- 587 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YÜRÜMEYE DEVAM ETTİM PUSULASIZ
Herhangi bir şey uyandırdı beni, gün boyu derin düşünceler yumağı anlaşılan uykumda bile rahat vermiyordu bana. Gece boyu yanan solgun sokak lambaları odamın içerisini loş ışığıyla doldurmuştu.
Ucuz bir korku filminin dekoru gibiydi görüntü. Bütçesine göre ışık ve diğer dekorlar serpiştirilmişti etrafa sanki. Yine de havada hüzünlü bir durum vardı. Önceki günlerden kalmış ve yüreğime işlemiş acıların daha da genleşip büyüdüğünü hissediyordum, mideme vuran sancılarından. Deli ediyordu bu sancı beni. Kafamın içerisinde anlamsız ama korkunç ucube hayali şekiller beliriyor, sonrada sağlıklı bir insanın düşünme gücüyle parçalanıp yok oluyorlardı.
Gözlüklerimin ardındaki solgun ve uykusuz gözlerim bana bakıyordu aynada. Gördüğüm ne bir yaşlı adamdı ne de bir çocuk, ikisinin arasında veya dışında biriydi. Geçmişini yitirmiş, inanmadığı umutsuz bir geleceği arayan ve boş gözlerle bakan biriydi.
Kendimi dışarı atmalıydım. Zamanın önemi yoktu.
Egzoz dumanıyla yoğunlaşmış büyük kentin temiz havasını doldurdum ciğerlerime. Her yüz adım arayla kaldırıma dikilmiş sokak lambalarının solgun ışıkları, birkaç saat öncesinde yağmış yağmurla ıslanan asfaltın üzerine yansımıştı.
Renkli ışıklı reklam panolarında sonsuz gibi görünen kumsallar ve ucuz otel resimleri göz kırpıyordu her cebe uygun tatil fırsatı için. Birbirinden güzel onlarca bikinili kadın gülerek davet ediyorlardı adeta bu her cüzdana uygun tatil cennetine.
Ellerim ceplerimde, başım önde, düşüncelerimin en derinlerinde gezinirken adımlarımı hızlandırdım gecenin içine dalarken. Ne bir hedefim vardı ne de gideceğim bir adres. Ayaklarım nereye sürüklerse o yöne gidiyordum.
Kentin merkezi tüm ihtişamıyla karşımdaydı. Orada hayat devam ediyordu. “Bana göre değil”de anlaştım ve evime dönmeye karar verdim.
Issız sokaklardan geçerken arada bir yanımdan geçip giden arabaların farları beton yığını apartmanlara yansıyınca hiç birinin ışıklarının yanmadığını görüyordum. Ya günün yorgunluğunu atmak için derin uykudaydılar ya da o evlerin hiç birinde de hayat yoktu.
Eve dönmek fikrinden bir anda vazgeçtim. Cebimdeki sigara paketimi yokladım. Değil Roma’yı bu kenti bile yakmaya yetecek kadar kibritim, ozon tabakasında kocaman bir delik daha açacak kadar sigaram vardı. Gün doğuncaya kadar sokaklarda yürümeye karar verdim. Saat sabahın dördüydü ve buralardaki sokakların sessizliği tam da istediğim gibiydi.
Telefon tellerine tünemiş kuşlar, sağa sola kaçışan fareler, uzaklardan bir yerlerden var gücüyle havlayan köpekler. Aslında bu saatlerde sokaklar onlara aitti. Benim uykusuz geçen gecelerimin hesabını kimseler yapmamıştı elbette.
Yürümeye devam ettim.
Attığım her adımda biraz daha farklılaştı sokaklar. Sokaklarla birlikte ben, benimle birlikte hayat bambaşka bir hal aldı. Beton yığını apartmanlar, ölü sessizliğinde balkonlar, pencereler, kedi köpek sesleri ve yüzüme vuran sabah serinliğinin rüzgârı.
Az sonra nerelere kadar geldiğimi kestiremiyordum ama fark ettim ki bana benzer birkaç kişi daha vardı sabahın bu saatlerinde ıssız sokaklarda. Kravatsız, takım elbisesiz, işsiz, evsiz, arabasız ve ailesiz insanlar. Gün ışığından kaçan insanlar. Mutsuz başlayan bir hikâyenin yine mutsuz sonunu bekleyen insanlardı bunlar.
Çöp bidonlarını karıştıran kimsesiz biriyle göz göze geldim. Kimsesizden kastım kimseye sahip olmamamsı değil, ona sabahın bu saatinde çöp bidonlarını karıştırmaktan başka bir yol gösterecek kimselerinin bulunmamasıdır. Onu bu duruma mahkûm edenleri de kimse diye nitelemek bile haksızlık. Hiçbir şeyler onlar aslında.
Belki de bir ailesi vardı. Belki bir sürü çocuğu. Yoksul, yıkık dökük bir gecekondunun iki odalı damında kiracı olarak kalıyordu. Belki de kâğıt topluyordu çöpten ve topladığı bu kâğıtlar geri dönüşüm olarak bir sıcak somun ekmeği ve biraz zeytin olarak konulacaktı yoksul sofralarına. Belki de topladığı bu kâğıtları umut değirmeninde öğütüp kızına veya oğluna gelecek hazırlıyordu. Tabi kâğıtları öğütecek kadar umudu vardıysa.
Çöp bidonunun içerisine daldırdığı bedenini yukarı çekip dışarı çıktı ayak seslerimi duyunca. Yüzünde aslında başkalarına ait bir utanç ve mahcubiyetle bana baktı ve bir tek sigara istedi benden. Bir tek sigara bu kadar acı ve utanç için fazlasıyla hafif bir bedeldi. Yoksulluğunun, ezilmişliğinin, kimsesizliğinin bedeli bu olmamalıydı.
Ama hayat ya da birileri ya da o kimseler işte, kendileri bu kadar aç gözlüyken, ona bir tek sigarayla tatminkâr olmayı öğretmiş, zorlamışlardı.
Sigarayı paketiyle uzattım, hepsini alması için işaret ettim tek bir sigara aldı paketten. Kibritimle yaktım sigarasını. Tam konuşmak isterken kendisiyle o ağzında yanan sigarasıyla yeniden işinin başına döndü ve beline kadar çöp bidonunun içine sarktı.
Konuşsam ne olacaktı ki? Belki de anlatacakları birilerinden daha da çok nefret etmemi sağlayacaktı. Belki de anlatacakları kendimden tiksindirirdi beni. Belki de ekmek parasına engel olacaktım. Ne bileyim, belki de yaralarını deşecektim.
Konuşmamak daha iyiydi.
Yürümeye devam ettim, pusulasız.
YORUMLAR
Pusulasız, öyle güzel ifade etmişsiniz ki, geceyi, sesizliğini ve o gecenin içinde kendisiyle başbaşa kalan insanı. . bir gece aynı duygularla gecede kalmıştım... Ama sizin gibi gecede yürümeye cesaret edememiştim.. yazdıklarınıza benzer duygularla gözümün alabildiği yerleri izlemiş, o sakinlikten öylesine memnun olmuştum ki, başımı gök yüzüne çevirdiğimde yıldızları kıskanmıştım. sesizce orada asılı kalıp aşağıları izlemek muhteşem olmalıydı!!
Yüreğinize sağlık Hüseyin bey keyf alarak okudum yazınızı... Selamlar..