- 1636 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KORKU HİKAYESİ-2
Cinlere inanır mısınız? Ben eskiden hiç inanmazdım. Hatta bu masallara inanan insanlarla dalga bile geçerdim. Tabi hayat, bazı şeyleri kafanıza vurarak bir güzel öğretiyor. Akıllı olun dostlar… Gerçek olan bu hikayeyi yorum yapmadan önce bir dinleyin bakalım.
1974 yılı Trakya. Kıbrıs Harekatının beş ay öncesi. Birlikler ihtiyat erlerinin de gelmesiyle dolup taşan mevcutlar nedeniyle karmakarışık. Gelen erler içinde elli yaşında olanlar bile var. İki yüz kişilik bölükler dört yüz kişiye çıkmış. Bazılarına silah, bazılarına bot ve elbise bulmakta zorlanıyoruz.
Mevkiimiz, Edirne’nin hemen güneyinde bulunan Musabeyli Köyü. Bizden yardımlarını esirgemeyen, hoşgörüyle onlara verdiğimiz zararı görmezlikten gelen bir göçmen köyü. “Ta be, gızancıklara yapıverin bi geşkek bilavı be yau!”
Bir akşam üzeri, ağır geçen eğitimin sonunda pestil gibi olmuş, genç yedek subaylarla çay içiyoruz. Bir çavuş koşarak gelip, ” Komutanım, yeni gelen bir er, etrafa kasatura ile saldırıyor.” demez mi?
Haydi bakalım,Teğmen. Abduş’la birlikte fırlayıp, koşuyoruz. Evet. Yeni tertip, çelimsiz ve saf görünümlü, genç tüysüz bir er bir elinde kasatura, öbür elinde ay çiçeği saplarıyla kendi kendine bir şeyler mırıldanarak, sağdan soldan darbe alıyormuşçasına bedenini sakınan hareketlerle sanırsınız hayali bir orduyla savaşıyor. Üstelik çocuk kimseye kasatura sallamış da değil. O, hayali bir düşmanla , boğuşuyor. Yanına yaklaşmak çok tehlikeli olabilir. Bu yüzden üzerine ağ atarak, zarar vermeden yakalamak gerekiyor. Abduş Teğmen, ani bir hareketle arkasından yaklaşıyor ve oğlanı yere düşürüyor. Ben de üzerine atlayarak, kasaturayı elinden alıyorum.
Sırt üstü yatmakta olan çocuğun üzerinde ben, bacaklarında üç kişi daha, bir de kafasını tutan çavuşum. Toplam beş kişiyiz. Beşimiz birden bu çelimsiz çocuğun üzerinde, yerden atmış santim havalanıp, tekrar yere oturuyoruz. Delirmek üzereyim. Bu çocuk, beşimizi birden yerden nasıl kaldırabilir ve nasıl bütün vücudu yerden aynı anda kesilebilir? Önce kafayı tutan, sonra da diğerleri beni onunla yalnız bırakarak, korkuyla kaçıyor. Ben, tek başıma rodeo atlarına binen kovboylar gibi inip inip kalkıyorum.
Birkaç dakika sonra birden kıpırdamadan yere seriliyor. İki el bileğini sıkıca tutarak üzerine oturmuş, dizlerimi kollarının pazılarına bastırmış durumdayım.
Göz göze geliyoruz. Aman Tanrım, bu gözler sanki onun gözleri değil. Suratı genç bir delikanlının yüzü olmaktan çıkıyor, ‘Şeytan‘ filmindeki gibi, değişik ve korkunç bir yüz halini alıyor. Bana öfke ile bakıyor. Ağız bölgesinde adeta bir devenin salyaları kadar çok, köpük oluşuyor. Çok sert ve korkunç bir tonla adeta böğürüyor.
“Karışma bana. Karışma. Sakın bana karışma.”
