- 1874 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLDÜRÜLEN ŞAİRLER-(15): YUSUF-İ SÂNÎ
Mustafa CEYLAN
*************************
II. Bayezid döneminde yaşamış, yakışıklılığı ile tanınmış, kıskançlık sebebiyle, kendisine âşık olan bir bayan tarafından öldürülmüş şairimizdir. Kayıtlara göre asıl adı Hasan olmasına rağmen, Hazreti Yusuf’un yakışıklılığı gibi yakışıklı olmasından, şaire, Yusuf adını vermişlerdir.
*
Bir Gazel’inde der ki:
Zâhidâ rûze içün kılma bizimle cedeli
Söyleşir ac ile kimin ki gelirse eceli
Hazret-i Nûh hakı var mı denüz ey âşıklar
Fülk-i âlemde o mellâh-ı melîhin bedeli
Olmadım dünyede bir lahza keselden hâlî
Bir kara günlüyi ağyâr kapundan keseli
Dedim ey yâr belik mi görünen yahud mû
Dedi yok yere hayâl eyleme mûdur o beli
Yine gülşende çenârın çemen ehline görün
Hizmetinden başını kaşımağa değmez eli
Gördü dildâre riyâzetle olırdı irmek
Mûcib-i cennet eğer olsa kişinin ameli
Şuarâ içre acep var mı bu Sânî gibi
Hûb edalarla nazm ide darb-ı meseli.
*
Tezkireciler, edebiyat tarihçileri, Yusuf-ı Sânî’ nin ölüm tarihini tespitte ortak noktada buluşamamışlardır. Çoğu, bir şairin kendisine aşık birisi tarafından öldürülmesinin sebebi kıskançlık olduğu için, ki sevdalısı şairimizi bir başkasının yanında, rakibinin yanında görmüş, kıskançlığı yüzünden şairi öldürmüş ve ardından kendi de intihar ederek hayatına son vermiştir- şeklinde nakledilip gelmiş olmasından, genç yaşta öldürülmüş olması gerekir demektedirler.
Edirne Kapısı yakınında defnedilmiştir.
*
“Fikr-i ruhsârın ile yazdı gülistânı yazan
Vasf-ı zülfünle tamâm etdi şebistanı yazan
Başladı aşkın ile meşk-i cünûn eylemeğe
Göricek hatt-ı Hüdâ-dâdını dîvânı yazan.” Diyen yakışıklı şairimize Yusuf- Sânî’ yi kendisinden sonra gelen ve Sânî mahlasını kullanmış şairlerden ayırmak için, “Sânî-i Evvel” adı verilmiştir.
*
Şiir böyledir işte.
En çok aşk ve aşık konusunda sınır tanımayan ve sözcüklerin büyük okyanuslarında alabildiğine özgür ve alabildiğine kulaç atarak yüzen şiirin hem kendi kıskançtır, hem de bütün kıskançlıklar içinde vardır. Ayrılıklar, hüzünler, gurbetler, hasretler şiirin ana gıdası olunca, kıskançlıklar ve öfkeler de o gıdaya ilâve tuz ve şeker olmaktadır.
Sevene önce sevdiğini öldürtüp, sonra katledenle birlikte kendini de öldüren şiir bu işte. Şiiri ve temeli olan aşkı hiç mi hiç hafife alamazsınız. Aşkı hafife alanların ruhu olmadığı gibi aklıda yoktur sanıyorum. Hele ki yüreği kayalar ve taşlarla dolu olsa gerek. Aşk, insan için. Aşk, kudret çeşmesinden bir tas içilende deli kuşlar gibi yâr yolunda havalanmadır. Aşk, Paşayı süründüren, ağayı köle eden, parayı pul edendir. Aşk sınırsızlığın öteki adıdır. “Ya benimsin, ya toprağın” diyen, benden başkasına yâr etmem seni anlayışı, her dönemde var olmuştur. İşte bu anlayış, 1586 yılına gelindiğinde Yusuf-ı Sânî’ yi öldürmüş, ardından intihar ederek kendisini de yok etmiştir.
*
SON SÖZE ŞİİRDEN ve GÜLCEDEN BİR GÜL ATALIM.
*
YA TOPRAĞIN YA BENİM(Gülce-Çaprazlama)
Yıldızlar gecelere güneşin armağanı
Ne diye kıskanırsın onları dolunayım?
Canı, cananı, dostu; unutma sakın yine
Bırak da kucağıma mutluluk doldurayım.
