2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
878
Okunma
Mustafa CEYLAN
Asıl adı Lütfullah. Kaynaklarda Molla Lütfî, Sarı Lütfî, Mevlânâ Lütfî , Deli Lütfî adıyla anılır. Namaz konusunda yaptığı bir açıklamadan dolayı, 19 gün zindanda tutulur ve II. Bayezid’in onayıyla idam edilen şairlerimizden birisidir.
Babasının adı Kutbiddin Hasan olup Tokat’da doğmuştur.
Hızır Bey oğlu Sinan Dar’ül hadis müderrisliği, Padişah hocalığı yani Hace-i Sultani; Sahn Müderrisliği görevlerinde bulunur. 31 yaşında iken de Hoca Paşa ünvanı ile vezirlik rütbesi alır. Bizim Sarı Lütfî, Sinan Paşa ile Sahn-ı Seman Medresesinde karşılaşır ve bir daha ayrılmayacak şekilde ona bağlanır.
Fatih, sarayda bulunan kitapların korunması için Sinan Paşa’dan ricada bulunduğunda, Sinan Paşa Hafız-ı Kütüplük görevine Sarı Lütfî’yi önerir. Lütfî, kütüphanede görevde iken, su gibi içer bütün kitapları, okur, okur…Akranları arasında bilgi bakımından en öne çıkar. Gedik Ahmet Paşa’ nın görevden azledilmesi üzerine Vezir-i azam olan Sinan Paşa, bu görevde fazla duramaz. Padişah tarafından bu görevden alınır, hattâ işkenceye tabi tutulur. Çevresindeki öğrencileri ve ilim adamlarının Sinan Paşa’yı desteklemeleri, topluca, bir ve beraber hareket etmeleri , “kitaplarımızı yakar, ülkeyi terk ederiz” şeklinde direnmeleri üzerine, Sinan Paşa Sivrihisar kadılığına atanır. Bizim Molla Sarı Lütfî’ de hocasının yanından ayrılmaz, o da onunla Sivrihisar’a gider.
İşte hoca ve talebesi…
Hocası neredeyse, talebesi de orada.
Ya günümüzde nasıl?
Günümüzde, sanal şiir dünyasında hoca talebe ilişkileri yok denecek kadar az. Sanallık, dostluklara da yansımış. Öyle çile ve yol arkadaşlığı dostluklara rastlamak mümkün değil. İnsanlar maddî bağlarla bağlanmışlar birbirlerine, mânevî değil bağ. Bu yüzden en küçük bir sarsıntıda dostluklar bitiveriyor.
Der ki :
“Dilimiz sâgar-ı sabûh ister
Cism elbetde taze ruh ister.
Kerem et câna feth-i bâb eyle
Nice demdir ki dil fütûh ister.
Zâhidâ mezheb-i muhabbetde
Tevbeye tevbe-i nasûh ister.
Nusha-i gamla şugl eden dil ü cân
Ne mütûn u ne hod şurûh ister.
Vuslat-ı yâra ermele Lutfî
Sabr-ı Eyyûb u ömr-i Nûh ister.
Deli dolu, sözünü asla esirgemeyen, lâtifelerle ve hazır cevaplığıyla insanları iğneleyen bir yapıya sahip olan şairimiz, Fatih Sultan Mehmet’e bile lâtife yapmıştır.
Anlatırlar :
Molla Lütfî kütüphanede görevlidir. Padişah Fatih kütüphaneye gelir. “Bana şu kitabı getiriver” diye Lütfî’ye emir verir. Lütfî, kitap biraz yüksekçe yerde bulunması sebebiyle, ayağının altına bir mermer parçası alır ve kitabı padişaha uzatır. Padişah: “Ne yapıyorsun? İsa Peygamber o taşın üzerinde doğmuştur” der. Kütüphane görevlisi Molla sarı Lütfî görevine devam eder. Biraz sonra da güveler tarafından parça parça edilmiş kirli bir bez parçasını orada bulunan Padişahın dizi üzerine bırakır. Padişah: “ Bunu benim dizim üzerine niye bıraktın ey Molla?” diye sorar. Lütfî bu, sözünü esirgeyecek değil ya, “Devletlü padişahım, huzursuz olmayınız, bu bez İsa Peygamber’in beşik bezidir.” Der.