Allahım!.. Kollarını bırakamıyor, bakışlarımı onun gözlerinden kaçıramıyorum. Ona yardım edişimi sorgulayan nefreti görüyorum. Herkes kaçmışken, yaşlı bir doğulu er yaklaşıyor yanımıza dualar ederek.
Ona, Mesut’un yüzünü gösteriyorum. Başını sallıyor.
“Korkmayın Komutanım. Sakın korkmayın. Ben imamım, ne olduğunu biliyorum. Onun içine cin girmiş” diyor. Etrafta belki yüz er var. Kimse onun kadar cesur değil.
Sonra, o çirkin yüz, geldiği gibi birden yok oluyor. Gerçek Mesut’un, yüzü beliriyor.
“Komutanım, gırtlağım, gırtlağım… Gırtlağımı ısırıyorlar. Yardım edin Komutanım.”
Tam üzerinde oturmaktayım. İki kolunu sabit bir şekilde tutuyorum. Mesut’tan en az iki kat daha, güçlüyüm. Kendimi toparlayarak boynunu kontrol ediyor, “Gırtlağında bir şey yok, Mesut, kendine gel yavrum.”diyorum.
Ama… Ulu Tanrım! Yanlış mı görüyorum? Olamaz. İki elim, iki dizim ve ona değmesi imkansız olan başım onun gırtlağına hiçbir şekilde temas etmiyorken, bu gördüğüm de ne? Evet, tam gırtlağında, otuz iki dişin ısırma izi ortaya çıkıyor. Birdenbire oluşan bu izi yapanı yakalamak istercesine sağ elimle boynunun etrafını yokluyorum. Hiçbir şey yok. Mesut bayılıyor. Üzerinden kalkıyorum. İmam er, kızılderililer gibi iki elini yere vurup, havaya kaldırıp türlü sesler çıkartarak cin kovmaya uğraşıyor.
Abduş Teğmen.de yakına gelip , diş izlerini inceliyor. Hepimiz şaşkınız. O sıralar, ruhlarla ilgili bir kitap okumakta olduğum için ben de olayın bir cin meselesi olduğuna ,inanmak istiyorum. Ama içimde bir inançsızlık var.
Mesut, okula hiç gitmemiş, okuması yazması olmayan bir çoban.
“Mesut, öncelikle neler olduğunu, kime kasatura salladığını hele bir anlat bakalım.”diyerek sorguya alıyorum. “Komutanım…” diye başlıyor anlatmaya, “Ben bir erkek cini üzerine işeyerek öldürmüşüm. Bunlar, kızın yakınları, Kızla evlenmezsem beni öldürecekler. Sürekli dövüyorlar.”
“Peki , onları ne şekilde görüyorsun?” Onları gerçekten görmese tarif edemez ,diye düşünüyorum. “Komutanım, bunların hepsi beyaz tülden bir elbise giyiyor. Renkleri soluk ve beyaz. Tülden sadece yüzleri, elleri ve ayakları görünüyor. Ayakları, bizim gibi değil, arkaya dönük ve çıplak.”
Aman Allah’ım, bu anlattıkları gerçekten doğru. Onu daha fazla sıkıştırmadan bu konuda daha çok bilgi sahibi olmalıyım. Ertesi gün, onu kafası sarılı olarak görüyorum. Aklımdan, bu çocuğun kafasını mı yardılar, diye geçiriyorum.
“Beni bu kadar askerin içinde zor buluyorlarmış, başını bağla dediler.” diyor. Bu bağı ne ben, ne de Alay Komutanı çıkarttıramıyor. Emir büyük yerden. Diğer erler Mesut’a, yakın yatmak istemedikleri için , çocuğu benim çadırın yakınlarına alıyorum.
Yine karanlık bir gece, Mesut’ un çadırından acayip sesler geliyor. Don gömlek, koşarak gidiyorum. Benden önce gelen devriyeler yanına girmeye korkuyor. Çünkü, gelen sesler Mesut’a ait değil. Yere çok yakın olan er çadırına eğilerek girip, gece yarısı onu yalnız bırakıp kaçan haberci Hasan’ın kampetine oturuyorum. Çocuk deli gibi kampette döneniyor. El fenerini yüzüne tuttuğumda, donup kalıyorum.