Bahtımın rüzgârına takıldın yaprak yaprak
Ağlayarak yollarda kaldım gülüm perişan
Müptelâsı olmuşsun sessiz saltanatımın
İsyân bayraklarını son defa kaldırayım.
Zülfünün bir teline
Değişmem kâinatı.
Peşinde yıllar yılı
Dolaşır gönül atı.
Sevmek kolay Mecnun’a
Sevilmek aşk sanatı.
Hey ki hey, sultanım hey!
Senle var doğu-batı.
Vur mührünü ruhuma, gir yürek yangınıma
Aşkımızı sen değil yedi düşman kıskansın
Şairlerin düğünü olursa böyle olur
Susmasın davul zurna, düğündür çaldırayım.
Gülümün bülbülüyüm, çiy damlası sevdam var
Nasılım, ne haldeyim okunur gözlerimden.
Sevgiliye kavuşmak asıl adı ölümün
Ben kendi namazımı bırakın kıldırayım.
Gel kıskan, beni kıskan
Rakibin söyle kimmiş?
Kaybetmek uçurumu
Yüreğine mi sinmiş?
Namlunun yaman ucu
Vurulan güvercinmiş.
Şairin sırtı yerde
Sebebi sevda denmiş.
Bırakın ellerimi sazımı verin bana,
Çekin çılgın takvimi, insin bahar ufkuma.
Yana yana gezerim, ölüm nefesten yakın
Ruhuma gurbet eli bakraçla doldurayım.
Ya toprağın ya benim; yad’a-yabana vermem
Diyerek silâhını doğrultma üzerime.
Girmem sensiz toprağa, yalandır koca dünya
Gözlerime, ölümsüz bir dünya buldurayım.
Mustafa CEYLAN
YORUMLAR
" II. Bayezid döneminde yaşamış..."
Bu giriş yazısını görür görmez " eyvah! "Dedim. "Yine bir Saray entrikasıyla mı karşı karşıyayız!"...Çok şükür ki, bu sefer sivil darbe(!) ile hüzünlü sona gidilmiş!
Ama, yine sevinemedim! Bu defa sevgi, aşk adına ve üstelik bir kadın tarafından işlenen hunhar cinayet söz konusu! Adı ve gerekçesi her ne olursa olsun; Allah' ın yarattığı bir canlının yaşama hakkını diğer bir canlının gasp etmesi kadar kötü ve anlaşılmaz bir şey olamaz!
Konumuza dönersek...
" ...asıl adı Hasan olmasına rağmen, Hazreti Yusuf’un yakışıklılığı gibi yakışıklı olmasından, şaire, Yusuf adını vermişlerdir. "
"Yusuf..." "Yusuf Sânî..."
Öteden beri ben bu "Yusuf ismini hep sevdim. Gerek seslenişindeki giz, gerek hüzün yüklü melodik tınısı, gerekse sözcük anlamıyla, bende duygu derinliği yaratmakta... Hatta, içinde "Yusuf" sözcüğü geçen bir çok türkü sözü var, sevdiğim. Fakat sadece Yusuf değil; yâr, sevgili, yani Züleyhâ...
"Bakarım ki yâr gelecek
Yareme melhem olacak
Mısır' a Sultan olacak
Yusuf-u Kenanım geldi." Dedemoğlu
Bir diğer örnek Yunus' dan:
"Yusuf'u kaybettim Kenan ilinde
Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz
Bu aklı fikr ile Leyla bulunmaz
Bu ne yaredir ki çare bulunmaz " Yunus Emre
Yusuf adındaki bu etkileyici derinlik ve gizemli tını, acaba gücünü nereden alıyor diyerek; bu isimle birlikte diğer "SÂNÎ " isminin sözlük anlamına baktım yeniden. Ve işte o zaman hak verdim bu ismin anlamındaki derinliğe.
Yusuf isminin Arapça bir isim ve Hz. Ya' kub'un oğlu olan peygamber Hz. Yusuf olduğunu öteden beri biliyoruz. Yusuf' un İbranîce anlamı ise " İnleyen, ah eden, inilti "...
Sânî ise; yine Arapça erkek ismi olup, iki anlamda kullanılmaktadır: 1. anlamı; " İkinci " demek, 2. anlamı; Yapan, inşa eden, meydana getiren, işleyen, 3. anlamı " Yaratan " anlamında, Allah' ın isimlerinden.
