KARNEYİ OKUMAK
Karne bir aynadır. Ona bakan kendini görür.
Karne, o ünlü masaldaki ayna gibi her zaman doğruyu söyler. Bizim “Ayna ayna, söyle bana bu dünyada var mı benden güzeli” dememizi beklemez. İyi veya kötü, gerçek ne ise onu söyler. Lafı dolaştırmadan. Doğrudan.
Aynaya üstünkörü bakan, onda iç içe geçmiş, emek ve sorumluluktan örülmüş başarılı veya başarısız desenleri elbette göremez. O bir hediyedir. Bize çaba ve gayretimize karşılık allanıp pullanıp takdim edilen. Bu hediye paketinden eğer istediğimiz hediye çıkmıyorsa dönüp kendimize bakmalıyız. Başarısızlığı başkasına yıkmak insan benliğinin tereyağından kıl çeker gibi zahmetsizce, kendi aklını dahi uyutarak yaptığı bir iştir. Kendimizi sorgulamalıyız. Bir adliye hakimi gibi kesin ve kati yargılarla olmasa da bunu yapmalıyız.
Sadece bir karneye bakarak öğrenciyi günah keçisi yapmak veya eline su dökülmez bir dahi olarak adlandırmak kolaycılık olur.
Karneye bakan öğrenci kendini görür. Bir dönem, bir yıl boyunca harcadığı emeğin karşılığı ellerindedir. Yıl boyunca iyi çalıştı ise hasatta iyidir, yüzü güler… Aksi taktirde küme küme bulutlar geçer bakışlarından, içinde bir deniz kabarır, demirleyecek liman arar, ama demirleyecek liman nerede.
Karneye bakan anne-baba keza öyle. Gördüklerini çoğu kez sadece çocukları zanneder aileler, oysa gördükleri kendilerinden başkası değildir. Ellerindeki aynada gördükleri telli pullu, hoşlarına giden, gönüllerinden geçen hediye ise öğrenciden çok sahiplenirler karneyi. “İşte bu benim oğlum, kızım” derken açığa vururlar bunu. Aynada gördükleri asık bir surat ise bu asla ve asla kendileri olamaz. Olsa olsa haylaz çocuklarının azar işitmeye alışmış ekşi yüzüdür. Onlar eğitim hayatları boyunca hep başarılı bir öğrenci olmuşlardır. İftiharlarla geçmişlerdir sınıflarını. Sabah kalkıp kahvaltısını hazırladım mı? Derslerinden ve okuldan, oturup onunla konuştum mu? Televizyona ve komşularıma ayırdığım zamanı ona da ayırdım mı? Erinmeyip, çağrılmayı beklemeden okula gittim mi? Öğretmenleriyle görüşüp neler yapılabileceğini konuştum mu?... Bu ve benzeri soruları sormak aklından bile geçmez.
Karneye bakan öğretmen kendini görür. Eğer görmüyorsa göz doktoruna değil ama belki Eğitim Fakültesine dönmelidir. “Geç anlayan bir öğrenciydi, biraz vurdum duymaz, derslerden çok oyuna düşkün bir çocuktu” gibi beylik cümlelerle yapılan basmakalıp bir değerlendirmenin kimseye bir faydası yoktur. Öğretmen en azından ben ona herhangi bir ideal verebildim mi, kendini keşfetmezi için imkan sağladım mı, diye düşünür, düşünmelidir. Ben bir öğretmenim, kılı kırk yararım, kimsenin hakkını yemem, diye hamaset edebiyatına girmeden ne yaptığını ve ne yapabileceğini düşünmeli. Her öğrencinin kapasitesinin ve ilgi alanlarının farklı olduğunu akıldan çıkarmamalıdır.
Karneye bakan müdür, karnede öğrenciden ve ailesinden çok kendini ve okulunu görür, görmelidir. Okuldaki eğitim-öğretimin aksayan yönlerini karneler üzerinden de değerlendirebilmelidir. “Çok iyi, aferin. Kötü, çok çalışmalısın.” türünden kalıplaşmış sözcüklerle sahibine iade edilen aynanın sırları dökülmeye başlamıştır. Baktığını görecek ellerde dolaşmayan karne taşlara düşüp dağılmış aynadır. Amacına ulaşamadan heder olmuştur.
Karnenin sadece bir karne olduğunu akıldan çıkarmamalı, karneyi bir hayat-memat meselesi haline getirmemeliyiz. Başarısız kabul edilen karnenin telafisi her zaman için mümkündür. Yeter ki doğru değerlendirmelerle ileriye dönük isabetli kararlar alalım. Bu kararları uygulamada okul, öğretmen, aile ve öğrenci olarak birlikte uyum içinde çalışalım. Aşılması güç gibi görülen dağ gibi nice sorun inançla çalışmanın önünde buzdan kaleler gibi eriyerek baharda tabiatın yeniden dirilişine vesile olur.