Büyümek
Gerçekten rakamlar, sıfırdan yetmişe, seksenlere doğru çıkmışsa büyür mü insan?
Çocukluk yıllarımızda büyümeyi –adam olmayı- çoğumuz istemişizdir. Sonraları yaşımız ilerleyince –büyüdüğümüzde- çocuk olmayı arzularız ah, vah iniltilerle…
Her insanın, çocukluk, gençlik ve yaşlılık evreleri vardır, yaşlılık da bir nevi çocuk olmanın geri dönüşümdür fiziki olarak.
“Yedi yaşında çokbilmiş olmaktansa yetmiş yaşında bir öğrenci olmayı yeğlerim”
İnsanlar düşünsel ve görsel olarak ölene dek bir şeyler öğrenir, öğreniyordur; en son hayat dersi bir insanın kendi ölümünü tadarak öğreniyor olması kanımca insanın hayattaki son dersidir.
İnsanlar; hayatı yaşayarak öğreniyor bazen de bir ustanın, yazarın, senaristin, müzisyenin, öğretmenin vb. öğretileriyle öğreniyor. Bizim görmediğimiz, fark edemediklerimiz olguları, kavramları göstererek, fark ettirerek, bazen bir filmde görsel olarak sunar bir senarist… Notaların arasına gizleyip seslendirerek bir müzisyen…
Beş duyu ne büyük hikmetlerdir! Hayatı anlama, algılama görmek ve duymak için…
Ve inanç bağları, Hayatı zevklendirip tatlandırarak hayatın hayat olduğunu anlarız; hayat tüm bu duyularla, inançlarla yaşamaya değiyor.
—kimine gürültülü kalabalık kimine sessizlik iyi gelir. Ben şahsen sakin sağaltıcı ortamları severim tabi doğanın her türlü gürültüsünden hoşlandığımı belirtmeliyim.
İnsan acıyla mutluluk arasından parçalanarak; kimi zaman evinde kimi zaman uzaklarda veya sürgünde hayatını yaşamak zorunda kalabilir.
İnsanlar gerçekten ne arar? Ve aradığını bulabilmiş mi?
İnsan istekleri sınırsızdır; doyumsuzdur buldukça daha çok ister. Ayrıca tüketmekten de kendini alıkoyamaz; ayı versen güneşi ister!
"neden çürüyüp gider insan sessizce...
Acıyla ihtiras arasında parçalanarak?
Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim?
Söyle bana, anne... İnsan neden bilmez nasıl seveceğini?"
Hayatımızda suyun, havanın bile paralandığı bir zaman tünelinden geçiyoruz ve güce tapan insanların çoğunlukta olduğu… Oysa sevgi ve sevmenin hala masrafsız olduğunu unutmamalı insan. Sevgi karşılık beklentisi olmayan olgudur belki parasal bir karşılığı olmadığındandır sevgiyi sevmeyi kolay öğrenemiyor insan.
Çocukluk; hayal ve sahici olmayan yaşam, gençlik; toplumda ben de varım hızlılığı, serseriliği ve bohemliği, yaşlılık; hayata yavaşlama dönemidir, daha dikkatli ve olgunlaşmış bir evredir.
Üç yaşam bilirim, hayal-yalan ve sahici yaşam… Hayal, ileri görmektir, güzelleştirmek daha doğrusu yedi sanatı içinde barındıran hayattır, Yalan yaşamı, kandırmaca, egosal, benlik ve benciliktir. Sahici hayat, gerçek olandır ve o yüzden “gerçekler acıdır” derler. Oysa rüya ve gerçeği birbirinden ayırmak için uyanık veya sahici olmak gereklidir.
Hayatın bir ucu sana değiyorsa yaşıyorsun demektir; hangi taraftan olursan ol; taraf olmak zorunludur, taraf, düşünmektir bir bakıma… Taraflılık bir künye gibidir. Sosyal- asosyal, kötü-iyi, politik- apolitik vb.
Büyümek, fiziksel olarak değil Olgunlaşarak, başkasına faydalı birey olmuşsa büyümüş olarak algılarız, Yani “akıl yaşta değil baştadır” demişler atalarımız.
Tüm tozpembe hayallere, tecrübelere rağmen değişmeyen insanların yüreksizliğine… Kadeh kırıyorum! “Kırılan cam bela uzaklaştırır” derler.
Aşk mı? Toplumsal ve dünyasal olarak sınıfta kalmışız! Kendi elleriyle doğayı tahrip edenler, denizleri, gökleri kirletenler ayrıca beş elementin dengesini bozanlar çoğunlukta oldukça aşktan anlamış olmayız.
Aşk denilince elimizde bir sevgilinin eli, göz göze bakıştığımız bir sevgilinin olması anlamına gelmemeli. Aşk, bir ayın gizemli aydınlığında, fısıltılarla gelen bir rüzgârda… Veya bir yağmur tanesinin yere düşerken çıkardığı seslerden, deniz dalgaların kıyılara çarptığı köpüklerde veya bir güzellik karşısında titrediğimizdedir aşk…
Doğanla sevinen, ölenle ağlayan canlı türündeniz.
"neden çürüyüp gider insan sessizce...
Acıyla ihtiras arasında parçalanarak?
Neden yaşadığımızı bilmiyorsak hayatı da anlamış olamayız. Aslında hayat, puslu, meşakkatlerle dolu bir yolculuktur, biz bu yakanın canlıları hayatla mücadele ederken öbür yakanın ölüleri ise amellerinden hesap vermektedir.
İnsan ve korkular; korkulardan asla kaçamayız, kaçtıkça korku daha çok bizimle olacaktır! Sahi böyle koşa koşa, nereye gidiyor insanlar?
Ömür dediğimiz aslında bir kelebeğin birkaç günlük ve Şubat ayın kısalığı kadardır.
Gerçekten doğumla başlanan bebelikten, yaşlığa kadar varmışsa büyür mü insan?
H.R.YAY/2012
Not: Tırank içindekiler büyük usta Theo Angelopoulos’un dizeleridir.
YORUMLAR
DemAN
Değerli yorum için çok sağolun ve treatmant ve film öykülerine hala devam ediyorum, sana mesaj attım
Teşekkürler can
Sevgilerimle