"Öldürülen Şairler" serisinin bu (15.) ayağında ki ölüm çok farklı bir ölüm demiştik. Burada toplumsal normlardan öte kişisel duygu tıkanıklığının, sığlığının, bencilliğinin tatmini söz konusu tabii. Bir kadının içsel dünyasında büyüttüğü negatif duyguların dayanılmaz, kaldırılamaz noktasında sağlıklı düşünme ve ölçme yeteniğini kaybederek sözüm ona çok sevdiği insanı aslında biraz bencillik sınırında sahiplenmiş, kendine mal etmiş ve bunu da çok sevmesine bağlayarak tutunduğu yanlışa dayanak aramaktadır; kendi canını da alarak yanında kâr diye...
Konu her ne kadar burada kişisel bir aşk konusu gibi algılansa da; aslında, günümüz değer yargıları ve değişen, gelişen bir çok etmenin yoğurduğu insan benliğinin, insan davranışının da kısmî röntgenini çekmekte; kişiden topluma, toplumdan kişiye dönen bir burgacın akıntısına kapılarak içi boşaltılan gerçek sevgilerin tükettiği boşlukta kendini de tüketen günümüz insanının çokça karşılaştığı sosyal bir yaraya da vurgu yaparak deşmekte...
Kıskançlık...
Sevgi üzerine olduğu kadar kıskançlık üzerine de onlarca kitap yazıldı, daha da yazılmakta ve yazılacak da. Onlarca film çekildi, insanoğlu var olduğu sürece de çekilmeye devam edilecek.
Biz, dönelim kıskançlığa...
Öncelikle kıskançlığın içini deşelim! Nedir kıskançlık ve neden olur? Hangi durumlarda kişi kıskanır ya da hangi gerekçeler kıskançlığı derinleştirir? Kıskançlık doğal bir dürtü mü? Doğru bir olgu mu? Bir insanda kıskançlık olmalı mı ya da; olacaksa nedir bunun ölçütü? Sevmek nedir? Sevginin tanımında kıskançlığa yer var mı? Sevgi kıskançlığı besler mi? Geliştirir mi? Yoksa aksine bir doğrultuda eksiltir, yok mu eder? Seven kıskanır mı gerçekten, ya da; kıskanması mı gerekir? Kıskanınca mı sevgisi tam olur veya sevdiği anlaşılır? Sevenin sevgisinin şiddetinden kıskançlık krizine girerek karşısındakinin yaşam alanını kısıtlaması hatta yok etmesi mi gerekir? Bunun gibi bir çok soru!...
Şimdi, yamalı bohçaya dönen bu soruların içini açalım...Öncelikle "kıskançlık nedir?" Ona bakalım:
Sözlükler kıskançlığı ; " bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde ya da sevilen birisinin, başkasıyla ilgilendiği kanısından kaynaklanan güceniklikle karışık acı duyma: birçok yuvanın yıkılmasında başlıca etken kıskançlıktır . birinin üstünlüğünü, başarısını vb.'yi kaldıramama, haset." olarak tanımlamakta.
Demek ki kıskançlık aslında iyi bir şey değilmiş! Ancak, dozu iyi ayarlanırsa bir yere kadar kişiye yapıcı yaratıcı güç, enerji verebilir, kendisini yenilemesine, aşmasına yardımcı olabilir. Ama bir noktadan sonra dozu kaçırılan kıskançlık hırsa, nefrete, hasete dönüşerek; kişinin iç dünyasını karartır, kirletir, sağlıklı düşünme yetisini olumsuz yönde etkiler. Öyle ki; artık karşısındaki için kıskanan kişi çekilmez, zarar veren, tehlikeli, nerede ne yapacağı bilinmeyen hasta ruhlu, günlük yaşamı kısıtlayıcı sağlıksız bir kişi haline gelir.
Kıskançlıkların temelinde öncelikle özgüven eksikliği, yeterli sevgi, ilgi görememe, bir çok şeyden mahrum olma ya da bir çok şeye gereğinden fazla doyma, aşağılık kompleksi gibi gerekçeler yatar. Tabii bu saydığımız özellikler kişinin genetik yapısı kadar yetiştiği sosyal çevre, toplumsal , kültürel ve ekonomik dokusu kadar kendi meziyetleri de etkin olabilmekte.
Kıskançlık insanoğlunun doğasında var olan bir dürtüdür demiştik. Hepimizin bir nebze kıskanç yanı yok mu? Var tabii ki. Ancak bu durum hiç bir zaman kişilik bozukluğuna mahal verecek ölçülere kaçmamalı. Aile içi iletişimden, eğitim, kademeli olarak sosyal ve toplumsal uzantılara kadar çıkabilmekte kıskançlığın dayanakları.
