- 1033 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GECE OYUNLARI
GECE OYUNLARI
Dört arkadaştılar; Oytun, Altuğ, Semih ve Orkan. Üniversite yılarından beri caz müziğine gönül vermiş, bununla da kalmayıp bizzat içine dalıp uğraşmış ve geçen yılların deviniminde bu tutkularını yitirmemiş dört arkadaş…Her hafta sonu Oytun’un gece kulübünde “Night Game” de buluşup kendi müziklerini yaparlar ve bir parça olsun heveslerini tatmin ederlerdi. Kulüp sahibi Oytun bateri de mükemmeldi, Altuğ ise saksafon da…Semih ise Orkan’ın da katılımıyla solistlik yapardı, aslında hepsi de vokale dahil olurlardı bazen. Müzikleri sevilir, beklenir ve özellikle tercih edilirdi belirli bir kesim tarafından. 40 lı yaşlarını sürmekte olan bu adamların hafta içi uğraştıkları işler ise bambaşkaydı. Oytun malum gece kulübü ve bir de sahil cafesi işletiyordu ve sosyete de pek makbul yerlerdi buralar. Aslında işletme okumuştu ve bankacı olması bekleniyordu. Denemişti bankacı olmayı, kravat, takım elbise içine bedenini ve ruhunu hapsedip bankonun arkasından, bilgisayarın gerisinden hayata bakmayı…Bir öğleden sonra yemeğe çıkmış ve bir daha dönmemişti bankaya…Hayatının geri kalan kısmında sıkı bir takım elbise gibi ruhunu kuşatmaya kalkan iki kadından da aynı şekilde kaçmıştı, habersizce, aniden, hiç beklenmedik şekilde ve nazikçe kapıdan çıkmış ve 2 hafta sonra da eşyalarını aldırmıştı. Her iki eski eşinin de sonradan bir bankacıyla evlenmiş olmaları da enteresan bir ironiydi aslında…Her neyse hayatın bütünü bir mizah oyunu değil miydi zaten…Kendisini sürekli aynı esprileri sıralamak zorunda kalan bir meddah gibi hissetmesi de bu yüzden olsa gerek…Kadınların yüzde 90 ı aynı esprilere aynı şekilde gülüyor, aynı iltifatları bekliyor, aynı mekanlara takılmak, aynı hediyelerle şımartılmak istiyordu…Oytun bunların sırasını da iyi ezberlemişti…Ezberini bozduracak kadını hayal ediyordu ama…Hayal ediyordu işte…Hepsi bu.
Doktor Semih için hayatın yönü çok başka olmuştu ama vardığı nokta yine de aynıydı. Her şeyi kendinden beklenildiği biçimde yapmış olmak gibi üstün bir özelliği vardı. Söz dinler bir evlat, çalışkan bir öğrenci, parlak bir genel cerrah, sadık bir koca, mükemmel bir baba…Semih buydu işte…Hayatında kıpırtı, tutku, merak, heyecan yoktu ama kimin hayatı film tadındaydı ki…Tek renk hafta sonu buluşmaları ve müziği idi…Karısı bir iki kez gelip dinlediyse de çabuk sıkılmıştı, kendisi gibi doktor olan Nevin için eğlence göbek atmak, oynamak, içmek ve dağıtmak gibi klişelere bağlıydı. Bu yüzden evde Leonard Cohen’i kulaklıkla dinlerdi Semih…Nevin dizilerini seyrederken…
Tanınmış iç mimar Altuğ ise tam tersine deli dolu bir karakter olmak zorundaydı ve bu bazen inanılmaz yorucu olabiliyordu. Uzun saç, küpe gibi alameti farikaları dışında, entelektüel söylemleri, sıra dışı tasarım giysileri olmazsa olmazlarıydı…Sanki bir gün herkes gibi eşofman giyip gezse tüm İstanbul keskin bir AAAAAA nidası ile titreyecek gibiydi…Velhasıl eksantrik olmak dışında bir tercihi yoktu Altuğ’un…Haliyle uzatmalı balerin sevgilisi ile uzatmalı ilişkilerine evlilik gibi normlara dokunmadan devam etmek zorundaydı…Oysa yorulmuştu Altuğ, pijama giyip, sabah çorbası içmek ve karısının eline vereceği kahveyi höpürdetmek istiyordu.