Rahatça konuşan, korkusuz, kendisine güvenen, iğneleyici bir dili vardı şairin. O dönemin saraya yakın ulemaları Molla Arap, Germiyanlı izârî, Leysî Çelebi, Hatipzade, Fahrettin Acem gibi kişiler o’ nun kırbaç diline düşmekten korkar olmuşlardı. Padişaha hakkında bazı olumsuz olayları abartarak götürmek için fırsat kolluyorlardı.
Nihayet, aradıkları fırsatı yakalar rakipleri ve onu zındıklıkla suçlarlar. 19 gün hapis yattıktan sonra Padişah’ın bir zındığı koruyor olması gibi bir dedikodu çıkmasın diye, ferman verilir ve idamı onaylanır. At meydanında başı kesilerek idam edilir. Başı kesilirken bile kelime-i şehadet getirdiği nakledilir. Tarih 23 Ocak 1495’tir. Eyüp Sultan semtinde Yavedut iskelesi yakınında bulunan Mahmud çelebi mescidi civarına defnedilir.
Zındıklık suçlamasına gelince:
Anlatılır :
Lütfî şöyle konuşmuş :
“Hazreti Ali’nin vücuduna savaş sırasında bir ok isabet eder. Ok kırılır, ama temreni vücutta kalır. Öylesine acı verir ki, sanki ciğerlerine saplanmıştır ok. Hazreti Ali acıdan kıvranırken doktorlara baş vurur. Doktorlar, Hazreti Ali’ nin duyduğu bu acı sebebiyle temreni çıkaramazlar. Namaza durmasını beklerler. Hazreti Ali sırtında ok temreni namaza durduğu anda, doktorlar temreni sırtından çekip alırlar. Hazreti Ali olayın farkına bile varamaz.
Yani diyeceğim şu ki, kişioğlu namaza durduğunda dünya ile irtibatını kesmeli. Yüce Yaradan ile baş başa olmalıdır. İşte asıl namaz budur. Bizim yaptıklarımız ise kuru kalkıp eğilmedir ki bizim eğilip kalkmamızda yarar yoktur.”
İşte bu sözler sebebiyle, “namazı hafife alıyor, fayda yok diyor, namazın farzıyetini inkâr ediyor, bu adam dinden çıkmış, zındık bu adam” şeklinde suçlanır. Müderrislerden oluşan bir heyet marifetiyle yargılanır. Bu yargılama sırasında 200 tanık dinlenir.
Sarı Lütfî, tıpkı Sokrates gibi, muhteşem bir savunma yapar ama, heyet yalancı şahidlere itibar ederek, onu suçlarlar. Lütfî, Müslüman olduğunu, sözlerinin ne anlama geldiğini anlatır. Heyet önce, kararını onun suçsuzluğu yönünde bir oy farkıyla verdiği halde, sonradan bir üye karar değiştirip, idamı yönünde oy kullandığından, idamı şeklinde karar çıkar.
Der ki:
“Nûr-i cemâl irelden sen serv-i mâhlikâya
Vardı güneş zevâle noksan erişdi aya
Cân gülşeninde kaddin bir serv dikdi dil-cû
Dil levhasında hattın hat yazdı her belâya
Sînem nişâne kıldı sihr oklarına gamzen
Kaşın gözün idelden talîm ok u yâya
Âyine-i cemâlin şevkinde cân virürsem
Fer vere her gubârum cam-ı cihân-nümâya
Benzer güneş diyeydüm bir yüzden ol cemâle
Zülfün hüması gibi verse güneş de sâye
Lûtf ile toyularsan Lutfî’yi n’ola şâhâ
Kim çok âtâlar eyler sultan olan gedâya.