Kişinin özünde küçük çapta ve zararsız olmalı kıskançlık ve onu pozitif hasletlerle motive edebilmeli. Ama asla kendisine ve başkasına zarar verecek ölçülerde olmamalı.
Ancak o zaman aşk'ı, sevgiyi, başarıyı, besleyen, geliştiren , koruyup kollamaya, paylaşmaya yarayan geliştirici bir itenek olur, kıskançlık.
Kıskançlığın temelinde daha çok bencillik yatar; kendinden başkasını düşünmeyen, paylaşım duygusundan yoksun ve kendi daracık sığ dünyasında isterik duygularla kendini zehirleyen kişinin, bu zehiri yavaş yavaş artan bir dozla sevdiklerine, çevresine akıtmasıyla başlayan, bencillik...
Kıskanç insanların çoğu bencildir. Özgüven, paylaşım duygularından, sevgi anlayışından büyük ölçüde yoksunlar diyebiliriz. Adından da anlaşılacağı gibi "ben" merkezli, kendini düşünen...
Başarılı, güzel, yakışıklı, zengin, sosyal çevresi geniş, eğitimli, mevki sahibi vs. insanlar; bu gibi vasıflara sahip olmayan insanlar tarafından kıskanılacağı gibi; kendi içinde bu vasıflara sahip olup da hasetlik duygusuyla dolu olanlar da vardır yaşamda.
Ayrıca; bir çocuk da kıskanabilir bir ergen, bir yetişkin de...Bir köylü de kıskanabilir, bir şehirli de, cahil de, aydın da, bir mühendis, bir öğretmen, sıradan insan da, bir doktor da...Kadın da kıskanır erkek de, bir anne de kıskanabilir baba da, hatta kardeşler de...Sebepli yere de kıskançlık yaşanabilir sebepsiz yere de...
Sevenler arasında bazen sevginin dozunu, değerliliğini ölçme, anlama, kıymetlendirme adına; çeşitli kıskandırma oyunlarına tanık olabiliyoruz. Bu gibi taktikler asla istismar edilmemeli, ileri gidilmemeli, ölçü daima kıvamında olmalıdır.
Aşk anlamında derin duygularla seven insanın kıskançlığı daha marazî boyutlara varabiliyor. Bu da kişinin ne derece farkındalıklı olup olmadığı, sağlıklı bir ruhsal yapı taşıyıp taşımadığı ile ilişkilidir tabii.
Ölçüsüzce ve / veya bilinçli olarak yapılan, edep hâyâ duygularını örseleyen kıskandırma eylemleri ne kadar yanlış ve tehlikeli ise; sağlıksız bir ruh yapısından / bencillikten kaynaklanan kıskanma /kıskandırma duygusu da o derece zararlı ve yıkıcıdır.
Sevginin özünde kıskançlık olmaz! Sevgi başka şey, aşk başka, kıskançlık bambaşka...Asla "seven kıskanır" sözüne katılmıyorum!" Ancak, kıskançlığın doğal bir dürtü olduğuna inanıyorum tabii. Fakat dozunun kaçırılmaması, istismar edilmemesi gerektiğine de...
Sevgi paylaşımdır, anlamadır, anlaşılmaktır, inanmaktır, güvendir, saygıdır. Sevgi iletişimdir, bazen susmak bazen dinlemek bazen ırmak gibi akmak biteviye...
Yemeğin içinde tuz ve şekerin ölçüsü kaçınca suratımız buruşur. İşte kıskançlık da böyledir; ölçüyü kaçırınca asla sevginin tadı tuzu olmaz.
Kıskançlıktan dolayı olagelen ayrılıkları, hüzünleri ve bunlardan kaynaklanan acıları anladık, fakat; Allah' ın verdiği bir canı katledecek kadar gözü karartan bir kıskançlıkta sevgiye yer olamaz! Olsa olsa marazî bir durum söz konusu olur, bencillik yani, kompleks, güvensizlik...
Gerçekten çok enteresan! Bu kıskançlık ne menem bir şey ki; eğer şiir yazıyorsan, hele ki bir de şiir içeriği aşk' a, sevgiye dair ise; sadece şairin yakın çevresi değil, şairden şaire de ön yargılı fesat düşünceler alıp başını gidebiliyor, yargısız infazlarla -belki de- ne ocaklar söndürülebiliyor basit dedikodularla fesatlıklarla; çünkü kıskançlık var, kıskançlığın dayanağı ise kuşkudur, şüphedir yani güvensizlik!