Gelgelelim Orkan onun da uzatmalı depresyonu yüzünden bir çok terapist zengin olmuş, adını camiada duyurmuştu ki bu da ayrı bir konu…Orkan tam anlamıyla baba parası yiyerek hayatını geçiren bir aylak formatındaydı. İşletme okurken sıkılıp matematiğe geçmiş, sınıfta kalınca yönünü jeolojiye ordan da akıllara zarar bir şekilde hepsini bir kalemde silip gemi mühendisliği okumuştu…Buyurun buradan yakın… İşin aslı inanılmaz bir zekaya sahipti Orkan ve bu yük ile ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içindeydi…Kendi nitelikleriyle baş edemeyince çareyi depresyona sığınmakla bulmuştu, bu da enteresan bir durumdu zira Orkan depresyonda olmayacak kadar canlı bir karaktere sahipti…Bununla beraber o depresyonu ile kendini oyalamayı, terapistleri de ceplerini doldurmayı seviyorlardı.
Dört arkadaş o gece de yine Night Game de bir araya gelmişler sahne öncesi muhabbetlerini yapıyorlardı…Erkek erkeğe takılmanın inanılmaz bir hafifliği vardı…Argo serbest, maçlardan ya da siyasetten konuşmak ise Allahın emri gibiydi…Altuğ öndeki boş masaları merak edip sordu
- Oolum rezerve dedi Oytun sırıtarak…Hayranlarımız ayırtmışlar sabahtan…
- Deme… Altuğ keyiflendi…Orkan sıkıldı hafiften, Semih ise gevşedi sanki…
Boğaz da, gecenin denize vuran ışıklarıyla yıkanan gece kulübünün lacivert ağırlıklı dekoru Altuğ’un elinden çıkmıştı ve son derece beğenilmişti…
O Cumartesi gecesinin özel bir durumu vardı aslında, gece yarısından sonra ay tutulması olacaktı...Bizim dörtlü de tam o anda sahne almaya karar vermişlerdi.Gecenin gizemine uygun şekilde ışıklar azaltılmış, mumlarla ve kandillerle aydınlatma sağlanmıştı. Saat gece yarısına yakındı veya tam da gece yarısıydı ki içeri hafif bir rüzgar ile birlikte kırmızı elbiseli, siyah uzun kıvırcık saçlı genç bir kadın ve yanında gölge gibi siyah giyimli iki adam içeri girip öndeki rezerve masalardan birine oturdular…Kadının boynunda kocaman bir ayna kolye asılıydı. Öyle büyüktü ki insan kendi yüzünü rahatlıkla görebilirdi…Sonra siyah giyimli başka adamlar ve kadınlar gelip tüm rezerve masaları doldurdular…Tuhaf bir sessizlik, anlaşılmaz bir serinlik vardı içerde…Ürperen Oytun ısıtıcıları açtırdı sonuna kadar ve sonra geleneksel olarak yaptığı şekilde masalara hoş geldinize gitti…Kırmızılı kadın ona doğru döndüğünde ise gözlerine şimşek gibi giren ışıkta irkildi ve aynada yüzünü gördü…45 yaşındaki Oytun değildi kendisine bakan…9 yaşındaki Oytun Emre idi…Annesi ağlıyor, babası ise eşyalarını topluyordu. Babasının biricik Emresi, annesinin Oytuncuğu ise koltuğun arkasına gizlenmiş koluna iğneler batırmakta idi…Kim söylemişti hatırlamıyordu ama eğer yeterince canının acıtırsa, hatta kanatırsa, yaralarsa her şey eskisi gibi düzelir anne, baba ve Oytun olabilirlerdi...Ama olmadı kendini bıçaklasa da değişmeyecek şekilde anne, Fethi amca, Gökhan ve Oytun oldular ya da hafta sonları baba, Serpil Abla ve Oytun…
-Oğlum bak Serpil ablan ne güzel makarna yapmış yesene…
- Oytuncuğum Gökhan ile oynasanıza beraber…
- Emre bil bakalım sürpriz ne ?...Sana kardeş geliyor…
- Oytun senin ve Gökhan’ın bir kardeşiniz daha olacak ne hoş değil mi ?...Belki de kız olur ha ?...
