulaşılmayan değil, ulaşılmış olan aşktan söz etmiştim. Bu konudaki düşüncelerini de biliyorum. Aşıklar, birbirine sahip iki delidir. İmgesi olan bir şiirdir. Sevenlerin yolculuğu iç evrenlerinde sürer, gider. Bu yolculuğu safari olarak betimlemiştim. Birbirlerindeki aranışları tensel ve tinsel olduğu kadar, mantıksal demiştim. Bunu da sezgiler, beş duyu organı, beyin ve tekrardan geriye dönüş, kısaca bir süreç olarak açıklamıştım. Birbirlerine yaptıkları her yolculukta birbirlerini daha iyi tanıma olanağı bulurlar. Her ne kadar sevgiye ben, aşk diyorsam, imgesi bol bir şiir olarak tanımlıyorsam da keşfedilmemiş iki ayrı dünyadan söz ediyorum. Bu iki ayrı dünya, birbirlerini tanıdıkça, birbirlerine daha fazla yakınlaşır. Bu tanıma ömürleri boyunca devam eder sevenlerde, hiç bitmez. Onlar sezgilerinden damıtılmış cansuyu gibi içer birbirlerini. Sarhoş olurlar. Kevser dedikleri bu olmalı. Bir şiirimde söylediğim gibi: "İçebilmek seni yaşam boyu / Ete bürünmüş kadehinden" Ne güzel içten bir sesleniş, ne doğru bir saptama. Bu sözcüklerde ete kemiğe bürünüyor sevenler. Bu sözcüklerle hasretini çekiyorum sevdiğimin. Yeri geliyor sunağım oluyor, ona yüz sürüyorum. Birbirimizin içinde uzun soluklu bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte.
HALHAL:
Aşktan söz etmeyeceğim şimdi. Çünkü ikimizde bulduk aşktaki ortak paydayı: Ulaşılmazlık değil kavuşmak olmalı ölümsüzlük aşkta. Bilirsin tutkunumdur çingenelere. Birçok yazımda, şiirimde işlemişimdir onları. Adeta özdeşleşmek istemişimdir onlarla. Hatta, olanağım olsa da onlarla bir süre yaşayabilsem, derim çoğu kere. Neden bu "çingene" tutkum dersin? Benim için çingene "Özgür Ruhu" temsil eder ki, bu ruh toplumsal ahlakın kölesi olanlara karşıdır. Burada Nietzsche’ye değinmeden edemeyeceğim. Demiş ki: "Üst-insan kendi ahlakını yaratan, kendine sunulan ahlaka başkaldıran insandır. " İşte çingene demekle ben de "başkaldırı" anakonusuna takılıyorum belki de. Çingeneler de Nietzsche gibi toplumsal ahlakın kölesi olanlara karşıdır diye düşünüyorum. Onlarda içteki patlamaları yaratan isyan duygusu var mıdır acaba? Bence yoktur. Çünkü, onarın özgür ruhu, bu duyguları yaratmaya uygun değildir. Gönüllerince sevmeyi, eğlenmeyi kısaca davranmayı seçmiştir onlar. İçimizde patlamaya hazır isyan duyguları eğer çingenenin özgür ruhuyla buluşabilseydi, toplumsal baskı nedeniyle çekilen acılar azalır, belki de son bulurdu değil mi Gümüş? Çingeneler en çok Akdeniz kıyılarında konuçlanırmış okuduğum bir yazıya göre. Bu da bende Akdeniz insanının bazı özelliklerini düşünmeme itti. Akdeniz insanı gerçekten daha özgür ruhludur diğer bölgelerde yaşayanlara göre. Bu insanlar çingeneler kadar özgür ruha sahip olmasalar da yazarak bu özgürlüğe ulaşmaya çalışmışlardır. Dikkat edersek ne çok yazar, şair çıkmıştır Akdeniz insanından. Şairlik de bir özgürlük değil midir? Ama bu özgürlük, özgür bir ruhtan öte isyankar bir ruhla oluşmuştur. Şair sözcüklere ruh vererek, sözcükleri damıtarak ruhunda patlamalar yaratır. Sevenlerse iki farklı şiir. Ancak bu farka rağmen çoğu kere ortak bir paydada buluşabilen iki şair. Aşkları da iki ayrı kalemden çıkan ortak bir şiir...