O, ilk günkü şeytan suratı ve bana gırtlaktan gelen, nefret dolu bir hırıltıyla “Defol! Defol git!” diye bağırıyor. Dışarıdakilerin bile bu korkunç sesle kanları donmuş durumda. Şeytan filmindeki rahip gibi , “Çek git, iblis” diye ben de, ona bağırıyorum. Hemen, yaşlı imamı çağırıyoruz. Dualarla yanıma oturuyor. Bu sefer ona dokunamıyorum. O ses kanıma işliyor ve sadece donup kalıyorum. Sabaha karşı,iblis defolup gidiyor ve çocuğun uyumasına müsaade ediyoruz. Akşama kadar uyuyor garibim.
Bir mektupla babasını davet ediyorum. Biz bu işi çözmekte yetersiz kalıyoruz, çünkü. O şeytanımsı yüz, benim de hafızama yerleşiyor, kâbuslar görüyorum. Diğer erler çocukla görüşmeye korkuyor.
Siyah çizmeli, potur pantolon, beyaz gömlek ve siyah yelek üzerine başına taktığı siyah geniş kenarlı fötr şapkasıyla kan ter içinde kalmış, pos bıyıklı adam çıkıp geliyor. Herkes bu adama olağanüstü saygı gösteriyor. “Onun babası çok fakir. Yol ney bilmez, köylü beni yolladı.” diyor,adam Meğer köyün muhtarıymış..
Altın dişleriyle gülerek anlatıyor bize hikayeyi.
“Bu oğlan aklı biraz kıt, zavallı bir çobandır. Ama çok da dürüst bir insandır ha. Derler ki; cin taifesinin bir erkeğini öldürmüş. Amma biz birinin bir ineği, koyunu, atı kaçsa , hemen Mesut’a sorarız. Eliyle koymuş gibi, bulur getirir. Bir gün, bu oğlan dağa gider de bir türlü gelmez. Arat, arat yoktur. Jandarmaya, haber salarız, onlar da arar, bulamazlar. O sıralar askerlik şubesinden celp gelir. Durumu anlatınca şube reisi Albay bize inanmaz. Bu çocuk, askerden kaçmak için bunu yapıyor der. Neyse, köyde diğer gençleri muayene edenlerden bir çoban gelip Mesut’u gördüğünü, ama onun cevap bile vermeyerek, uçurumdan aşağı süzülerek indiğini söyler. Bu imkansızdır. Albay, hadi gidelim, o uçuruma bakalım der. Köylüler, jandarmalar, doktor, hep beraber uçurumun kenarına gittik. O uçurumdan kuş olsa, iniş olmazdı.”
Muhtar, masa örtüsü büyüklüğündeki mendilini çıkartıp, alnında biriken terleri sildikten sonra mendili bir fular gibi boynuna bağlayarak devam etti:
“ Albay, birden dürbününe takılan bir şeyi bana gösterdi. Bu, uçurumun dibinde bir ağacın altında uzanan Mesut’tu. Hemen arabalara dolup, uzaktan dolaşarak yanına gittik. Çok derin bir uykudaydı. Araçların sesini bile duymamıştı. Onu dürterek uyandırdım. Albay sordu. “Oğlum, sen on beş gündür bu dağlarda ne yapıyorsun, ne yer ne içersin?”
“Ben cinlerle gezerim. Bu öğlen yemekte patlıcan kebabı ve domatesli biberli, hıyarlı çoban salata yedim.” O tarihte kış mevsimi olduğu için, patlıcan, domates, biber ve salatalık hiç olamazdı, çözümü doktor buldu. Arabadan bir benzin hortumu alarak Mesut’a bağırta bağırta yutturdu, yani midesini yıkadı.
