- 506 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BAL/ÇIK-1
beşinci kızıl gezegen karanlığındaki sonrası gün......
***** ******* **********
Sığındığım kayalıkların ardından sıyrılarak çıktım. Bulunduğum tepeden yanmış ormandaki ince olmayan ağaçların dallarına kadar sis çöktüğünü görebiliyordum.
Havadaki kızıllık iyice atmosfere yayılmış ve hava iyice soğuduğundan giysimin yakasını kapatırken gökyüzünü kaplayan iki gezegenin cılız ışığı önce bana vuruyor sonrasındaki gölgem yerlerdeki kül yığınında bana eşik ediyordu.
Son bir kaç aydır gezegeni ısıtan Güneş bulutlardan ve asit yağmurlarından fırsat bulamadığından ısıtamıyordu adım attığım yerleri.
Denize doğru yürümem gerektiğinden başka bir şey bilmiyordum. Bir de havanın ne zaman değişeceğini ve karanlığın çökeceğini. Hepsini Ondan öğrenmiştim ve öğrendiklerim şu ana kadar hayatta kalmamı sağlayan tek şeydi.
Deniz ormanların aksi yönünde ufukta kalan küçük maviliğinden çok kızılı yansıtan bir halde beni çağırıyordu yakınında tükenmiş bir kaç yeşil bitki örtüsü tükenmişliğin son izlerini sahilde saklıyordu.
Yola çıkan ayaklarıma tek güç veren oradaki bir kaç parça yeşil ve denizin çalkantılı suyuydu.Tepeden aşağı inerken ayağımdaki potun çevresini kalın bağ ile iyicene sarmıştım. Asit birikmiş küçük gölcüklerden korunmak için. Etraftaki değişen bitki örtüsünü görebiliyordum.
Yeşili kaçmış bir kaç bodur bitki ve yeni yeni üremeye başlamış küf renkli otsu yenilmeyen bitkiden başka hiçbir şey kalmamıştı. Son zamanlarda asit yağmurları da artmıştı onun etkisi olsa gerek ki toprak kahverengiliğini yitirmiş morumsu değişik bir kül rengine bürünmüştü.
Adımlarım hızlanmıştı bir an önce denize yaklaşmak için. Etrafta hiçbir canlının yaşadığına dair bir iz yoktu. Karşıma çıkan ikinci bir tepenin zirvesine geldiğimde beni bir sürpriz bekliyordu alışkın olduğum.
Yanmış kamıştan çatıları olan on beş yirmi evden oluşan bir kabile köyü. Dumandan başka hiçbir şeyin olmadığı bu yerleşim yerine sabırsızlıkla yürürken işe yarayacak bir şey bulmanın ümidiyle adımlarımı koşar adıma yaklaştırıp hızlandım. Yanmış kamış evin ilkine girdiğimde bir kaç toprak kaptan başka bir şey yoktu .
İlk baktığım su testisinin içi olmuştu. Boş oluşu umudumu kırmadı çünkü tahmin edebiliyordum. Yakın zamanda buralarda birde kabilenin yaşadığı kesindi ama kesin olmayan şey onların şu an nerede ve ne olduklarıydı.
Orta meydandaki boyası solmuş tanrıca heykelinin ucunda ki sarılı yırtık bezlerden anlamıştım kurtuluş duası için yapılan ayinin izleri hala duruyordu çünkü.
İkinci girdiğim terk edilmiş hasır serili kamış çatılı evin girişindeki bulduğum bir bez parçasını alıp tanrıçanın iki yana açılmış kollarından sol koluna bağladıktan sonra iki avuç içimi birleştirip boynumu büktüm.
Küçükte olsa kendimce bu kabile için bir ayin gerçekleştirip. Sırt çantamdaki az kalmış sudan iki damlasını parmağımla ıslatıp tanrıçanın alnına değdirdim. Bu bizim de yaptığımız bir ayindi asit yağmurları başladığı ilk zamanlar kurtuluş için yapılırdı.
Tanrıca ORKA bizi asit yağmurlarından koruyacaktı. İnancımı yitirmemeliydim. İçimdeki tek yaşama ümidim olan şeydi geriye kalan inanç.Üçüncü barakaya girdiğimde buradaki barakanın bu kabilenin büyücüsüne ait olduğunu anlamam hiçte zor olmadı.
Duvardaki kurutulmuş yarasa, bir kaç baykuş tüyü ve yılan derileriyle örülmüş sunak ve tütsüler ve diğer eşyalar. Etrafı ayaklarımla ittirerek armama devam ettim. Burada mutlaka işime yarayacak bir şeyler olmalıydı.
Ayağımla yılan derisinden örülmüş sunağı oynatınca hislerimde yanılmadığımı anladım. İki el büyüklüğünde kurutulmuş deri parçasının üzerine Güneş alfabesiyle kırmızı ile yazılmış şekiller vardı.
Bunu yapılışından bahsedildiğini duymuştum ama okumasını öğrenememiştim. Ceylan kanından çizilen bu şekiller kurtuluş haritası olarak bilinirdi. Bunu sadece büyücüler okuyabilirdi.
Bu yüzden mutlaka Onun dediği yere ulaşmam gerekiyordu. Dizlerimin üzerine çöktüm sırt çantamı ikinci kez çıkarıp kurumuş deri parçasını itinayla yerleştirdim...