GÜMÜŞ:
Sevgili Halhal kutlarım. Ortak paydada buluşmamıza rağmen bazı noktalarda ayrılıyoruz. "Ulaşılmazlık değil kavuşmak olmalı ölümsüzlük aşkta" diyorsun. Yanıt olarak bundan önceki yazılarıma kısaca değinmek istiyorum. Evet, gerçek aşk, kavuşmak ve ötesi olmalıdır. İki ayrı dünyadan bahsetmiştim. Bir araya gelmiş, iç içe geçmiş anlamsal bütünlüğün olan bir şiir demiştim. Ama, bunun sevenlerin birbirlerini tanımaya yeterli olmadığını söylemiştim. Bir ömür boyu sürecek birliktelikte, yaşanacak olaylar karşısındaki duruşun, sorunlara çözüm üretmenin, ne denli önemli olduğu vurgulamıştım. Bir ömür boyu sürecek tensel ve tinsel safarilerin nedeni de budur. Kutsal bir sınav... "Benim için çingene “Özgür Ruh” u temsil eder ki bu ruh, toplumsal ahlakın kölesi olanlara karşıdır." demişsin. Devamında Nietsche’ nin sözünü örnek olarak veriyorsun. Biz ayrı bir şey mi yapıyoruz? Şöyle ki biz, bizi yaratan bir duygu bütünüyüz. Sezgilerimizi duygularımız aracıyla beyin süzgecinden geçirerek bir bütüne varıyoruz. İki özgür kişinin, beraber yazdıkları ölümsüz bir aşk şiirinden bahsediyoruz. Şiir başlı başına bir başkaldırı değil mi? Toplumun bize dayattığı, dayatmak istediği şeylere baş kaldırmıyor muyuz? Toplumsal ahlakın kölesi olmadığımızı ispatlamadık mı? Ve hâlâ da kendi şiirimizi yazarak üstaşkı, üstdili; kendi sezgi, duygu ve mantığımızda aramıyor muyuz? Şiirlerimde sevdiğimin obası ben değil miyim? Sevdiğime sunduğum özgürlük bu değil mi? Sevenlerin birbirlerini ömür boyu tanımak için, iç evrenlerinde ayrı ayrı ve birlikte çıktıkları safariler üst insan olmamızın bir gereksinimi değil mi? "Onlarda içteki patlamaları yaratan isyan duygusu var mıdır?" diyorsun. Çingene ruhu, dışlanmışlığın, ezikliğin, horlanmanın isyanından başka nedir ki? Gülen her insanın içinde ağlayan bir insan vardır. Onların bu vurdum duymaz halleri, devamlı neşeli görünmek istemelerinin altında, hüzün yok mudur? Özgür olmaya gelince kim ister ki yeri yurdu olmadan devamlı göçer yaşamayı. Belki biz göçer bir milletiz ama şimdi devamlı oturduğumuz bir yerimiz var. Gezmeyi sevsek de, dönüp dolaşıp geleceğimiz yer, yine konakladığımız yer. Sevenlerin özgürce dolaşacağın yer, keşfedilmeyi bekleyen, yarattıkları iç evrenleridir. Şiirimizin tamamlanması için, birbirimizin ölünceye kadar, aranışı olmamız gerekiyor. Sevenler "Şiir biziz, biz olmaya da devam edeceğiz." derler. Ölümsüz aşkı yaşayıp, yaşatanlara selam olsun...
"Tutunup çıkıyorum yedi kat seni/Dolana dolana iniyoruz birbirimize/Bilinmeyene"
İç içe geçmiş iki ayrı dünya olarak sevenler birbirlerine, birlikte bir yolculuk yapıyorlar. Bu ölünceye kadar sürecek yolculukta belki de, dört kapıdan geçip, kırklarına uzanacaklar. Yedi mevsim soyunup giyinecekler birbirlerini...
Bir şiirimde şöyle diyorum;
"Kökten ışığa sürgün veriyorsun, tomurcuğa çatlarken içgüdülerin / Renklerin tonunda dillenen soluğumsun, sabah serinliğimsin büyülü/ ... / "Başucu dualarımsın, her gece döne döne okuduğum".
Her şeyde sevgiliyi görmem, yaşamam, kendi toplumsal ahlakını yaratmış olmandan kaynaklanmıyor mu? Doğanın kendi kanunları aşk içinde, özgürce düşünüp, başkalarının bize dayatmak istediği toplumsal, ahlaksal köleliğe bir karşı duruş değil mi yaşadıklarım? Çatısı biz olan şiirimi ete kemiğe büründürmem bunun doğal bir sonucu değil mi? Bana dayatılmak istenen toplumsal ahlaka; şiirimle, "Kimilerine göre" sakıncalı birlikteliğimle karşı durmuyor muyum?
Sevdiklerime duyduğum sezgilerimin dışa vurumu hep bu çerçevede gelişiyor. Coşkulu ve ölümsüz. Ona yüz sürmem boşuna değil. Onu kendime sunak yapmam, kendi hür iradem, ahlak anlayışımdandır. Bu bir kutsal evlilikten başka nedir ki? Kutsallık ve şiirsellik.