Oysa ki, doğal dürtü dediğimiz kıskançlık duygusu aslında güzelleştirici, geliştirici, yaratıcı bir duygu. Asla öteki anlamda, öteki ölçüde bir fesatlığın çetrefilli yolu değil, olmamalı da. Ama, insanoğlu işte! Elde değil bazen...
Gerek konu içeriğinde geçen gerekse özellikle Türk toplum yapısı değer anlayışında artık kanıksanır olmuş - gerçekte ise bir sosyal yara haline gelen - kıskançlık sonucu sönen ocaklar, yanan canları düşündükçe; "sevgi olgusunu acaba yanlış ya da eksik mi işliyoruz? " diye, düşünmeden edemiyorum hani!
İnsan sevdiğinin mutluluğunu ister, mutsuzluğunu değil! Bana yâr olmadı diye başkasına da yâr olmasını istememek ne demek? Bir insan beni istememişse; belli bir çabadan sonra olgunca dönüp gitmek ve mutluluklar dilemenin dışında diretmenin, agresifleşmenin kime ne hayrı olabilir? Anlayabilmiş değilim! Ya da; dün mutlu iken bugün mutlu değilsek...! Ve medenice bitirilmek istenen bir birliktelikte insan onurunu örseleyen inatlara, ayak direyişlerine de bir anlam verebilmiş değilim!
Sevmek emektir, özveridir, omuzların birbiriyle dayanışması, gözyaşıdır, kahkahadır, çocuksu bir bakış, duru bir akış, çile dolu bir süreçtir.
Çokça tanık olduğumuz birliktelikler var, biten; erkek hayatını yaşarken, kadına hayat dar edilir; bencilce, cahilce yaklaşımlardan ileri gelen anlayış farklarıyla. Bunun tersi olmuyor mu, elbette...
Oysa sevgi, birlikte çoğalmaktır, yeşermektir çokça...Ve çoğaltmak, yeşertmek en azından!
Sevgi yaşamaktır, yaşatmak... "Ben yaşamadım, o halde sevdiğim de yaşamasın! Ben mutlu olmadım o halde sevdiğim de mutlu olmasın! " Demek; ancak bencil, sevgiden yoksun, aslında hiç sevmemiş, sadece kendini sevmiş insan demektir, sağlıksız bir kafa yapısı demektir, mutsuzluk demektir, tıbbi destek alınacak bir vakıa demektir!
Doğru... Yusuf gibi, Züleyhâ gibi seven yüreklere ancak şiirden, Gülce' den güller atılarak çoğaltılır açan sevgi gülleri...
Son'lu ( fâni) yaşamımızda gönül ister ki , bu canı ancak Yaratan alsın verdiği gibi! Bu yüzden yaşama hakkı kutsaldır ve bu yüzden anlamlıdır, değerlidir! Sevmeleri güzelleştiren, AŞK' a derinlik kazandıran yaşama aşkı, yaşama tutkusudur öncelikle. Önce hayatı, yaşamı sevmeliyiz ve sevdiklerimizi, yaşadığımız dünyayı yaşanılır kılmalıyız, ki; yaşamak ve yaşatmak için sebeplerimiz de çoğalsın!
Yaşamak SEVMEKTİR!
Sevmek ÇOĞAL / T / MAKTIR
Çoğal/ t / mak AŞK' TIR
Aşk; YEŞER / T / MEK
Neyi, neden ve ne şekilde seversek sevelim; sevginin aşkın bir çoğaltma, bir paylaşım ve özveri olduğu düşüncesini bir an bile unutmaksızın sarılalım dört elle sevgilerimize; kıskançlık gibi yıkıcı, eksiltici duyguları uzaklaştırarak benliğimizden.
En güzel sözü de hoca söylemiş şiirin ilk mısralarında zaten. Çok da güzel imgelerle.
Kapkara geceye milyonlarca yıldızları armağan eden güneş bile kıskanmazken; dolunayın yıldızlara haseti niye?
Bu da benden:
Gözün aydın Yusuf' um, sen salimsin sağsın ya!
Sen mutluysan ben mutlu; böyle yaşanır dünya!
Sağsın mutlulukları sevenlerin gözüne,
İpeksi dokunuşla patlayıversin fünye...
Emek ve değer dolu kaleme saygı ve dostlukla...
RefikaDoğan/GülceEdebîAkı tarafından 4/1/2012 2:50:46 AM zamanında düzenlenmiştir.
MustafaCeylan
Teşekkürler GÜLCE EDEBİYAT'ın öncüsü refika Doğan...
Selamlar, saygılar...