Kızıl Ufkun Savaşçıları
Güneş yorgun argın akarken dağların ardına ulaşılmaz ufuklarıma kızıllık bırakıyor ağzıma aldığım lokmayı tıkıyordu genzime. Susuyordu benliğim kızıl ufkun savaşçılarına iki damla yaş bırakıyordu gözlerim yeryüzüne. Yürümekten yorulmuş ayaklarımı dinlendirmek için ecdadıma teşekkür ederek asırlık ağaca dayıyordum sırtımı. Benliğim bencilliğimin önüne geçiyor dimağımın bir köşesine şükrederek bedenimi atıyordu Çanakkale sırtlarına. Koca seyit onbaşı oluyordu avuçlarım sanki yeniden dirilirmişçesine kavrıyordu 200 kiloluk top mermisini ve sürüyordu topun ağzına susuyordu yer, susuyordu gök, yıkılıyordum yerlere kararıyordu belki dünyam ama diriliyordu millet, diriliyordu
Mehmet, tarih yazıyordu garbın ve şarkın ufuklarına. Merhamet diyordu toprak merhamet. Bu kadar kana susamadım ki ya rab merhamet.
Evet, bu kadar kana susamamıştı toprak lakin kana susayanlar vardı bu vatan topraklarını kana sulamak için uğraş verenler top yekün olmuş 1914 yılında 1. Dünya savaşının başlaması ile itilaf devletleri bu isteklerini gerçekleştirme fırsatının olduğuna inandılar. Kendi emel ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için özellikle İngiltere ve Fransa 3 Kasım 1914 günü asla arzularına kavuşamayacakları bir savaşa kalkıştılar. Sabahın alaca karanlığında daha seher yeli bile esemeden Bozcaada’dan Boğaz’ın ağzına doğru yaklaştılar. Buradan Çanakkale sırtlarına doğru ateş açmağa başladılar İngilizler Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarına, Fransızlar ise Anadolu yakasında Kumkale ve Orhaniye tabyalarını havan toplarıyla dövmeye başladılar aklın ve mantığın almadığı Çanakkale savaşı başlamış bulunuyordu.
Oysa onların unuttuğu bir şeyler vardı tarihin derinliklerinde. Bugüne kadar esaret boyunduruğunu boynuna takmayan bir millet yani Türk ulusu vardı karşılarında. Akıllarını azıcık zorlasa idiler Oğuz Kaan’dan Alparslan’a ve Osman gaziye kadar defalarca kez devlet kurmuş bu milletin, yenilgiyi asla kabul etmeyeceğini ve ölmeden teslim edilecek bir karış toprağını vermeyeceğini hatırlayacaklardı.
İngilizler ve Fransızlar zayıf Türk savunmasını kolayca susturarak Boğaz’ı kolayca geçebileceklerim umuyorlardı. Bu umut ve güvenle 18 Mart 1915 günü düşman savaş gemileri şiddetli bir ateşe başladılar. Rumeli Mecidiyesiyle merkez bataryaları şiddetli bir ateşe tutuldu. Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarına yüklendi. Bunu gören Dardanos bataryaları ateşi üzerlerine çekmeye çalıştı. Az sonra, tüm gemiler, Dardanos’a saldırdı. Dardanos tabyamız saldırılara şiddetle karşı koydu. Bu arada Mesudiye tabyası da ateşe başlamıştı. Mesudiye üzerine ateş açılınca Hamidiye onun yardımına koştu. Bu arada kıyı bataryalarımız düşman üstüne ateş yağdırmaya başladılar. Bunalan düşman kaçmak isterken topçu atışlarıyla karşılaşıyordu. Düşman gemilerine göz açtırılmıyordu. Karşılıklı bu korkunç bombardıman bir saat kadar sürdü. Bu karşılıklı bombardımanı bir yabancı yazar şöyle anlatıyor:
«insan manzarayı gözlerinin önünde canlandırabilir. Kaleler, toz duman bulutları içinde kaybolmuşlarda Yıkıntıların arasından arada bir alevler yükseliyordu. Gemiler, çevrelerinde fışkıran sayısız su sütunları arasında yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve serpintiler arasında iyice görünmez oluyorlardı. Tepelerden ateş eden havan toplarının alevleri görülüyor, ağır toplar yer sarsıntıları gibi gümbürdüyordu.»
Bombardıman sırasında Türk tabya ve bataryaları büyük zarar görmüştü. Amiral Robeck Fransız gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini ileri sürdü. Tam bu sırada müthiş patlamalar oldu. Bouvet ve Suffren savaş gemileri mayına çarparak sarsıldılar, manevra kabiliyetini kaybettiler. Bir gece önce Nusret mayın gemisinin döşediği mayınlar görevlerini yapmışlardı. Boğazın berrak sulan üzerinde bir dev gibi yatan Bouvet ve Suffren’e tarihi Hamidiye bataryamızın keskin nişancıları ateş açtılar. Çanakkale Geçilmez kitabının yazarı Alan Moorehead olayı şöyle anlatıyor.
«Saat 13.45′de Suffren’in az gerisindeki Bouvet müthiş bir patlamayla sarsıldı. Güverteden göğe kesif bir duman yükseldi. Gittikçe hızlanarak yana yattı, devrilip gözden kayboldu. Olayı görenlerden birinin ifadesine göre «Bir tabak, suda nasıl kayıp giderse o da öylece kayıp gitti.»
Düşman güçleri 25 Nisan 1918 sabahı Mustafa Kemal’in düşündüğü noktadan saldırdı. 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Kocaçimen’de Conkbayır’da savaştı. Cephanesi biten askerlere :
— Süngü tak! Emrini verdi. Daha sonra ;
— Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir, dedi.
Bu zihniyetle büyük taarruza gecen Türk ordusu 18 Mart 1915 tarihinde kesin zafere ulaşmış oldu. Atalarımın kahramanca savaşında 250 bin Türk evladı şehit olmuş onca yaralı ve gazide sakat kalmıştı. Şimdi sırtımı dayadığım asırlık ağaçtan doğrulurken Kızıl Ufkun Yüce Savaşçılarına bir kez daha teşekkür ediyor Merhameti ve cesareti yüreğinde barındıran aziz atalarımın önünde saygıyla eğiliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.