- 807 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Memleket üçlemesi I- Ağa
“Kalk” dedi babası. “Hadi çıkıyoruz.”
Uykusu vardı hâlbuki. Ne oluyordu anlamamıştı.
Eylül sıcağında at sırtında iki saat yol gelmişlerdi. Akşama kadar bütün tarlaları gezmiş, toza bulanmış, yorulmuşlardı. Ata binmeyi seviyordu Mustafa. Sünnetinde babası almıştı ona bu atı. Kamçısı da vardı, hem de gümüş kamçı. Anası sandıkta saklıyordu; “ dede yadigârı, sandıkta duradursun da, sen büyüyünce yine senin oğlum” demişti. Köyü de seviyordu ama sıcağı sevmiyordu. Sıcak hasta edermiş adamı, muallim bey öyle söylemişti.
Buğday biçiliyordu. Saman balyaları yapılıyordu, öküz arabalarının biri yükleniyor biri boşalıyordu. Kimi yerlerde üzüm bozmaya bile başlamışlardı. Kızlar teknelerde üzüm çiğniyorlardı. Kadınlar ateşin başındaydı. Pekmez kaynıyordu. Ekmek yapılıyordu akşama. Ağa gelmişti ne de olsa.
Yine de bu gelişlerinin diğerleri gibi olmadığını seziyordu Mustafa. Babasının tadı yoktu bugün. Ali emmi de bir tuhaftı. Bu Ali emminin babası Ömer emmi vardı geçen sene. Nasıl hürmet göstermişti onlara. Onu attan indirip kucağına alırken, “bu da küçük ağamız” diye saçını okşarken, nasıl tatlıydı bembeyaz kıllarla kaplı koca elleri. Kuzu dolması yaptırmıştı. Dönerlerken de iki kaz hediye etmişti ona. Ama Ali emmi hiç öyle değildi. Pehlivan yapılı, esmer tenli, kaba yüzlü bir adamdı. Heybetiyle babasını ezmek ister gibiydi. Çarıklarının altından öyle bir toz kalkıyordu ki yürürken, sanki topraktan alıyordu hırsının. Ters ters konuşuyordu babasıyla. Para mevzuu oldu mu sesi yüksek perdeden çıkıyordu. Hesap bildiği de yoktu, bir bildiği itiraz etmekti. İkide bir “hakkımız” lafı ediyordu. “Hakkımızı alamadık” “ hakkımız yendi” “yukarıda Allah var, hak bir Allah bir.” Babasının tüysüz kaşları iyice çatılıyordu. Derdi neydi bu adamın? Ramazanda teneke teneke susam yağı, çuval çuval un, şeker dağıtan, bayramda heybeler dolusu kundurayı getirip çocukların ayağına giydiren babası değil miydi? Bütün köylünün kurbanda cami önünde toplaşıp deve kestirmesini bekledikleri babası değil miydi? Sevmiyorlar mıydı babasını artık?
Gece Ali emminin bağ evinde kalmışlardı. Kendi evleriydi aslında. “Ev de, bağlar da, tarlalar da bizim oğlum.” demişti babası. “Göl kıyısından harman yerine kadar hep bizim. Bana babamdan kaldı. Ona babasından kalmış. Benden sonra da senin buralar.” On yaşındaydı daha. Bazı akşamlar imtihan ederdi babası “ Söyle bakalım Mustafa, senin deden kim?” “Mustafa Ağa” “Büyük büyük deden kim ?“Şaban Ağa” “Şaban Ağa kimdi?” “Şaban Ağa Yörük beyiydi. Buralar onun yaylağıydı. Osmanlı bütün bu toprakları ona verdi.” “Aferin Mustafa, atamızı, soyumuzu bilcen ki sen de büyük adam olcen.” Olacaktı tabii. Mektepte yeni yazıyı ilk o sökmemiş miydi? Muallim bey de demişti. Büyük adam olacaktı Mustafa.
Akşam yemeğini söğütlerin altında yemişlerdi. Evde olsa çocukların sofrasına oturacaktı Mustafa, ama burada büyüklerle aynı sofraya oturmuştu. Niyeyse bir horoz bile kesmemişti Ali emmi. Horoz etini de sevmiyordu zaten. Taze fasulyeyi yufkaya sarıp yemek daha güzeldi. Vişne hoşafına kaşık salladılar beraber. Ali emmi, babası ve Mustafa. Üç büyük erkektiler onlar.
Köyde gece ne güzeldi. Pencereden sızan rüzgâr, kavakların hışırtısı ne güzeldi. Yer yatağı ne güzeldi. Ninesinin öğrettiği duaları bile okuyamadan uyuyuvermişti Mustafa. Saatler sonra içi yanarak uyanmıştı. Babasını uyandırmıştı. “Susadım” demişti. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Yarı uyur yarı uyanık yatağa oturmuş bekliyordu. Babası Ali emmiyi çağırmış su istemişti. Ali emmi ne diyordu, anlamamıştı önce. Sonra babasının hiddetle ayağa kalktığını, köşedeki gaz lambasını yere attığını, kilimin alev aldığını görmüştü.
“Kalk” dedi babası “Hadi çıkıyoruz.” Şaşkındı Mustafa. Ortalığı yanık yün kokusu ile karışık gazyağı kokusu sarmıştı. Örtüyü sırtına bürüdü, babasının yanında yalın ayak çıktı kapıya. Arkadan kadınların çığlıkları duyuldu, koşuşturma başladı. Ev halkı kendini dışarı atmaya çalışıyordu. Kimi kapıdan, kimi pencereden. Dikmeler tutuşmuş, alevler tavana doğru tırmanmıştı. Dakikalar içinde bütün köylüler bahçedeydiler. Yangını seyrediyorlardı.
Dudakları titredi Mustafa’nın, ağlayacak gibi oldu.
“Korkma oğlum, ev dediğin ne ki. Bir daha yaparız. Ama itibarımızı kaybettik mi bir daha kuramayız” dedi babası. Burnunu gömleğinin koluna sildi Mustafa. Topladı kendini. Ne demişti Ali emmi? Neydi babasını bu kadar kızdıran? Hatırladı Mustafa. “Bizim çocuk uyudu, kuyuya gönderemem şimdi “ demişti.