Eserleri :
-Harname(Uslu Şüca Münazarası)
-Taz’îfü’l Mezbah
-Mevzuâtü’l Ulûm ve’l Matâlibü’l İlâhiye
-Es-Sebu’ş-Şidâd
-Haşiye ala Haşiyet-i Şerhü’l Matâhil
-Seyyid Şerif Cürcani’ nin Miftah Şerhine Haşiye
-Nesefi Akaidi Şerhine Haşiye
-Mvekıf üzerine Notlar
-Sahih-i Buhari Üzerine Notlar
-İmanın Tahkikine Dair Risale
-Hâc Âyetinin Tefsiriyle ilgili risale
-Harflerin Mahreçlerine dair risale
-Adab İlmine dair risale
-Es-Saâdetü’l-Fahire fi Siyâdeti’l Ahire
-Zübdetü’l Beâğa
-El-Ferec Ba’de’ş-Şidde.
Bu eserlerinden “Harname” Türkçe olup, diğerleri Arapça’dır.
SON SÖZ BİZDEN OLSUN :
NİYE ? (Gülce-Buluşma)
Uzatın başınızı pencereden dışarı
Tarih sizden bekliyor, mutlulukla başarı
Şaşırtın yeni baştan, uyuklayan beşeri
…………Cansınız, canımızdan süzebilmek ne güzel
…………Yarınları türküyle dizebilmek ne güzel…
Duvar diplerinde yaban gülü çocuklar
Ne çabuk indiler beşiklerden yollara?
Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri
Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken
Taş atmak niye?
Ey gece, ey zifir kara, ey köhne zaman !
Yıkanda gel, arın, amberler sürün
Kızarsın ve ışısın zindan yüzün
Topla bütün çocukları şarkıların meclisinde
Muştulu seherlere ulaştır olmaz mı?
Sabah yelinde duası varken anaların
Şimdi üç beş yabanıl hempanın
Güdümüyle bu anaları
Ağlatmak niye?
Hey hey !...
Hey ki hey!!
Defne dallarının türküsü var kavalımda
Bin kapının açılışı çocuk elleriyle hey!...
Ay vurmuş suların yorganı var üstümde
Bitirmişim geceyi dibine kadar
Gece kuşlarının kanat sesleri
Şafak güvercinlerinin şadırvan yelinden uçup gittiler
Şimdi siz, şimdi sizler çocuklar
Goncalaşmış umut çiçeklerini toplayın
Toplayın varoşların bahçelerinden haydi
Ve döndürün yorgun, yalın ayak yolcuları
Yalan yanlış yollardan çevirin ıslığınızla…
Ak alınlarınızın şavkı vursun takvimlerime
Ülkemin dağlarında gezinmesin eşkiyâ
Ve siz yurdumun köy kokulu çocukları
Kalem tutsun, ışık dokusun elleriniz olur mu?
Hoş sohbet gerçeklerle, türlü şakalarla
Çıkagelsin tarihin sinesinden
Kutbiddin Hasan oğlu Tokatlı Lutfi
Korkusuzca anlatsın olanı, olacağı
Kaldırsın örtüyü olayların üstünden
Ve siz, siz özümün özü yarınlarım ey !
Siz ki siz hey !
Duvar diplerinden, kaldırım taşlarından değil
İçi ateş dolu molotoflardan değil,
Kurşundan, silahtan, ölümden hiç değil,
Anadolu türkülerinden el ele tutuşup çıkın meydanlara,
Seslenin şiirleriyle ölen şehirlere
Yarası iy’olmaz dağları yıkayın, arıtın silâhlardan
Bağ, bostan olsun; şenlensin eşya, doğa
Ve birliğin, kardeşliğin mevsimini getirin vara yoğa
Olur mu, can parçalarım olur mu?
Karanfil kokusu ağızlarda, sevginin sözcükleri
Ellerde nevruz çiçekleri olmalı derken
Birliği, dirliği ateşe atmak niye?
Niye be can fidanım, can kokulum, bir tanem niye?
Ülkemin yarınını yoğuracak canlarım
Ufuklardan bin güneş doğuracak canlarım
Atatürk’ü yeniden çağıracak canlarım
…………Sizin destanınızı yazabilmek ne güzel
…………Düşmanın oyununu bozabilmek ne güzel.
Mustafa CEYLAN
24.03.2012 04:16