- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Emaneti Ene Yüklendi
Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir. (Ahzab Suresi, 72)
Gökler, yer ve dağların yüklenmekten korktuğu emaneti, ene yani insanın benliği, nefsi yüklenmiş. Bu hep kötülüğü emreden büyük düşman, insanın kendi içindedir. En çetin savaşı insan, uzaklardaki bir düşmana değil, benliğinin bir parçasına karşı verir. Eğer bu düşmanından kurtulabilir ve nefsini arındırıp temizleyebilirse Rabb’inin rahmetini umut edebilir.
Bu yüzden en büyük savaş nefsimizle verdiğimiz savaştır. Bir savaş dönüşü şöyle buyurur Peygamber’imiz (sav):
“Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.”
Abdulkadir Geylani, “Muhalefet kılıcı ile nefsini her öldürdükçe Allah (CC), onu yeniden diriltir. Dirilince yine senden birçok şeyler istemeye, seninle nizaa tutuşur. Kötülük kanatlarını açar; yine uçmaya başlar. İşte., bu sırada sana yine cihad düşer. Nefis ölmez; sen sağ oldukça o da olur. Yalnız o ıslah olur” ifadesiyle nefisle savaşın bir ömür boyu sürdüğüne dikkat çeker.
Nefis ıslah edilmediğinde, kendisinde İlahlık görür, Firavunlaşır. Enaniyet, yakın adamı Haman’a "yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım" diyen Firavun’u suda boğar. Servetini kendisinden bilen Karun’u konağıyla birlikte yerin dibine geçirir.
Ancak ene, yaratılış sırrı bilinir ve terbiye edilirse kâinat hazinesinin şifresini çözer, sırlar önünde açılır.
"Ene, mahiyetinin bilinmesiyle, o garip muammâ, o acip tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künûzunu (Allah’ın Zat, sıfat ve isimlerini ifade eden hazinelerini) dahi açar" der Bediüzzaman. Ve eneyi mealen şöyle tarif eder:
"Âlemin anahtarı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, gerçekte kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana “ene” adında öyle bir anahtar vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar."
Her yeri kuşatan bir şeyin sınırı ve sonu olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve bir biçim belirlenmez. Örneğin karanlık olmadan aydınlık bilinmez, niteliği anlaşılmaz.
İşte Allah’ın, ilim ve kudreti, Hakîm ve Rahîm gibi sıfat ve isimleri kapsayıcı, sınırsız ve ortaksız olduğu için, onlara hükmedilmez, ne oldukları bilinmez ve hissedilmez. Öyle ise gerçek sonu ve sınırı olmadığından, varsayılan bir sınır çizilmesi gerekir. Onu da enaniyet yapar. Kendinde hayali bir Rabb’lık, bir sahiplik, bir kudret, bir ilim hayal eder, onunla hayali bir sınır koyar. “Buraya kadar benim, ondan sonra O’nundur” şeklinde kısımlara ayırır.
Örneğin kendi sahip olduğu şeyler dairesinde varsaydığı Rabb’lığıyla, Allah’ın var ettiği dairede Yaratıcısının Rabb’lığını, gerçek sahipliğini anlar. “Ben bu haneye mâlik olduğum gibi, Allah da şu kâinatın mâlikidir” der. Ve cüz’î ilmiyle Onun ilmini kavrar. Ve çalışarak elde ettiği sanatçılığıyla, O gerçek Sanatçının benzersiz sanatını anlar. Bunun gibi Allah’ın Zatına ait bütün sıfât ve İlahi özellikleri bir derece bildirecek, gösterecek esrarlı durumlar, sıfat ve duygular, enede yerleştirilmiştir.
Nefsini arındırıp-temizleyen kişi, emanete ve verdiği ahde riayet eder. Dış dünyaya dair bilgiler nefse geldiği zaman enede bir doğrulayıcılık görür; o ilimler, nur ve hikmet olarak kalır, karanlığa ve amaçsızlığa dönüşmez. Varsaydığı Rabb’lığını ve sahipliğini terk eder. Gerçek kulluğunu takınır, yaratılışın en güzel kıvamında olma derecesine çıkar.
Ene, yaratılış amacını unutur, sorumluluklarını terk eder ve sahipliğine gönülden inanıp tasdik ederse, kişi emanete ihanet eder. Onu isyanla, günahla, bozulmalarla örtüp-sarar ve yıkıma uğrar. İşte, bütün şirkleri, kötülükleri ve sapkınlıkları doğuran enaniyetin bu yönü nedeniyledir ki, gökler, yer ve dağlar dehşete düşmüştür.
“Kendime mâlikim” diyen kişi, “her şey kendine mâliktir” der ve gönülden tasdik ederek inanır. İnsan ene kesilir, büyük bir şirke düşer. O ene, koca bir ejderha gibi, insan vücudunu yutar.
Enesinin tutsağı olan kişide sevgi olmaz. Kalbi Allah aşkıyla dolu insanda ise enaniyet olmaz. Rabb’inin gücünü kavramış ve O’nun gücünü gereği gibi takdir edebilen bir insanın enaniyete gücü yetmez. İnsan hem aczinin farkında olup hem de enaniyet yapamaz. Farkında değilse, "ben yaptım, ben başardım, benim malım mülküm, benim katım, benim yatım, ben… ben" der; kişinin ayakları yerden kesilir. Ancak günü gelir, Allah onun ayağını yere bastırır; her enaniyetli kişi mutlaka perişan olacağı bir günle karşılaşır.
İşte, ene, bu hâince durumda iken, cehalettedir. Duyguları, fikirleri kâinatın bilme ve tanıma nurlarını getirdiğinde, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve devam ettirecek bir madde bulmadığı için, sönerler. Gelen her şey nefsindeki renklerle boyalanır. Hikmetin ta kendisi gelse, nefsinde, amaçsızlık ve saçmalık şeklini alır. Çünkü, bu haldeki enenin rengi şirk ve Allah’ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa, o enedeki karanlıklı bir nokta, onları söndürür, göstermez.
Aslında nefsi ezmek kolaydır. Aczini, dünya hayatının sonu olduğunu ve ölümü bilen insanın nefsinin kölesi olması çok akılsızca. Nefis bizi zaten çok önemli ve gerçekten etkileyecek bir şeylere çekmiyor. Dünyada ne var bizi çekebileceği? Tümü zaten kötü ve çok rahatsız edici. Nefsi ezmek zor gibi görünse de, inanan insan için nimettir, rahatlıktır. İnsanı beladan, sıkıntıdan, rahatsızlıktan kurtarır.
Nefsi kontrol altına alamamak insanın kendi zararınadır. Kafasını yerden yere vurmak gibi, kendine acı çektirmektir. Nefsini terbiye eden insanın ise fıtratına uygun yaşadığı için kafası dinçtir; vicdanı rahat, aklı ve şuuru açıktır.
Enesinin niteliklerinin bilincinde olan insan, Allah’ın kusursuzluğunu kavradığında kendi aczini, ilmini kavradığında kendi cehaletini, kemalini kavradığında kendi eksikliğini, müstağniliğini kavradığında kendi fakirliğini görür.
"Ben yaptım" diyen nefis ıslah edildiğinde, "beni de yapmakta olduklarımı da yaratan Sen’sin Rabb’im” der.
Hamd O’nun. Mülk O’nun. Hüküm O’nun. Ve her şey O’na döndürülecek.
O, Allah’tır, Kendisi’nden başka İlah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 70)
Dipnot: Bu yazıda Bediüzzaman’ın 30. Söz, 1. Maksat’ından yararlandım. Allah ondan razı olsun.
Fuat Türker
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.