Muhtar, hepimizin teker teker yüzüne bakarak gülümseyip, estağfurullah dedikten sonra devam etti.
“Mesut’un midesinden gerçekten patlıcanlar, domatesler, biberler, etler çıkmıştı. O bunları cinlerin sofrasında yediğini söylüyordu, buna kimse inanmazsa bile ben evlatlarımın üzerine yemin ederim kumandanım.”
Vay canına, böyle bir hikâye beklemiyordum. Hemen Mesut’u çağırttım.
Kafasında beyaz bandıyla geldi. Şu uçurumdan nasıl indin, bir anlat hele dedim.
“Beni iki koluma girip indirdiler. Onların boyu çok kısa. Aha bu kadar ama çok kuvvetliler komutanım.” Gel de çıldırma. Peki o yemekler?
“Ben hep dağda güzel yemekler yedim. O da bir şey mi, baldızlarım beni elleriyle beslediler hep. Ama ben de o kadınla evlenip kurtulacağım artık.”
Allah’ım, neden bu işler hep beni bulur? Mesut’u Bakırköy Akıl Hastane’sine sevk ettik Bir ay sonra oradan gittiği Çorlu Askeri Hastanesi’nin onayıyla askerliğe elverişli değildir, raporu alarak terhis olup gitti. Bakırköy Akıl Hastanesi’nin raporunda; Teşhis Konulanamayan Pisişik Hareketlilik Ve Çift Kişilik Ruhsal Depresyon yazıyordu.
Yıllar sonra, Mesut bir televizyon programında toto tahmini yaptı. Ona sadece on tane sonuç sordular. Diğer dördünü sormadılar. Onda on bildi. Her soruda duruyor, takım isimleriyle gülerek alay ediyor, sonra sonucu söylüyordu. Bunu bütün Türkiye seyretti.
Onu uğurlarken başındaki sargı hala duruyordu. Vedalaştığımızda gözleri dolu dolu beni öpüp, iki metre uzaklaştı ve “Komutanım, sen vurulacaksın. Birinci de bir şey yok ama ikincide dikkat et. Hep soldan.”dedi. İnanmak istemedim.
Birkaç ay sonra sol kasık altından, sonra da sol bacağımdan vuruldum. İkincide çok çektim. Ama öleceksin demediği için içimde bir güç vardı ve o güç bana korkma, yırtacaksın diyordu.
Mesut çok iyi bir medyum oldu. Yalnız yaşadığını söylediler ama ben biliyorum ki evlendi. İyi bir Müslüman cin kadınla.
Acaba sen, evet sen genç adam… Baldız ile aranı yaptırayım, ister misin?
E.YAŞAR OVALI 23.03.2012
YORUMLAR
kukurikuu
Bu tip olaylar çok miktarda oluyor ama yorumsuz olarak üzeri örtülüyor.
Aman Allah saklasın.
Saygılarımla.
Merhaba,
Değerli Yazarım, ben pek bu tür olaylara inanmamakla birlikte çokta merak ediyorum.
O 3 harfliler varmış buna ianıyorum ama cinlerer karışma olayı biraz anlamsız geliyor.
Eskiden çok yaygın olan bu tür hikayeler yada yaşanmışlıklar bu zamanda pek yok neden acaba diyede kendime sormadan duramıyorum.
