- 920 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Memleket Üçlemesi II- Senatör
İdamların üstünden üç hafta geçmişti. Bugün seçim vardı. Son birkaç ayını köy köy dolaşıp rey istemekle geçirmişti. Senatör adayıydı.
Son zamana kadar her şey iyiydi. Köy meydanlarında alkışlayanı çok olmuştu, kahvehanelerde eline sarılan “babanı da çok severdik seni de çok severiz” diyen, dualar eden hatta ağlayanlar vardı. “Okumuş adamsın, beysin, meclise yakışırsın” diyorlardı. Vefalıydı köylüler, kadir kıymet bilirlerdi. Şu Kunduracının oğlu Bölükbaşı’nın partisinden aday olmasaydı iyiydi ya. Milletin aklı karışıyordu. “Hayırlısı” dedi içinden.
Önce hanım çıktı evden. Kadıncağız telaş içindeydi. Başörtüsünü alelacele bağlarken “hangisine basacaktık mührü, karıştırıvermeyeyim sonra” diye fısıldadı kulağına. Orta karar bir küfür mırıldandı Mustafa. “Ulen şu derdimi herkese anlattım da bir kendi karıma anlatamadım” dedi, gülerek çıktı sokağa. Sağa sola selam vere vere mektebe kadar yürüdüler beraber.
***
Aklı almıyordu. Otuz dört rey. Koca şehir, kaç bucağı kaç köyü var. Hangi otuz dörttü ona bunu yapan, kim bilir.
Kahverengi çizgili takımını giydi. Taze senatörü tebrike gitti. Kucaklaştılar kapıda. “Hayırlı olsun” dedi. Şekerli bir kahve içti. Şaka etti bir iki. Gülümsedi. Eve döndü. Vazife bitmişti.
Pencerenin önündeki sedire oturdu. Bahçeye baktı. Domatesler biberler sökülmüş, arkları boş kalmıştı. Kümesin damına serilen erik kurumaya başlamıştı. Briket yığınının üstünde otlar bitmişti. Neler yapacaktı o briketlerle hâlbuki. Genç yaşta dul kalan kızına bir ev yapacaktı sözde. Kayınvalide yanında bırakmak istemiyordu onu. İki katlı bir ev olacaktı, betonarme olacaktı. Yine bu sedirde oturur, dizine eski bir kitap alır üstüne teksir kâğıtlarını koyar, karakalemle planlar çizerdi. Torununun hangi odada yatacağını, sobanın hangi odaya kurulacağını bile hesaplamıştı. Geçen yıl çiftlikten gelen parayla biraz daha malzeme alacaktı ama sonra bu seçim işi araya girince kazma vurmak bile kısmet olmamıştı.
Eskiden ne güzeldi. Deniz kenarındaki o şirin kasabada nahiye müdürüyken, çocuklar küçükken her şey ne güzeldi. Gençti, tasasızdı. Gündüzleri daire, akşamları ya nüfus müdürünün, ya doktorun evinde toplanıp, sohbet, kâğıt oyunu. Büyük adam da olmuştu işte, daha ne!
Siyaset başkaydı. Ne nahiye müdürlüğüne benziyordu, ne kamyonculuğa. Yok, aslında kamyonculuğa biraz benziyordu. Onda da üç beş dalkavuk aklına girmişti yine böyle. “Devir ticaret devri demişlerdi. Para senden çalışmak bizden” demişlerdi. Yüzde elli hisse aldırmışlardı. Aldırmışlardı da nelere benzemez neler gelmişti başına. Yok şoförü döverler, yok garaja sokmazlar, yok kar yağar kamyon dağda kalır, mallar üstünde donar. Güldü kendi kendine.
“Gül gibi memuriyetin var. Nene gerek siyaset senin ulen Mustafa demişti “ ağabeyi. Doğru demişti. O ne güzel yapmıştı. Öğretmen olmuştu. Başka bir şehre yerleşmişti. Ne çift çubukla, ne taşralının dedikodusuyla, ne de kimseye fayda etmeyen siyaset kavgasıyla alakası kalmamıştı. Ağabeyi gibi kaçsaydı zamanında, dönmeseydi buralara keşke.
Şimdi ne yapacaktı? Sedirden kalktı. İki küçük sakanın içinde ötüştüğü tahta kafesin yanına geldi. İnce sarı parmaklarını tellerin arasından sokar gibi yaptı, çırpındı kuşlar. Sonra yer minderine çöküp oturdu. Borçları düşündü. Tarla satsa, satacak pek bir şey de kalmamıştı. Ata malını sata sata bugüne gelmemişler miydi zaten. Oğlan everirken sat, kız gelin ederken sat, sünnet davetinde sat. Bir çiftlik kalmıştı, oradan da kendi kışlıkları ancak çıkıyordu. Ziraat fakültesine gönderdiği oğluna ne zamandır doğru düzgün bir harçlık yollayamamıştı. Seçim propagandasına da oluk oluk para akıtmıştı. Hoş aslında senatör olmayı, Ankara’ya gitmeyi sahiden istemiş miydi o da bilemiyordu. Bildiği tek şey kaybettiğiydi. Gözleri ıslanmıştı. Başını kaldırdı, duvardaki resme baktı.” Niye böyle oldu ?“ dedi sitemle. Duymuyordu, öyle uzaklara doğru dalıp gitmişti mili şef.
Davul zurna sesi geliyordu sokaktan. Çiçeği burnunda senatörün şakşakçıları toplanmış, seçimi kutlamaya çıkmışlardı. Sesler gitgide yaklaştı. Kalabalık tam da evin önüne birikmiş, davul zurna susmuştu. Pencereden baktı. Ahali onu bekliyordu. Kimler yoktu ki içlerinde. Sütçülerin oğlanları, Nohutçunun yeğenleri, Karabıyıkla kardeşi, geçen ay kapılarının önüne pislik dökerken yakaladığı çipil gözlü Durmuş, odun hırsızı Kel Memet… Dünün çapulcuları toplanmış da ona nispet yapmaya mı gelmişlerdi? Bunu da sineye çekecek değildi artık. Kalktı yan odaya geçti. Av tüfeğini alıp geldi. Pencereyi açtı. Tüfeği sokağa doğrulttu. “Ulen davulcu” dedi. “ O tokmağı bir defacık vur hele, kurşunu iki kaşının arasına yersin ulen”.
YORUMLAR
cizgilikagit
Davidoff
Yazar sizsiniz. İsterseniz sınıf farklarını bir sayfaya sığdırmaya çalışın. Eminim biraz zor sığacaktır.
Kimisine kavun karpuz sattırın, kimisine sattığı karpuz pahallı gelsin, yiyemesin. Diğeri karpuzu çöpe atsın.
Dedim ya; yazar sizsiniz :)
Kaçırdığım diğer bölümle birlikte okudum bu bölümü de. Özgün tarzınız nasıl da sinmiş satırlara. Bakış açınız ise her zamanki gibi ustaca. "Ağa" "senatör" den sonra sıradakini merakla bekliyor olacağım. Bu kez kaçırmayacağım inşallah. Sizi okuyunca bugün "okudum" diyebiliyorum. Sevgiler değerli yazar.