- Oğlum neden sınıfın camını kırdın dersin ortasında yeter diye bağırıp cama vurmuşsun neden yaptın ?...
- Emre sen bankacı olmalısın oğlum, kız kardeşin Nilüfer ise öğretmen olsa ne iyi olur.
- Gökhan mühendisliği kazanmış, sen işletme de kaldın.
Elleriyle kulaklarını kapatsa iç sesleri susar mıydı acaba…Emre değilim ben diye fısıldadı…oğlum Oytun da değilim…
- İyimisin patron ?
Aniden gözlerini açtı holdeki pencereden sarkmış derin derin soluk almaya çabalarken buldu kendini…İyi de buraya nasıl gelmişti hiç hatırlamıyordu. Garip bir biçimde pencere pervazına oturup ayaklarını gecenin siyahına daldırıp bir sigara tellendirmek geçti içinden…Garsonu gönderip pervaza çıktı ve…
O sırada Altuğ kırmızılı kadının sigarasını yakmakta ve derin dekoltesinden fırlayan göğüslerinin fildişi yansımalarına dalmaktaydı…Birden çok ama çok karanlık geldi ortam ve sıkıntı ile doğrulup etrafına bakındı…Gerçekten bütün mumlar sönmüş garip bir sessizlik sarmıştı her yeri…Mekanı dolduran kalabalık ise silik gölgeler gibi aynalara yansımakta idi…Yüzü olmayan mürekkep lekelerine benzetti onları Altuğ ve sırıttı…Çini mürekkebini çin ipeği halıya döktüğü gün gelmişti aklına…Tam tamına 6 yaşındaydı. Annesinin cici halısı, cici lambaları, cici gümüşleri ve bir sürü cici bir şeysi arasında cici olmayan Altuğ vardı…Pardon Altuğ Mirza…Dedesinin adını 18 yaşına girdikten hemen sonra mahkeme ile yok etti ve kurtuldu…Cici olmayan Altuğ sadece ilginç bir şey yaptığında sevildiğini anlayınca, hep ilginç bir şeyler icat etmekte gittikçe ustalaştı ve giderek sıra dışı Altuğ haline dönüştü. Oysa tek istediği cici Altuğ olmaktı o da tuhaf bir durumdu…
- Altuğ odanı yine dağıtmışsın
- Oğlum salak mısın ne bu derslerin hali ?
- Sen beni öldürecek misin çocuk yine cam kırmışsın…
- Ben bıktım bu çocuktan al götür…
- Nasıl yani ?
Altuğ 15 yaşına geldiğinde annesinin annesi olmadığını, gerçek annesinin onu doğumdan sonra terk edip gittiğini ve babasının Lale Hanım ile kendisi 1 yaşındayken evlendiğini öğrendi. Ve yukarda ki “Nasıl yani “nin de anlamını kavradı…Cici olmayan Altuğ geri kalan hayatını babannesi ve dedesi ile sürdürdü.
Çok sıkıyordu bu tasarım giysiler onu. Hepsini çıkarıp basit bir şeyler giyinip basit bir kanapede basit bir ev battaniyesine bürünüp uyuklamak istiyordu. Konsere daha vardı soyunma odalarına girip askıda duran kotu ve gömleği giydi sonra da küçük kanapeye kıvrılıp gözlerini kapadı…Battaniye yoktu ama olsun ceketine sarındı.
