- 1047 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kevgirdeki Dilimiz, Türkçemiz
Kevgirdeki Dilimiz, Türkçemiz
Afrika’nın ormanlık bölgelerinde yaşayan halkların iki bin’e yakın yöresel dil kullandıklarını öğrendiğimde hayretimi gizleyemedim. Araştırmaya devam ettiğimde bu durumun; nüfusu neredeyse bir aileninkine eşit yüzlerce kabilenin, ormanlık ve geniş coğrafya nedeniyle biri birilerinden habersiz yaşamak zorunda kalmalarından dolayı kendiliğinden oluştuğu bilgisine ulaşınca, taşlar yerine oturdu.
İyi de, bir topluluk için konuşulan dillerin çokluğu mu önemliydi, yoksa dil zenginliği mi? Elbette dil zenginliği. Eğer bu insanları bir araya getirmeyi ve bu dilleri harmanlamak suretiyle zengin bir dil elde etmeyi murat etseler, bunun ancak bir asır sora mümkün olabileceği tarihteki örnekleriyle sabittir.
İşte bizler; bu bir asırlık dönemi, üzerine birkaç asır daha eklemek suretiyle tamamlamış, muhtelif millet, dil ve kültürden oluşmuş bir mazinin, medeniyetin insanlarıyız.
Yine bu medeniyetten doğmuş olan yeni Cumhuriyetimizde, gerek Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hitabeleri, nutukları ve siyasi yazışmalarından gerekse de çağdaşı Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ı ve diğer yazılarından, o’ zengin dilimizi, Cumhuriyet dönemindeki yazılarında da kullanmakta bir beis görmediklerini anlıyoruz.
Öbür taraftan; Kemal Tahir (1910) ki o’ dönem yazarlarından olmasına rağmen yazılarında kullandığı dilin, bu günkü öğretim dilimizin aynı olduğu, onun gibi düşünenlerin mevcut dilin zenginleşmesine vesile olan unsurları büyük bir özenle ayıklayıp yazılarında daha sade bir dil kullandıklarını görüyoruz. Bu halin, günümüz milli eğitim müfredatıyla bir paralellik arz ettiği de gözlerden kaçmıyor. Peki, bu bölünmüşlük neden?
Öbür taraftan; günümüz aydın ve edebiyatçıları yeni çalışmalarında hangi dili kullanmalı? Aslında bu bölünmüşlükte bizlerin taraf olup olmama, seçim yapıp yapmama gibi bir lüksü de yak. Çünkü devletin dil politikası ve hali hazırdaki müfredatına bakıldığında, seçimini Kemal Tahir’ den yana yaptığı açıkça anlaşılıyor.
Peki gerekçe?
Milli bir dil oluşturmak.
Elbette bu mantıklı ve masum gerekçeye bizimde itirazımız alamaz. Ancak uygulamaları görmek, incelemekte büyük önem arz ediyor. Bu yönde yapılan araştırmaların sonuçları muhtelif. Kimi aydınların milli kelimesini milliyetçi olarak anlaması hatta faşizanca bir yaklaşımla dilimizdeki Osmanlıca, dolayısıyla Arapça ve Farsça kelimelerin bir an önce sökülüp atılmansın gereğine inanması, İlericiliği- Batıcılık. Gericiliği ise Doğuculuk şeklinde değerlendirip, “Doğuya ait her şeyin terki, ilericiliğin gereğidir” inancının savunulması ve uygulanması bu günkü dil kısırlığımızın sebebidir demek beni incitiyor. Sonuç: her sabah okuduğu Milli Marşını bile anlamaktan aciz bir nesil.
Oysa: M. Kemal Atatürk ve M. Akif Ersoy gibi birkaç Aydın ve Edebiyatçının, Cumhuriyet nesillerimizin mazisiyle bağları kopmasın, ecdadını okusun, anlasın mazinin birikiminden faydalanabilsin, kaygısı taşıdığını görüyoruz.
Evet, elbette bir ülkenin aydınından, kendi ülkesinin diline zarar vermesi beklenemez. Aksine onlar, dilimizi koruyan ve de geliştirmekle mesul olanlardır. Bizlerde, onların Milli bir dil çabalarına saygıyla yaklaşmalıyız. Ancak doğulu diye dilimizden söktükleri kelimelerin yerine kendi dilimizden yeni kelime üretiyor ve o’ kelimelerin boşluğunu batılı kelimelerle doldurmuyorlarsa…
Bu kaygılarımla ilgili araştırmaya gerek duymadım. Çünkü her şey ortada, Sorarım size, gerek resmi bir kurum gerek özel olsun, hangisinin kapısından girdiğinizde “Misyonumuz… Vizyonumuz… Kalitemiz” diye başlayan bir tabelayla karşılaşmıyorsunuz ki?
Yine bu konuda TBMM’de vekillerimiz tarafından lehte ya da aleyhte yapılmış bir hayli fikir beyanına da, meclis kayıtlarından ulaşabiliyoruz. Şimdi kuracağım cümlelere dikkatinizi istirham ediyorum. “Mecliste bir vekil kürsüye çıkıyor” Derken, Meclis-Vekil ve Kürsü kelimeleri, Arapça kökenlidir. “Herkesi selamlıyor hitaba başlayıp neticelendiriyor” Derken, Selam-Hitap ve Netice Arapça kökenlidir. “Nihayetinde teşekkür edip yerine geçiyor” Derken, Nihayet ve Teşekkür de Arapça bir kelimedir.
Evet; kaldı ki biz aynı vekilin konuşma metnini henüz incelemedik. Eğer aynı vekil, biraz Kur’an diline ya da Arapça lisanına vakıf olsaydı ancak o zaman içine düştüğü gafleti anlayabilirdi ve de gülünç ahvalini.
Dünya milletleri kendilerine özgü değerlerini en sağlam sandıklarda muhafaza ederken bizler ne yazık ki değerlerimizi bir kevgirde muhafaza etmeye çalışıyoruz. Maziyle iplerimiz kopmuş bir şekilde, ati’ye her adımda sarsıp yerlere döktüğümüz değerlerimizle gitme gayretindeyiz. Oysa hepimiz biliyoruz ki; bir okun ne kadar ileriye gideceği, yayın ne kadar geri çekileceğine bağlıdır. Milletlerin ilerlemesi de, tarihine olan yolculuğuyla orantılıdır.
Korkarım yakın bir gelecekte boş bir kevgir taşıdığımızı fark edip ati’deki neslimize yeni bir dil için Afrika örneğini tavsiye etmek zorunda kalacağız. Ya da “telepati” kim bilir.
Metin Ceylan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.