Yıllar önce, biz keşanda görev yaparken, o rada devlet hastanesinde çalışan arkadaşımın cüzdanı kaybolmuştu. maaşını alıyor ve o gün çantasından cüzdanı çalınıyor. Bana dediki bir cinlere karışmış kadın varmış ona gidelim mi, merak ay oda bende inanmasakta gittik.. Kadın bizi çok iyi karşıladı ve arkadaşımada cüzdanı çalanı tarif ederek işyerinden arkadaşın dedi ama paranı almış, cüzdanınıda çöpe atmış en üste duruyor. Kimliğin ve işyerinin adresi yazılı olduğu için yarın belediyenin adamı sana getirip verecek cüzdanını dedi..... Bende nerden bu kadar net söyleyebiiyorsunuz diye sordum. Yüzüme bakıp sen beni tanımıyorsun anlaşılan dedi..Güldüm.... O da dedi ki; ben cinci kadınım, beni hapisde dahi tutamadılar bir ay oldu edirneden geldim ...ve anlattı; Kadını, insanları kandırıyor diye tutuklamışlar ve hapsetmişler bir kaç defa tekrarlanmış ve her defasında kadın beni burada tutamazsınız, kapılarımı açarlar ve beni çıkartırlar benim cinlerim. Beni hiç tutmayın demiş ve gerçektende cinler kadının kilitli kapısını açıp onun Keşana geri dönmesine yardım etmişler.. Ondan sonrada bu kadını rahat bırakmış polis.Artık doğrulu ne bilemem de... :))
sizin yazınızı okumak her durumda güzel ve keyfli. ellerinize sağlık.
kukurikuu
Aslında , benim kadar bu olaylara şüphe ile bakan yoktur. Ama
ne yazık ki bu yaşadığımı , yanımda can arkadaşım Abduş Albay ile
yeniden yaşayarak ve birbirimize tekrar anlatarak yazdım.
Bu olay, piyasaya yayılmış, pek çok cinci geçinen , soytarının tersine,
çok saf tertemiz ve para nedir bilmeyen , cahil bir çoban çocuğun
hikayesi.
Galiba bir şeyler var diyorum. Yaşadığınız örnekte cüzdan ne oldu?
Kadının dediği gibi geri geldi mi?
Keşan güzel yerdir . Hele bu mevsim kuzuları. Trakya da çok mutlu olmuştum. Nerede o günler?
Saygılarımla.
inci*
inci*
İLK BAKIŞTA YAZAR TARAFINDAN ABARTILMIŞ BİR ANEKDOT İNTİBAI VAR... EĞER ABARTI OLMADIĞINI KABULLENECEK OLURSAK, TV.LERDE ARZ-I ENDAM EDEN CİNCİ ŞARLATANLARIN HEPSİNE İNANIP, CUKKALARINA SEANS BAŞI İNDİRDİKLERİ 200 DOLARI DA HELAL ETMEMİZ GEREKECEK.NİTEKİM YAZAR, BU ÖYKÜYÜ YAZMAKLA ONLARIN EKMEĞİNE BAL SÜRMÜŞ BİLE. "ŞU MESUT DENEN BÜYÜK İLİM SAHİBİ HOCAMIN ADRESİNİ VERSEN YA KOMUTANIM, ORMANA KAÇAN EŞŞEĞİMİ SORACAĞIM DA..." SAYGILAR
.
kemnur tarafından 3/23/2012 10:54:26 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Materyalist bir görüşün olaya inanmamasını kabul ediyorum. Ama
bu olay inanın ki tamamen gerçek. Cinci hocalara gelince onlara bende inanmam. Fakat bu saf genç , yanılmıyorsam Uğur Dündar veya tanınmış bir yayıncının proğramına yazdığım gibi çıkartıldı. Bu çocuğun üstelik parayla da hiç işi olmamış.
Hocam, size mesajınıza karşılık yazdım ama alıp almadığınızdan emin olamadım.Paşazade çok güzel gidiyor. Saygılarımla.
Kemnur
kukurikuu
Öyle bir dünya ki, çoğu şeylerin farkında bile değiliz.
Bu olay yaşanmış ve benim de , bakış açımı değiştirmiş bir gerçek
hikayedir. Korkacak bir şey yok. Kur'an da , cinler ile ilgili ayetler var.
Aynı dünyayı paylaşıyoruz. Onlardan zarar görmemek için onlara zarar vermemek gerek. Sayfamda olmanıza sevindim . Saygılar.