- 422 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
size bu manzarayı nasıl anlatacağım?
Herkes kendine ölüm marşı seçiyor, içtiğimiz suyun toprak koktuğunu iddia ediyoruz, rahatız… Ama benim küçük arkadaşım yoğun acılar içerisinde. Toprağa bulamıştık yüzünü el birliğiyle, hatırladık mı, işte o küçük arkadaşım. Kola içmeyen küçük arkadaşım hep “yapacak son bir şey”lerin olduğuna inanır. O yüzden ya, nasıl da hevesli bakıyor gözleri.
Size bu manzarayı nasıl anlatacağım?
Onun annesi kanayarak öldü, tül bir çadırda. Hiç feryat etmedi biliyor musunuz, kolanın tadını bilmediğinden belki de. Sonra onun gözlerini gördük, yumuk yumuk ve nasıl da hevesli bakıyor rahim kokusuna rağmen.
Elimizden gelse annesinin karnına geri itecektik ama kazara okula gönderdik onu. “oku” diye bağırdı “cin” kafalı sevimli bir Ali. Kavramlarımızı kafasına sokmak için defterine yüz defa yazmasını söyledik. Nasır tutan parmaklarıyla hareket çekecekti bize ve bizim kavramlarımızla küfretmeyi öğrenecekti yüzümüze.
Bir kıza toslamasına yardımcı olduk. Ona çocuk üretmesini emrettik. Hiçbir spermini boşa harcamak istemedi benim küçük arkadaşım. Onlarca çocuk yaptılar, sokağa attılar. Kent sokakları bunlar, birleştikleri yerde “temiz” su akan çeşmeli meydanlar yok. Kent sokakları, arabaların spermin yumurtaya koşmasından daha hevesli olduğu yerler.
Sonra emekli ettik onu. Elden ayaktan düşürdük, bir de ayağını düşürdük bir kent kazasında. Hiç feryat etmedi, “cin”den öğrenmişti razı olmayı.
Şimdi, küçük arkadaşım çok büyük acılar içinde. Az sonra bir doktor odasına gelip 500 miligramlık, üzerinde “ölüm şifadır” yazan tabletlerden verecek ona.
-
Biz küçük şifa haplarıyız. Aç karnına sabahları alınırız, güneşi üstümüze örter, hiç doymayız.