DEMİRYOLU GÜNLÜĞÜ
DEMİRYOLU GÜNLÜĞÜ
Geçenlerde Ülkü Tamer’in Anadolu’da geçen tren yolculuklarına dair hatıralarını aktardığı o yazıyı okuyunca çocukluk, gençlik günlerim geldi aklıma.
Demiryolcu bir babanın oğlu olmak ayrıcalık kazandırıyor demiryoluna ait hatıraları aktarırken. Pek çok insanın yanından bile geçmediği demiryolu hikâyesinde kimbilir kaç kez figüran olarak yer almışızdır? Babamın sürveyanlıktan başmüfettişliğe uzanan demiryolu serüveni, Konya ile Adana arasında gidip gelen bir saat sarkaçı gibi bir oraya bir buraya aldı götürdü bizi. Konya’da görev yaptığı yıllarda karla kaplı bozkırın soğuğuna tahammül etmek için bardakla pekmez içerek güne başladığını anlatır, sonra söz Bozdağlar’da kışın kardan kapanan demiryolunu buharlı lokomotifin gücü ile nasıl açtıklarına gelir, babamın gözleri ışıldardı.
Demiryolu lojmanları tren güzergâhının çok yakınına inşa edilmiştir hep. Lojmanda yaşıyorsanız, eskilerde buharlı lokomotif, yenilerde dizel motorlu lokomotiflerin sesini bir süre sonra kanıksar hale gelirsiniz. Doğal bir umursamazlık hali gelişir, gece lokomotiflerin gürültüsüne rağmen uykuya dalar, kesiksiz uyku çekersiniz. Buharlı lokomotiflerin halen kullanımda olduğu yıllarda yaptığımız yolculuklarda, çocukluk heyecanları ile pencereleri açar, trenin ezdiği güzergâh boyunca etrafı seyre koyulurduk; menzile ulaştığımızda kömür adam olarak inerdik trenden!
Yazları, ailecek trenle Adana’dan Konya’ya gidişimiz, gelenek olmuştu âdeta. Annem günler öncesinden valizleri hazırlamaya başlar, bir yandan da yolluk olarak, haşlanmış yumurta, kuru köfte, kızarmış patates, mevsimine göre salataya girecek uygun sebzeler hazırlar; babam memleketteki eşe dosta hediye şekerlemeler yaptırırdı.
Hani şimdilerde ekonomik sınıf, business sınıf yolcu var ya uçaklarda; trende de birinci mevkiden üçüncü mevkiye kadar vagonlar vardı. Birinci mevki vagonlarda kompartmanlar daha konforlu ve altışarlı koltuklar yumuşak oturmalı iken, üçüncü mevkide kompartman bölmeleri bile olmaz, ahşap kanepeler üzerinde cümbür cemaat seyahat edilirdi. Halbuki tüm yolcular birinci mevki vagonlarda taşınamaz mıydı? Bu üzen, inciten sosyolojik çarpıklık bazen çok zor durumda kalmanıza sebep olur, kazara birinci mevki vagondan ikinci, üçüncü mevki vagonlara geçerken bir tanıdık yüzle karşılaşırsanız, garip bir suçluluk duygusu ile o birinci mevki koltuklar başınıza geçerdi.
Demiryolu çalışanları ve aileleri “permi” denilen özel biletlerle yolculuk ederlerdi. Altı kişilik aile olarak bir kompartmanı doldururduk, annem koltukların silinmedik yerini bırakmazdı. Çukurova’nın düzlüğünde tren yol aldıkça sıcak esen nemli yaz rüzgarı bedenimize işler, bunalmışlık duygusu ile bir an önce Toroslar’a tırmanmayı dilerdik. Adana sonrası ilk büyük istasyon Yenice… Meşhur İnönü, Churchill buluşmasının geçtiği bu duraktan sonra Mersin’e ayrılan yola veda eder, tırmanmaya başlarsınız Toroslar’a. Makilik yerini çamlara bırakır, yalçın kayaları, yüce tepeleri ile Toroslar sanki geçit vermeyecek gibi gelir. Meşhur Büyük İskender’in Toroslar’ı aştığı Gülek Boğazını görme hevesi kursağınızda kalır, arkası kesilmeyecekmiş gibi gelen bir dizi tünellerde bulursunuz kendinizi. O en uzun olduğu söylenen tüneli geride bırakıp bir platoya saklı Belemedik’e ulaşırsınız. Almanlar Bağdat demiryolunu inşa ederken burada büyük bir kasaba kurmuşlar, demiryolu mühendisleri, işçileri burada yaşamış.
O kasabadan eser kalmamış artık, ancak akıllara ziyan doğa ve beyin hücrelerinize bile işlediğini hissettirecek bol oksijenli, çam kokulu hava aklınızı başınızdan alır, ötede Çakıt Deresinin hoş geldin diyen şırıltısı serüvene pastoral bir hava katar, Çakıt ile uzun bir kovalamaca başlar. Mevsimine göre kimi hırçın akan, kimi sessiz geçip giden dere, bir yılan gibi demiryolunun bir o bir bu yanında, kimi altında kıvrılır gider. Çakıt ile beraber akıp giderken kendinizi Pozantı istasyonunda bulursunuz. Dedem demiryolu manevracısı olarak çalışırken babam burada doğmuş.
Tren daha durmadan istasyonda bekleşen seyyar satıcılar vagonun merdivenlerine tırmanıp kapıları zorlamaya başlarlar, sonra tren pazarına hoş geldiniz! Köfte, ciğer ekmek mi istersiniz? Yoksa fırında kızarmış kuzu kelle mi? Köylünün kendi bahçesinden salatalık, domates, ayına göre kiraz, üzüm, kayısı? Sonra kaplıcası ile bilinen Çiftehan istasyonu yolu Ulukışla’ya bağlar. Sepet sepet Niğde elması alıcısını bekler, uyanık alıcılar sepeti önce kompartmanda boşaltır, altı da üstü gibi çıkarsa parasını öderdi. Bir de tembih edilirdi, tren yolculuğunda tanımadığın kişilerden bir şey alınıp ne yenir, ne de içilirdi. Babamın her yolculukta anlattığı, ikram edilen ilaçlı meyve suyunu içen garip vatandaşın hikâyesi, hem güldürür hem de tetikte olmamızı sağlardı.
Kardeşgediği’nden Konya Ovasına inerken tren uçarcasına yol aldı mı, çocukça duygularım ayaklanır, neşelenir, içim kıpır kıpır olurdu. Kendimi kuş olmuş koca ovaya uçuyormuşum gibi hissederdim. Konya’dan önceki büyük durak, en büyük ilçelerinden olan Ereğli, o yıllarda Konya’nın modern yüzüydü… Ereğli’de bir kısa mola ve bozkırda yolculuğa devam. Konya ovası, kışın karın altında uçsuz bucaksız kutuplar gibi, yazın sararan ekinlerin rüzgârda sallanan başakları ile bereketli nazlı gelin gibidir.
Ve Konya istasyonu... Hoşgörü denizinden önyargısız, sevgi ile yoğurulu bir mistik çağrı kucaklar herkesi:
“Gel, ne olursan ol, yine gel...”
Konya, tarihte hep önemli roller üstlenmiş üstünde yaşayanlar için. Kurtuluş mücadelemizde de batı cephesine taze güçlerin aktarıldığı duraklardan biri olarak önemli yere sahip olmuş.
O tren aynı güzergâhta gidip gelir hâlâ. Nereden bilebilirdik ki dört kardeş, ana, baba yaptığımız o tren yolculuklarının bir gün ancak hikâyesi okunacak!
HRNOZMN