Aynı saatlerde Orkan bir türlü tutulamayan ayı seyrediyordu. Bir kadeh çınlaması onu penceresinden ayırdı ve arkasına dönüp baktı…Gözlerini ovuşturup bir kez daha baktı…Kırmızı elbiseli kadınla hararetli bir sohbete dalan siyahlı adam Numan Bey idi yani Orkan’ın babası…
- Burada ne işin var baba ? bu nasıl olur ?
- Oğlumu izlemeye geldim.
- Sen müziğimi hiç sevmezsin ki…Yani sevmezdin.
- Pervin bana cazın anlamını anlattı oğlum ve bende çok etkilendim, düşündüm bunca zaman hata etmişim…Birde…
- Bir de ne ?
- Pervin bana senin çektiğin azabı da anlattı.
- Pervin kim neler oluyor ?
- Bir aile dostumuz oğlum…
Kırmızılı kadın, ya da Pervin gülümsedi sıcacık, elini uzatıp Orkan’ın yanağını okşadı bir çocuk gibi.
- Bugün günlerden ne Orkan ?
- Ayın 12 si mi
- 12 Nisan oğlum.
- Eeee nolmuş ?
- Sen kendi doğum gününü unutacak kadar mı uzaklaştın kendinden ?
- Hediye olarak yıllardır istediğin şeyi getirdim sana...
- Neyi ?
- Seni…
Olağanüstü bir zekan var Orkan…İş bu cümleye bağlanınca kaçardı Orkan. Psikiyatr dan da, okuldan da, sevgilisinden de kaçmıştı nitekim…
- Ne yapacağım ki ben kendimle ?...
- Hiçbir şey …
- Hiçbir şey mi ?...
- Evet kendini kabullenip canın ne istiyorsa onu yapacaksın.
- Canım ne istiyor ?
- Ne istiyor gerçekten ?
Orkan hayat boyu bu soruya uygun bir cevap bulamamışsa da o gece ne yapmak istediğine aniden karar verdi. Altuğ’un mışıl mışıl uyuduğu soyunma odalarına girip pandomim giysilerini giyindi ve kendini sahneye attı…
Süper doktor, harika koca, mükemmel baba Semih ise o sırada kırmızılı kadının masasındaki adamın nabzını sayıyordu…Adamcağız içkiyi ve yemeği fazla kaçırmış, çarpıntıya yakalanmıştı. Aniden genç kadının boynundaki aynada kendini gördü ve elektrik çarpmış gibi irkildi…
Semih ertesi hafta eve ilk mektubunu Guatemala’dan gönderdi…kısa bir nottu: Merak etmeyin her şey yolunda…Hayatın bana bir çılgınlık borcu vardı onu ödüyor…
Ay tutulması olup bittiğinde ışıkları açtılar ve alkışların eşliğinde sahneden indiler…Muhteşemdi dedi en ön sıradaki genç kadın…Gerçekten inanılmaz bir konserdi, dörtlümüz her zamankinden daha coşkuluydu.Tek bir şey vardı o da önemsiz bir detaydı…Oytun gerçekten bir gece kulübü açsa adını Night Game koyar mıydı bilinmez çünkü onun hayallerindeki isim “karma” idi…Uzakdoğu felsefelerine merak salmış bir bankacı olarak hayal gücü yeterince genişti. Her neyse sonuçta ay tutulmasının duygular üzerinde yaptığı olağandışı etkileri bilim adamları açıklamışlardı…Orkan’ın depresyonu gibi bu öykünün yazarının da sığınacağı bir doğa olayının mevcut olması harika bir kaçış noktası oluşturmaktadır.
Ah unutmadan Altuğ’un müzik kulağı pek fenadır…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.